Konya’nın meşhur meçhul yüzleri
Hadim’de dünyaya gelen, ortaokula kadar adını bile söyleyemeyen kekeme bir öğrenci olarak başarıyı yakalayan, ehliyetsiz minibüs kullandığı için iki polis tarafından okuldan alınıp Vali Kemal Katıtaş’ın makamına çıkarılan, ama bugün çocuklarına ‘Üniversiteyi bitirin, minibüsçü olun’ diyecek kadar mesleğini seven Başkan
Ali Zeybek
Hadim’in Aşağı Hadim mahallesinde dünyaya gözlerini açan konuğumuz Ali Zeybek Toroslar’ın zirvesindeki yokluk ve yoksulluk içerisinde ama mutlu geçen çocukluk yıllarından günümüze kadar verdiği yaşam mücadelesini yine bugüne kadar hiçbir yerde yayınlanmamış, hiç bir yerde konuşulmamış ayrıntıları ile siz değerleri okurlarımıza sunuyor.
TOROSLARIN ZİRVESİNDEKİ ŞİRİN HADİM’DE DÜNYAYA GELDİM
9 Ocak 1970’te Aşağı Hadim mahallesindeki o klasik dağ evinde dünyaya geldim. Babam Mustafa Devlet Su İşleri’nde işçi olarak çalışıyordu. Kendisi daha sonra yurt dışına işçi olarak gitti ve uzun yıllar burada kaldıktan sonra kesin dönüş yaparak yeniden aramıza katıldı. Annem Remziye Hanım benim ve kardeşlerim için yerim deyimdeyse saçlarını süpürge yapan bir anaydı. Çünkü babamın yurt dışında kaldığı dönemlerde de bize hem analık hem babalık yapmıştı. Çocukluğumuz Hadim’de. kardeşlerim Ayşegül, Ali ve Goncagül ile yokluk yoksulluk içerisinde geçti. Ama o yıllar çok güzel, çok mutlu unutulmaz anılarla geçmişti.
ATIN DİŞ İZLERİ SOL GÖZÜMÜN ÜZERİNDE HÂLÂ DURUYOR
Hadim bugün bile hala insanlarının yokluk ve yoksulluk içinde yaşadığı, milli gelirden aldığı düşük pay ile bir mahrumiyet bölgesidir. Ama insanları, o tüm yokluğa, hayatın acımasız şartlarına rağmen son derece sevecen, saygılı ve hallerine şükreden insanlardır. Böyle bir bölgede elbette bizim çocukluk yıllarımız daha da ağır şartlarda geçti. Oyunlarımızın büyük bir kısmı merakımız da olan kendi hayvanlarımızdı. Mesela daha çok küçüktüm, okula bile gitmemiştim. Rahmetli dedemin çok güzel bir atı vardı. Dedem de benim bu atı çok sevdiğimi bildiği için sık sık bana ‘Aman oğlum bu hayvana fazla sokulmayın ısırır’ derdi. Bir gün yine ata ot vereceğim derken nasıl oldu hala bilmiyorum at beni ısırdı. Atın dişinin izi hala sol gözümün üzerinde durur.
BÖLGEDE ZEYBEKLER DİYE BİLİNİRİZ
Hadim’de babamlardan önce dedelerim Bekir ve Ali Zeybek, Zeybekler lakabı ile bilinir ve tanınırlar. Ömürlerini Hadim’de geçirmişler, bölgenin dağlık olmasına rağmen yaşamlarını o çok ama çok zor şartlarda, dar imkanlarda hayvancılık ve toprakla uğraşarak geçirmişlerdir.
