Merhum Başkan Ali İzzetbegoviç, hem bir siyaset ve hem bir düşünce adamıdır. Onun bir Müslüman aydın olarak İslam hakkında söyledikleri bizim için çok önemli ve değerlidir.
Aliya, bir manifesto niteliği taşıyan Doğu ve Batı Arasında İslam adlı eserinde “İslam ve Din” başlıklı bir bölüm açmıştır. Burada namaz, zekât, oruç gibi ibadetler konusundaki görüşlerini ortaya koymaktadır. Müslüman duyarlılığıyla geliştirilen bu görüşlerin mutlaka okunması gerekir, diye düşünüyorum.
Ben bu yazımda Aliya’nın yoksulluk sorununa bakışı ve çözüm yolları konusundaki görüşleri üzerinde duracağım.
Aliya, zekât ibadetini, İslam’ın sosyal bir hareket olarak ortaya çıkmasının göstergesi olarak nitelendirir. Ona göre zekât, yoksulluk olgusunun çözümüne karşı bir alternatitir. Yoksulluk, sadece sosyal yönü olan bir problem değildir. Burada Aliya, çok önemli bir konuya parmak basmaktadır. O da yoksulluğun salt bir mahrumiyet olmayıp, doğuracağı sonuçlar bakımından sosyal kötülüklere zemin hazırlayabileceği gerçeğidir.
Gerçekten de her türlü yoksulluğun olduğu bir atmosfer, her türlü kötülüğün boy atması için hazır ve mümbit bir zemindir. Bu yoksulluk maddi olduğu kadar manevi de olabilir. Fark etmez. Yoksullukla küfür arasında mesafe çok kısadır. Bu sebeple yoksulluk, yoksulluktur.
Aliya, mahrumiyeti yoksulluğun dış görünüşü, günahları da iç görünüşü olarak değerlendirir. Yoksa refaha dayalı ülkelerde görülen fakirlik nasıl izah edilir? diye sormadan edemez.
Bilindiği gibi XXI. Yüzyılın ikinci yarısında hala insanlığın üçte biri, yetersiz beslenmektedir. Bunun sebebi; imkânların kıtlığı mı yoksa merhametin yokluğu mudur? Aliya’ya göre imkânların âdil bir şekilde paylaşılmadığı bir dünyada merhametin yokluğu işin tuzu ve biberini oluşturmaktadır.
Sefalet bir problemdir ve de günahtır. Mülkiyetin değişmesiyle çözülür diyen Aliya, burada şahsi çaba, meyil ve iyi niyetin gerekli olduğunu da vurgular. Çünkü mal sahipleri değişip de baskı arzusu ile kin ve nefret insanların ruhlarında kalırsa, kelimenin tam anlamıyla hiçbir şey yapılmış olamaz.
Kalbsiz bir dünyada merhamet yoktur, zaten.
Bu sebeple gönüller sevgi ile mahrumlara ve müstezaflara açılmadıkça, kasaların açılması bir anlam ifade etmez. Zaten de açılmaz. Bunun için Aliya, zekâtı, kasalarla beraber gönüllerin açılması olayı olarak değerlendirir. Çünkü İslam’da fonksiyonel olarak zekât, varlıklı insanlardan yoksullara doğru akan muazzam bir kıymetler nehri gibidir. Aynı zamanda kalpten kalbe, insandan insana irtibat kuran, şefkat ve yardımlaşma ruhudur.
Zekât, yoksulların sefaletini ve zenginlerin kayıtsızlığını bertaraf eder; insanlar arasında maddi farkları azaltır ve insanları birbirine sevgiyle yaklaştırır, diyen İzzetbegoviç, İslam’ın gayesi, zenginliği kaldırmak değil, fakirliği bertaraf etmektir, diye de ekler.
Aliya, yoksulluk ve fakirlik arasındaki farka da değinir. Fakirlik, normal hayat için lazım olan şeylerin yokluğu ve mutlaka lazım olan asgarî miktardan daha az kıymetlere sahip olmaktır.
Aliya, hayat için asgarî miktar tabirini de şöyle açıklık getirir. Kişiye ve ailesine, toplumun gelişme seviyesine ve maddi imkânlarına uygun olarak maddi ve kültürel ihtiyaçların temini için yetecek kıymetler toplamıdır. Ona göre, toplumun vazifesi, bir eşitlik gerçekleştirmek olmayıp, her şeyden evvel, herkese mutlaka lazım olan bu asgari miktarı temin etmektir. İslam’ın sosyal tedbirleri yoksulluğun bertaraf edilmesine münhasır olup mülkiyet eşitliği talebinde bulunmamaktır.
Aliya, yoksullukla mücadelenin başarılmasında başta sosyal devlet anlayışı olmak üzere, özelde Müslüman zenginlere büyük görevler düştüğünü söyler. Bu problem, ancak, zenginlerin zekâtlarını yoksulların ihtiyaçlarına uygun olarak verdikleri takdirde çözülecektir.