Kâinatın Yaratıcısı Hz. Allah, Kerim olan Kitabında, Araf Suresi 172. Ayette mealen şöyle buyurmaktadır:
“Hani Rabbin, Ademoğulları’ndan, onların zürriyetlerini, bellerinden (sulplerinden) almış ve onları, kendilerine şahit tutarak: “Ben sizin, Rabbiniz değil miyim?” (demişti.) Onlar da: “Evet (Rabbimizsin), şahit olduk” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.”
Bu Ayetle ilgili tefsirlerde anlatılan ve bizim de ana hatları ile anladığımız husus şudur:
Yüce Allah, ilk insan olarak Adem’i yarattıktan sonra onun sulbünden zürriyetini, yani kıyamete kadar dünyaya gelecek bütün insanları zerre halinde ortaya çıkardı. İnsan zerrelerine can verip diriltti. Onlara anlama, kavrama, konuşma kabiliyeti, akıl ve idrak verdi. Daha sonra onları, mahiyetini bilemediğimiz bir zaman ve mekânda bir araya topladı ve “elestü bi rabbiküm” yani “ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sordu. Bu soruya istisnasız bütün insanların zerreleri, “bela, şehidna” yani “evet, sen bizim Rabbimizsin, buna şahit olduk” şeklinde cevap verdiler.
Bu olay Bezm-i Elest (Elest meclisi) olarak isimlendirilmiştir. Ahd-i misak da denilen bu olayla birlikte, Allah ile Ademoğulları arasında ezelde bir ahidleşme, akitleşme, anlaşma ve sözleşme gerçekleşmiş oldu. “Kalu Bela’dan beri müslümanız” sözünün dayandığı yer, işte bu meclisin yapıldığı andır. Ayetin sonunda da, bu olayın; Ademoğlu’nun kıyamet gününde, yani hesap verme gününde itiraz etmemesi için gerçekleştirildiği anlatılmaktadır.
Ayetin tefsirinde geçen zerre kelimesi bugünkü bilimle, hücre içinde bulunan ve canlının bütün özelliklerini üzerinde barındıran DNA sarmalı veya DNA nın yapısında bulunan gen olarak açıklanabilir. DNA lar veya genler gözle görülmediği gibi ışık mikroskobunda da görülmeyen ancak elektron mikroskobunda görülebilen çok küçük varlıklardır ve canlıların temel taşını oluştururlar. Milyarlarca gen bir araya toplansa, bir toplu iğne başı kadar, ancak yer kaplayabilirler.
Bazı İslam âlimleri, Allah’ın bedenlerden önce ruhları yarattığını ve ahd-i misak’ın ruhlar âleminde meydana geldiğini söylemektedirler. Ahd-i misak’ın (sözleşmenin) insan zerresi veya ruhu ile yapıldığı teferruattır. Asıl olan bu olayın meydana gelmiş olması ve Allah ile insanlar arasında bir anlaşmanın ve sözleşmenin gerçekleşmiş olmasıdır.
Böyle bir sözleşmenin gerçekleştiğini, yukarıda mealini yazdığımız Kur’an Ayet’inden anlıyoruz. İnsanın zerresini yaratarak, ona canlılığın bütün özelliklerini kazandırmak, akıl ve idrak vermek, anlama ve kavrama kabiliyeti vermek, Allah için hiç de zor bir iş değildir. Her şeye gücü yeten, her şeyi yoktan var eden, bütün nefisleri öldürecek ve sonra tekrar diriltecek olan ve gözle görülmeyen küçücük canlıları yaratarak onlara yaşama, nefes alma ve beslenme özelliği veren yüce Allah, “kün” emriyle kolayca ve anında insan zerrelerini de oluşturarak onlara, kendisiyle sözleşme yapma melekelerini veriverir.
Veya yüce Allah, bütün insanların bedenlerinden önce ruhlarını toptan yaratma ve onlara, kendisiyle ahidleşme ve akitleşme imkânını verme gücüne de sahiptir. Allah için hiçbir zorluk yoktur. Sonuçta, Allah ile biz kulları arasında böyle bir sözleşme yapılmıştır ve bu sözleşmenin varlığını, bize bizzat Kur’an Ayetleri haber vermektedir.
İnsanoğlu dünyaya gönderildiği andan itibaren, Yaratıcısı ile yaptığı bu sözleşmeyi hatırlamadı ve unuttu. Zaten hafıza-i beşer nisyan ile maluldür. Yani insan hafızasının eksikliği unutkanlığıdır. İnsan unutmaya elverişli bir varlık olarak yaratılmıştır. Bunun için, Allah ile arasında geçen bu ahd-i misak olayını da hatırlamaması normaldir. Yüce Allah yarattığı insanın unutkan olma özelliğini bildiği için, Elest meclisinde kendisine vermiş olduğumuz ahdimizi, sözümüzü gönderdiği Kitabında bizlere hatırlatmaktadır.
Yüce Allah; “Ey Ademoğulları! Ey kullarım! bana verdiğiniz sözünüzü hatırlatıyorum, sözünüzde durun, sakın sözünüzden caymayın, ahdinize sıkı sıkıya sarılın, benimle yaptığınız sözleşmeye bağlı kalın, benden başkasını Rab ilan etmeyin, tek Rabbiniz olan Allah’ın emirlerine ve yasaklarına uyun, Akitlerinizi yerine getirin, Ahde vefanızda gevşeklik göstermeyin, kimseye haksızlık yapmayın, o dehşetli hesap verme gününe iyi hazırlanın, kendi kendinizi ateşe atmayın, sizin için apaçık bir düşman olan şeytanın yolundan gitmeyin, nefislerinizi dizginleyin, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından sakının” demekte ve bizleri uyarmaktadır.
Ramazan Ay’ını ve Ramazan Bayramını geride bıraktık. Önümüzde mübarek Kurban Bayramı var. Hata ve eksiklerimizden, kötülük ve günahlarımızdan arınmaya çalıştığımız bu mübarek aylar; bizlere, verdiğimiz sözden asla dönmeyecek hasleti, Ahde vefaya sıkı sıkıya bağlı kalacak huy ve karakter yapısını, “Ey Rab’bimiz ancak sana kulluk eder, ancak senden yardım dileriz” Ayet’ini kavrama ve yaşantımıza tahakkuk ettirme kararlılığını, “Rab” kelimesinin içerdiği mana ve önemi kavrama idrakini ve Bezm-i Elest’teki ahd-i misakımıza yeniden dönme azmini kazanmamıza vesile olsun. Yüce Allah’tan niyazımız ve dileğimiz budur.
NOT: Mısır’dan yine kanlı haberler geldi. Eli kanlı çağdaş Firavun Sisi’nin ordusu, sivil halkın üzerine ateş yağdırdı. Yüzlerce şehit, binlerce yaralı var. Dünya yine sessiz. Bir Batılı veya bir ABD li için dünyayı ayağa kaldıranlar, şimdi neden sus pus? Müslümanların kanı, canı bu kadar ucuz mu? Allah ile yaptığımız sözleşme, Müslüman kardeşlerimizle birlikte üzülmeyi, ağlamayı, yüreğimizden sızı duymayı ve gerekirse onlarla birlikte şehit olmayı da gerektirmektedir. Allah Müslümanların yardımcısı olsun. Akan kanlar, çağlayan gözyaşları ve bu zillet bir an önce sona ersin. Amin.