ARAPÖLDÜREN’DE MESUT TOPBAŞ’IN SPOR AYAKKABILARINI BİR GÜN OCAĞA ATARAK YAKMIŞTIM
Babam DSİ’de işe başladığı için Konya’ya yerleştik. Arapöldüren Mahallesi Yedikızlar sokakta orada bir hemşerimizin evinde kiracı idik. Mesut Topbaş da bizim komşumuzdu. Bana çok kızardı. Mesut Topbaş ev sahibimizin oğluydu. Annesinin tandır fırını vardı. Mesut spora giderdi. Ama çocukluk işte, biz kavga ederdik,, bana çok kızar bağırırdı. O yıllarda kimsenin spor ayakkabısı filan yokken onun vardı. Bir gün yine bana çok bağırmış, kızmıştı. Ben de ayakkabıları aldım, annesinin tandır fırınına attım ve yaktım. İşte o zaman da bana çok kızmıştı.
BABAM ALMANYA’YA GİDİNCE BUGÜN BİLE HALA OTURDUĞUMUZ AYDOĞDU’DAKİ EVİMİZİN İNŞAATINA BAŞLAMIŞTIK
O yıllardaki evimiz ahşap ağırlıklı bir evdi. İki odası, mutfağı olan toprak evdi. Babam rahmetli uzun yıllar yurt dışında olduğu için 1975’te bugün bile hala oturduğumuz Aydoğdu’daki evin inşaatına başladık. Ben 1976’da ilkokula başladım. O yıl buradaki evimize taşındık. Ama yine çok zor yıllar geçiriyorduk. Yokluk vardı. Mesela o bitirdiğimiz yeni eve taşındık Ama yokluktan iki yıl eve elektrik bağlatamadık. Elektriksiz yaşadık.
GAZ LAMBASINDA SAÇIMIN ÖNÜNÜ YAKMAYI ÇOK SEVERDİM
Bugün bile siyah, gür saçları ile gördüğümüz Ali Zeybek’in çocukluk yıllarında da saçları çok gür ve uzunmuş. Konu saçlar, yokluk ve çocukluk olunca bakın konuğumuz bir hatırasını ya da alışkanlığını nasıl anlatıyor: İlkokulda ders yaparken gaz lambasında çalışırdık. Ama ders çalışırken saçımın önünü de lambadan yakmayı çok severdim ve sık sık saçımın önünü yakardım.
ABLAMLA BALKONDA KAVGA EDERKEN ANNEM BİZİ AYIRMASA ÜÇÜNCÜ KATTAN AŞAĞIYA DÜŞÜYORDUK
Ablamla hiç geçinemezdik. Yaş olarak da aramız birbirine yakın olduğu için sık sık kavga ederdik. Yine bir gün niye kızdım hatırlamıyorum. Rahmetli babamın yaptırdığı evdeydik. Üçüncü katta balkonda kavga etmeye başladık. Balkonun da daha demirleri bile taktırılmamıştı. Ev inşaat halindeydi ve para geldikçe parça parça, kısım kısım yaptırıyorduk. Kavgada öyle bir hale gelmişiz ki eğer annem oraya gelmese ikimiz birden üçüncü kattan düşecektik. Yani ben ablamı aşağıya atmaya çalışıyordum. Ama ablam da bana sarılmıştı. İkimizin de birlikte aşağıya düşmekten başka şansı yoktu. Allah’tan annem geldi de ikimiz de düşmekten kurtulduk.
İÇİNE KAPANIK, ÜSTELİK DE ADINI BİLE SÖYLEYEMEYEN, KONUŞAMAYAN KEKEME BİR ÇOCUKTUM
O zamanlar içime kapanık bir çocuktum. Adıma bile söyleyemezdim, kekemeydim. Hiç konuşamazdım, adımı söylemek için iki dakika geçerdi: A kelimesi bile ağzımdan çıkmazdı. Konuşmayı, arkadaşlarla oynamayı da hiç sevmezdim, çünkü dedim ya, kekeme idim. Sonra ilkokula başladık. Burada da bayağı bir sıkıntı çektik.
