İslam inanç esaslarından birisi, kaza ve kadere inanmaktır. Kaderin iki yönü vardır. Bunlardan birisine, kader-i mübrem denilir. Bu alanda insan irade özgürlüğüne sahip değildir. Sadece tedbir alır. Kader-i muallâk ise, insanın özgür iradesiyle gerçekleştirdiği fiillerdir. Allah’ın insana sorumluluk yüklediği alanda, insan, kaderi bahane ederek kendisini sorumluluktan kurtaramaz. Bu alan, inanç, ibadet ve ahlak alanıdır. Bir kimse "Allah böyle yazmış, alın yazım buymuş, bu şekilde takdir etmiş, ben ne yapayım?" diyerek günah işleyemeyeceği gibi, günah işledikten sonra da kendisini suçsuz gösteremez, kaderi mazeret olarak ileri süremez. Çünkü bu fiiller, insanlar böyle tercih ettikleri için, bu seçime uygun olarak Allah tarafından yaratılmışlardır. Burada dileyen, tercih eden, isteyen kuldur; yaratan da Allah’tır.
Mâtüridi anlayışa göre, insan, sorunluluk doğuran fiillerde özgürdür. Kendi kaderini kendisi tayin eder. Bu alanda insanın tercihine göre Allah fiillerini yaratır. Allah yaratan, insan ise kazanandır. Kur’an-ı Kerimde “Allah her şeyin yaratıcısıdır” (En’âm, 6/102) buyrulmaktadır. Her şeyin yaratıcısının Allah olması bizim kötü ve yanlış işleri, sorumluluktan kaçarak Allah’a havale etmemize yol açmamalıdır. Bu kaderi istismar etmek olur. İnsanlar, günlük işlerini kaderini okuyarak yürütmezler. Böyle bir güçleri de yoktur. Ne zaman başlarına bir felaket gelirse, o zaman kadere vurgu yaparlar.
İslamiyet’te, kaza ve kadere güvenerek çalışmayı bırakmak, olumlu sonucun sağlanması ya da olumsuz sonuçların önlenmesi için gerekli sebeplere sarılmamak ve tedbirleri almamak, İslâm'ın kader anlayışı ile bağdaşmaz. Allah her şeyi birtakım sebeplere bağlamıştır. İnsan bu sebepleri yerine getirirse Allah da o sebeplerin sonucunu yaratacaktır. Bu da bir ilâhî kanundur ve bir kaderdir. İnsanların, “ben ne yapayım, kaderim böyle” demesi doğru değildir.
İnsanlar, Allah’ın sorumluluk yüklediği fiillerde gerçek bir irade hürriyetine sahiptirler. Çünkü insan bu gerçeği kendi içinde her an duymakta, yaptığı işlerde hür olduğunu hissetmektedir. Yüce Allah, insanların irade sahibi, dilediğini yapabilir bir varlık olmasını irade ve takdir buyurmuş ve onları bu güç ve kudrette yaratmıştır. Potansiyel güç sahibi olan insan, iradesini iyi ya da kötü yönde kullanabilme imkânına sahiptir. İnsanın sevabı ve cezayı hak etmesi, belli işlerden sorumlu olması bu hür irade sebebiyledir.
Bir fiilin meydana gelmesinde insanın özgür iradesinin payı vardır. Allah kulların iradeli fiillerini, onların iradeleri doğrultusunda yaratır. Bu, Allah'ın buna mecbur ve zorunlu olmasından değil, âdetullahı bu şekilde düzenlemesindendir. Fiilde seçme serbestîsi olduğu için de kul sorumludur. Hayır işlemişse mükâfatını, şer işlemişse cezasını görecektir. Bir ayette şöyle buyrulur: "Şüphesiz biz insana doğru yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör" (el-İnsân 76/3). Başka bir ayette de: "Kim iyi bir iş yaparsa lehine, kim de kötülük yaparsa aleyhinedir. Rabbin kullara asla zulmedici değildir" (Fussilet 41/46), buyrulmaktadır.
O halde insanlar, Allah'ın kulları olarak sorumluluklarını bilip doğru, iyi, güzel, hayırlı şeyler işleyip, yanlış, kötü, çirkin ve şer davranışlardan uzaklaşmalıdırlar.