ORTAOKULDAYKEN KEKEMELİKTEN KURTULMAK İÇİN GÜLHANE’YE GİTTİK
Ortaokul birde ya da ikideydim, amcam Zeki Zeybek o zamanlar yarbaydı. Beni Gülhane’de bir doktora götürdü. Bu doktor biraz bizi dinledi. Diyeceksiniz ki konuşamıyorsun, neyi dinledi? Yani benim halimi görünce bize biraz özgüven vermeye çalışıp çok çok kitap okumamı, hem de bağıra bağıra okumamı istedi, doktorun yanından ayrıldığımız zaman bana ilaç filan vermedi, muayene etmedi, bizi aşırdı diye düşündük. Biz tekrar döndük Konya’ ya. Sürekli kitap okumaya başladım. Öyle ki bütün gazetelerin satılık ilanlarına varıncaya kadar okuyordum. 82- 83’lü yıllardı. Bulduğum her türlü kitabı okuyordum. Tabii bir de o zamanlar böyle kitap filan çok yoktu ki. Ders kitaplarındaki içindekiler bölümünü bile okuyordum. Belli bir süre sonra rahatsızlığımın tedavi olduğunu gördüm. Onu hissetmeye başlamıştım. Kendim hissediyordum, artık konuşuyordum.
ALTI AY SONRA HUKUK KİTAPLARINI KUR’AN-I KERİMİN TÜRKÇESİNİ OKUMAYA BAŞLAMIŞTIM
Konuşmaya başlayınca tekrar o doktor gittik. Doktor bu sefer hukuk kitapları okumamı istedi. ‘Bir avukat bulun, onun kitaplarını okusun. Kur’an-ı Kerim’in Türkçesi’ni okusun, telaffuzu zor olan kitapları okusun’ dedi. Tanıdığımız avukatlardan aldığımız Türk Ceza Hukuku’yla ilgili bir kaç hukuk kitabını bağıra, bağıra okudum. Gazete bulursam sonuna kadar okuyordum. O doktor sayesinde rahat rahat konuşuyordum. Ve artık çenem de hiç susmuyordu. Akrabalarımız tanıdıklarımız başımı severken yeniden konuşamayacağım diye kan ter içinde kalırdım, çünkü cevap veremezdim. Rahatlığı ancak lisede gördüm.
MEHMET KARACİĞAN İLKOKULU’NDAYKEN ÖĞRETMENİMİZ TERÖR YÜZÜNDEN ÖLDÜRÜLDÜ
Mehmet Karaciğan İlkokulu’na gittim. O zaman siyasetin, terörün olduğu yıllardı. Namık Duru adlı bir öğretmenimiz vardı. O terör olayında öldürülmüş, genç bir öğretmendi, oysa yeni gelmişti 78-79’lu yıllarda ilk defa böyle bir kişinin siyasi yönden öldürülmesini ile o zaman karşılaştım. Bir evin kurşunlanmasını gördüm. Pirebi mahallesinde çocuk yuvasının biraz daha ilerideki bir evdi kurşunlanan. Bizim öğretmenimiz Osman Akdağ idi.
ÖĞRETMENİMİZİ ÇOK SEVDİĞİM İÇİN BAŞARILI OLUYORDUM
Öğretmenimizi o kadar çok seviyordum ki. Bir insan öğretmenini seviyorsa mutlaka başarılı olur, ilkokulda sınıf ikinciliğim, sınıf birinciliğim var. Var ama öğretmenimi seviyordum. O emekli oldu, eşi Durdu Akdağ bize geldi ve bizi o mezun etti.
ÖĞRETMEN ÇOCUĞU OLAN HASAN ÇEVİK İLE BİRİNCİLİK
İÇİN YARIŞ YAPARDIK
Hasan Çevik’le aynı sınıfta okuyordum. Öğretmen çocuğuydu. Onunla hep yarış halindeydik. Babasının eğitimci olması onu hep birinci yapıyordu. Biz de sınıfta Fatma Bozan ile ikincilik için yarışırdık. Hasan sonradan tıbba gitti, doktor oldu, onu bir türlü geçemedik, demek ki daha iyi çalışmamız lazımmış. Ama çocukluk işte, bizim bahanemiz hazırdı. Onun babası öğretmen, o onun için birinci oluyor der, kendimizi kandırırdık.
YAZ AYLARINDA DAYIMIN ARAPOĞLU MAKASI’NDAKİ
FOTOĞRAFÇI DÜKKÂNINA GİDİYORDUM
Okul tatil olduğu zaman yaz aylarında genelde dayımın dükkânına giderdim. Dayım Arapoğlu makasında fotoğrafçıydı. Dayımın yanında siyah beyaz renkli fotoğraf yeni çıkmıştı ama her ikisini de çekiyordum tapını yapıyordum. Fakat bir türlü rötuşu yapamıyordum. O da resim yeteneksizliğimden kaynaklanıyordu. Tabii bu arada Hadim’e de giderdim.
ORTAOKULDA MUZAFFER TULUKÇU’NUN ÇAĞIRMASI İLE ATLETİZME BAŞLADIM
Mevlana Ortaokulu’na gittim. Burada okurken mahallemizde bir abimiz vardı. Muzaffer Tulukçu bizi stada çağırdı ve Erdem Şerbetçigil, Ali Tunç, Hayati ağabeylerle koştuk. Bu isimler Konya’da başarılı olmuş atletlerdi.
ORTAOKULDA BAŞARILI OLMAMA RAĞMEN ÇOK DÖVEN RESİM ÖĞRETMENİMİZ YÜZÜNDEN TİCARET LİSESİ’NE KAYIT OLDUM
Ortaokulda bütün derslerim iyi olmasına rağmen resim dersini hiç sevmedim. Seyit Mehmet Çolakoğlu resim dersi öğretmenimizdi. Ama çok döverdi. Çok sert bir öğretmendi, resim yapamadığımız için bizi çok kötü döverdi. O yüzden de liseye gideceğim zaman şunu yaptım. Zaten alternatifimiz azdı. Liselere gittim, haftalık ders programlarına baktım, resim dersi olan okullara gitmedim. Çünkü ya bizim Seyit hoca buraya da gelirse ben ne yapardım. O yüzden de Ticaret Lisesi’ni tercih ettim. Bu arada en çok Faruk Yaşar Bağcı hocayı severdim. Ona çok özenirdim, Hala saçımı onun gibi tararım, ortadan hafifçe ayırırım.
TİCARET LİSESİNDE MİNİBÜS İLE TANIŞTIM
Ticaret Lisesi hızlı geçti. Lise bire başladığım zaman babam şu anki minibüs hattımızı almıştı. Babam bana ‘Oğlum sen oku bu minibüsün kazancı sana da yeter, bize de yeter, yeter ki sen oku’ demişti. Ama biz minibüse alındıktan sonra bu iş bana meslek oldu. Minibüsçülüğe özlem duymaya başladım.
ARGO KONUŞMAM YÜZÜNDEN TÜLİN ÖĞRETMENLE TERS DÜŞTÜK VE OKULU BEŞ YILDA BİTİRDİK
Lise yıllarındayken tarih öğretmenimiz Tülin Altay’la -şu anda İzmir’de hala görüşürüz- ters düştük. Kendisi çok zarif ve havalı bir bayandı. Biz o yıllarda şoför abilerimizin yanına gidiyorduk. Onlardan argo kelimeler öğreniyorduk. Giyim kuşamımız da havalı idi herhalde. Sözlü notlarım ondan hep düşük gelirdi, bundan dolayı da 5 yılda okulu bitirdim.
SİGARA İÇMEDİĞİM HALDE SİGARA YÜZÜNDEN DAYAK YİYİNCE SİGARA İÇMEYE BAŞLAYIVERDİM
Ticaret Lisesi’nde çok saygı duyduğum Mustafa Göver isimli müdür yardımcısı vardı, dersimize giriyordu. Bir gün okulda biz dersteyken arama yapılmış. O zamanlar parkeleri dışarıya asıyorduk, arama sırasında sigara içen arkadaşlar yakalanmamak için sigara paketini benim parkemin cebine koymuşlar. Zaten atletizme gidiyor, spor yapıyordum. Hoca cebinde sigara paketi olan parkeyi almış, gitmiş. Dersten çıktık, parke yoktu. Ben bir arkadaş yanlışlıkla giymiş gitmiş diye düşündüm. Okuldan çıkarken nöbetçi öğrenci, parkesi olmayan Müdür Yardımcısının odasına gitsin dedi. Hoca sigara içiyorum diye kalın bir sopa ile elimize üç beş tane vurdu. Hocam ben sigara içmiyorum dedikçe vurdu. Eli de çok ağırdı. Hoca senin olmayan sigara senin cebinde ne arar diyordu. Ben de hocam paket benim değil içsem içerim derdim, ama gerekirse de içerim diye karşı çıktım. Ve o günden sonra sigara içmeye başladım.
ATLETİZMDE OKULLAR ARASI KONYA ÜÇÜNCÜLÜĞÜM VE
DERECELERİM VARDI
Bu yüzden de atletizmi bırakmak zorunda kaldım. Çünkü artık yarışlarda nal toplamaya başlamıştım. Sigara ile 87-88’li yıllarda tanıştım ve hala da içiyoruz.. Atletizmde liseler arasında Konya üçüncülüğü ve dördüncülüğüm filan vardı. Ve tam o zaman yıldızlara geçeceğim dönemde sigara yüzünden atletizm benim için kendiliğinden bitmiş oldu.
EHLİYETSİZ OLARAK ÖĞRENCİLERLE ANTALYA’YA GİTTİK, GECE YOLDA YATTIK, UYANDIĞIMIZ ZAMAN MEZARLIKTAYDIK
İhtilal sonrası eski ağabeylerimizi yani biz lise birde iken lise son sınıfta olanları hocalarımız çok ezmiş. Bunların pek çoğu şimdi mali müşavir. İhtilal öncesi hocaların öğrencilerden çektiği sıkıntıyı ihtilal sonrası hocalar talebelerden çıkarmış. Lise birinci sınıftık. Ehliyetim yoktu, bizim minibüse biri öğretmen 14 arkadaşımızla Antalya’ya gidecektik. Öğretmenimiz ehliyetli biri aracı kullansın dedi. Birisi vardı, o iri yapılı, sakallı bıyıklı, ama ehliyetsizdi. Konya’dan gece çıktık, sabah Antalya’da idik. Konyaaltı’nda denize girdik, öğretmen Ölüdeniz tarafına gidelim, Aydın’dan dönelim dedi. Cuma akşamı çıkmış, Pazartesi sabahı dönecektik. Ertesi gün Bodrum’a geldik. Otellerin hiçbiri bizi almadı. Arabanın içinde 14- 15 kişiydik. Her taraf dolu idi. Gece yarısı arabayı bir kenara çektik, kimi arabanın içinde kimi yere battaniyeyle yattı. Sabah kalktığımız da mezarlıkta idik. Mezarlığın kenarına yatmış ve rahat rahatta uyumuşuz.
EHLİYETSİZ POLİSE YAKALANINCA KENDİMİ VALİ KEMAL KATITAŞ’IN KARŞISINDA BULUVERDİM
Hafta sonları ehliyetsiz de olsa minibüste çalışıyordum. Eski otogar hattındaydık. O dönemde adliyenin önünde uygulama yapılırdı. Asayiş uygulaması filan. Bir gün sivil biri böyle bir uygulamada bir memur bey ile minibüse girdi. Üst araması, kimlik, ruhsat kontrolü filan. Ruhsatı verdik, ehliyet yok dedim. Herkes o sivil kıyafetli kişinin yanında el pençe duruyordu. Memur bey ehliyeti yok deyince bana döndü “Şoför müsün? Ne zaman çalışıyorsun?” gibi sorular soruyordu. Ben de Ticaret lisesinde öğrenci olduğumu, ama hafta sonları çalıştığımı söyledim. Bana “Okul kimlik kartın var mı?” dedi, gösterince onu aldı. Polisler arabayı çekti ehliyetli bir sürücü gelsin alsın dediler. Cezası ise çok düşük bir para idi. Alışmıştık zaten. Pazartesi günü okula iki polis gelmiş. Beni okul müdürü çağırdı. Seni vali çağırıyormuş dedi ve biri sivil biri resmi iki polis ile valiliğe gittik. Odaya girdiğim zaman karşılaştığım kişi o gün sivil giyinen kişiydi. Yani Valiymiş. Rahmetli Kemal Katıtaş’tı. Vali bey bana ehliyetsiz araba kullanmamam gerektiğini söyleyerek ‘maddi sıkıntınız varsa fakir fukara fonundan aylık çek vereyim, ama bir daha böyle ehliyetsiz arabaya binme’ filan dedi. Ben de ‘-Tamam hocam tamam hocam’ dedim. Ondan sonra da okuldan bizi sordurmuş dersleri filan nasıl diye. Ondan sonra da sık sık okul müdürü ehliyetsiz araba kullanmamam için nasihatler ediyordu. Ama bizde şoför olmak o gün için hayallerimi süsleyen meslekti.
BİR DAHA DÜNYAYA GELSEM YİNE MİNİBÜSÇÜ OLURUM AMA ÜNİVERSİTE MEZUNU MİNİBÜSCÜ
Çocukluğumda önce doktor, sonra da yavaş yavaş öğretmen olmayı hayal ederdim. Daha sonra Ticaret Lisesi’ne giderken muhasebeci olmayı istedim. Ama babam minibüs aldıktan sonra başka hiç bir meslek düşünmedim. Bir daha dünyaya gelsem yine minibüsçü olurum ama üniversiteyi bitirdikten sona minibüsçü olurum. Bu arada ticaret ile uğraştım küçük çaplı beyaz eşya ticareti yaptım.
1989 YILINDA SUNA HANIMLA EVLENDİM
1989 yılında Suna hanımla evlendim. Bu evliliğimden Ömer, Remziye ve Mustafa isimlerinde üç çocuğum oldu.
ALBAY AMCAM TORPİL YAPTI AMA GÜLHANE YERİNE MARDİN KIZILTEPE’YE ASKERLİK İÇİN GİTTİM
1993 Temmuz ayında askere gittim. Evli ve bir çocuğum vardı. Bir de ben askerdeyken Remziye dünyaya geldi. Tokat’ta acemi birliğinde görev yaptıktan sonra amcam albay olduğu için biz direk Ankara Gülhane’ye gidecektim. Yerlerimiz bir okundu ben Mardin Kızıltepe’ye gidiyordum. Meğer bölükte bir tane daha Ali Zeybek varmış. O Ankara Gülhane’ye ben Mardin’e gittim. Kızıltepe 4. Tugay’a. Bu iş nasip işi o zaman öğrendim ki torpil aranmasına gerek yok, amcam bilgi işlemde en yetkili olmasına rağmen benim nasibim Mardin’de imiş.
İDİL’DE BİTLENDİM
Sivil askerdim, o bölgeyi avucumun içi gibi öğrendim. Ama amcam tugayda da bizi sahiplendi. Bir yarbayımız vardı o bizi aldı orduevine gönderdi. Orduevinde sivil askerlik yaptım. Böyle karakollara askerlerin maaşını, işlerini, evraklarını götürüyordum. O bölgenin kendine has toprak biti vardı. İdil’e gittim, İdil’e giderken de her yerde oturmayın askerin yanına sokulmayın ayakkabılarınızı mazot ve gazyağı ile silin diye uyarılar yapılırdı. Neyse tekrar gidip Mardin’e döndüm. Bizde başladı bir kaşıntı girdik, duş aldık, kaşıntı devam ediyordu. Eczacı şu anki Belediye Başkanı Metin Pamukçu’ydu. Biz esnafla alışveriş yapardık çok iyi bir diyalogumuz oldu. Durumu Bilen Otel’in sahibi Ali Bilen’e de anlattım. İdil’den geldim 3 gündür kaşınıyorum hiçbir şeyin faydası olmuyor dedim. Bana hemen çamaşırlarını da hepsini çıkar at ve banyo yap’ dedi. Sonra baktım ki çamaşırların içinde her türlü bit bile vardı. İdil’de, Nusaybin’de artık kimsenin yanına yaklaşmıyor askerlere selamı bile uzaktan veriyordum. Sınır bölgesinde gece pusuya yatılıyordu. Bitin olması da normaldi.
PAŞANIN EŞİ HANIMEFENDİYE İYİ ŞOFÖRLÜK YAPAMAYINCA
Askerde şu anda çok yüksek rütbeli bir paşa olan komutanımız Mardin’e denetleme yapmak için gelmişti. Eşiyle geldi. Eşi hanımefendiye 2 gün şoförlük yaptım, üçüncü gün kovalandım. Şimdi bize bir güzergâh verildi. Ben o güzergâhı tam çözemedim Güzergâh dışına çıkmışım, telsiz ile uyarı aldık, korumada yüzbaşı idi. Sonra bizim dağ yöresinin yapısı tarzımız hanımefendiye ters gelmiş farkında olmadan saygısızlık yapmışız. Orduevine gittim, albaya “Komutanım beni buradan alın, hanımefendi bana kızdı” dedim. O da bana “Sen hiç sıkıntı etme zaten hanım efendi de seni değiştirmemizi istedi” deyiverdi.
ASKERDEN GELDİKTEN SONRA YİNE ŞOFÖRLÜK YAPMAYA BAŞLADIM
95’in Şubat ayında Konya’ya geldim. Temmuz ayında babam rahmetli oldu. Ben askere giderken babam Türkiye’ye kesin dönüş yapmıştı. Babamı kalp krizinden kaybettik, benim gibi o da çok sigara içerdi. O dönemde otogar hattında çalışıyordum. Otogar hattında 2000 yılına kadar çalıştım. Yeni otogar durağımız kampüs ile birleştirildi. O zaman da kampüs durağında çalışmaya başladım.
MİNİBÜSÇÜLÜĞE ŞOFÖRLÜKTEN BAŞLAYIP BAŞKANLIĞA KADAR UZANAN ZORLU YOL
Dünyada şunu da yaşayayım yapayım diye bir ukdem kalmadı. Hayatı dolu dolu yaşadım. Minibüsçülüğü hep severek yaptım. Sonra durak temsilciliği, durak başkanlığı yaptım. 97’li yıllarda duraklarda mal sahibi olup yaşı en küçük olan bendim. Bütün abilerimiz bize destek verdi, isteklerimizi uyguladılar. Sonradan da 2000 yılında kampüs durak temsilciliği yaptım
2002 oda seçimlerinde Muhsin abimize büyük destek vermiştik. Bu arada oda başkanlığını da kafama koymuştum, ama oda başkanlığına daha hazır değildim. 2003 yılında makama aday olmak için çalışmalara başladım, o arada odadaki meslek mensubu olmayan yaklaşık 500- 600 kişinin silinmesi için mücadele verdik. O grup silindi ve sonra oda seçimleri oldu Üyelerimizin bize verdikleri destekle 2005 yılının 30 Kasım günü oda başkanlığına seçildim.
BAŞKANLIK MÜCADELESİNDE BİR DİLEKÇE İLE ANNEMİN, ÇOCUKLARIMIN GÖZÜ ÖNÜNDE EVİMİN, İŞ YERİMİN ARANMASINI UNUTAMIYORUM
Bu mücadele sırasında evimin, iş yerimin, arabamın emniyete verilen bir dilekçe ile aranmasını ise hiç unutamıyorum. Emniyete giden bir ihbar ile emniyet haklı olarak bunu değerlendirdi. Allah’a şükürler olsun ki bizim yanlış taraklarda bir bezimiz yoktu. Bütün bu aramalarda sadece bulundurma ruhsatlı olan silahımın ruhsat süresi geçmiş. Onun davası da hala sürer. Ama çoluk çocuğumuzun önünde annemler önündeki o arama beni hırçınlaştırdı. Polisler görevlerini yapmışlardı. Ama bu olay benim oda için daha çok çalışmama neden oldu. Hep bana ‘Dikkat et, çok çalış, birileri senin üzerine geliyor’ diye hatırlattı.
BİZE BÜYÜK UMUT BAĞLAYAN MESLEKTAŞLARIMIZIN SORUNLARINI BİR ANDA ÇÖZMEK MÜMKÜN OLMADI
Oda başkanı olduktan sonra bütün meslektaşlarımız bize çok umut bağlamışlardı. Bunun da bir anda çözüleceğini düşünüyorlardı. Bürokrasinin yavaş işlemesi yüzünden insanlara duygu ve düşüncelerimizi anlatmakta biz de geciktik. Böyle olunca bazı işlerimiz yavaş ilerledi, belli bir umutsuzluğa kapıldık. Meslektaşlarımız için şimdi yavaş yavaş neticeler almaya başladık vaatlerimizin birçoğunu yerine getirdik. Akaryakıt benzin istasyonu için anlaşma yaptık, Anlaşmalı istasyonlar ile yüzdeli ve teneke yağ anlaşması yaptık, meslektaşımıza oda katkısı sağladık. Sigorta şirketleri ile görüştük. Esnafımızın sigorta poliçelerine yüzde 10’dan daha fazla indirim yaptık. Sağlık taraması yaptık. Burada Büyükşehir Belediye Hastanesi, Göz Net ve Safir Diş Kliniği’ne teşekkür ederiz.
STRES, YOĞUNLUK BİZİM ÖZ KARDEŞİMİZ OLDU
Bizim işimizde yoğunluk ve stres yoksa o gün bizde bir anormallik var demektir. Bir olay mutlaka olur. Bende mühim olan, başarıda veya başarısızlıkta sorunları anında çözmek. Ben bunu şuna benzetiyorum. Süleyman Demirel olayı zamana bırakırdı, kaale almazdı. Turgut Özal ise sorunu anında bitirmeye kalkardı. Biz de herhalde hemen sorunu çözelim istiyoruz Odanın borçlarını ödedik. Federasyona borcumuzu ödedik. Oda olarak sosyal faaliyetler alanında sürekli olarak eğitim veren sosyal etkinliği olan bir odamız olacak.
ŞEHİR İÇİNDE DİREKSİYON BAŞINDA OLMAK EN BÜYÜK ZEVKİM
Şehir içinde gezmek, direksiyon başında olmak en büyük zevkim. Parklarda su sesini duymak, yeşili görmek bunları çok seviyorum. Ama kendimize ayıracak vaktimiz yok ki.
OĞLUM DA MİNİBÜS ŞOFÖRÜ OLABİLİR, AMA ÜNİVERSİTEYİ BİTİRDİKTEN SONRA
Büyük oğlum şu anda Maltepe Askeri Lisesi’nde, küçük oğlum ilkokula başlayacak.
Her ikisine de “Üniversiteyi bitirdikten sonra isterseniz minibüs şoförü olabilirsiniz” dedim.
Bizim mesleğimiz hiç kimsenin sevmediği, çok eleştirdiği, ama herkesin de hiç farkında olmadan en çok güvendiği meslektir. Ben de bu mesleğin başındayım. Onun için çok mutluyum.