Rasulullah: “Allah’ım, iki Ömer’den biriyle İslam’ı kuvvetlendir” (Tirmizi, Menakıb 18) diye dua etmiştir.
Bahsettiği iki Ömer’den biri Ömer bin Hişam yani diğer adıyla Ebu Cehil, diğeri ise Ömer bin Hattab yani Hz. Ömer’dir.
Her hali bize örnek olan Peygamberimizin neden bu iki Ömer’den birinin Müslüman olmasını istediğine baktığımızda, karşımıza ilk çıkan özelliğin, iki Ömer’in de davaları uğruna cesurca davrandıklarını, çekinme, korku göstermediklerini görüyoruz.
(“Dava adamı” tabirini kullanmama sebebimiz birazdan gelecek)
Ebu Cehil, Mekke’nin ileri gelenlerindendir ve İslam’dan önceki ünvanı Ebu-l Hakem’dir. İnsanlar, aralarındaki ihtilafları ona getiriyorlardı, çözüyordu. Mekke toplumundaki entelektüel, nadir bulunan kişilerden biriydi. Söz sahibiydi. Mekke’nin yönetim meclisi olan Darün Nedve’ye zekası sebebiyle 28 yaşında kabul edilmişti. Ebu Cehil varını yoğunu ortaya koyarak, toplantılar yapıp kararlar alarak, Müslümanlara ve Peygamberimize karşı sistemli bir politika izleyerek İslam davasını önlemeye çalışmıştır.
Ömer bin Hattab ise resmi görüşmelerde Mekke’yi temsil eden biriydi. Kuvvetli bir hatipti. Narün Nedve’de üyeydi ve alınan kararlarda etkiliydi, ticaret erbabıydı. İslam’ın zuhuruyla birlikte Müslümanlara karşı çok sert tavır almış, işkence uygulamaktan geri durmamıştır. Hatta Müslüman bir köleyi elleri acıyana kadar dövdüğü, biraz dinlenince gelip tekrar tekrar dövdüğü bilinmektedir.
Fark var.
İki Ömer’in arasında ise şöyle farklar vardı.
İlk örnek:
Bir gece, Resulûllah evinde namaz kılarken, Ebu Süfyan, Ebu Cehil, Ahnes gibi
müşrikler, gizlice bir köşeye yerleşerek Kur'an dinlemeye başladılar. Birbirlerinden haberleri yoktu. Öyle dalmışlardı ki tanyeri ağarıncaya kadar dinlemeye devam ettiler. Şafak sökünce, kimse görmesin diye yerlerinden kalkıp giderlerken yolda birbirleriyle karşılaştılar.
Bu yaptıklarından dolayı birbirlerini uyardılar. “Sakın başka bir defa böyle bir şey yapmayalım, şayet avâm tabakası bizi görürse içlerine şüphe düşer” dediler gittiler.
Ertesi gece olunca, önceki gece gibi her biri gidip yerlerine aynı şekilde yerleşip gizlice dinlemeye koyuldular. Tanyeri ağarınca kalkıp gittiler ve yolda yine buluşunca birbirlerini geçen defaki gibi uyarıp ayrıldılar.
Üçüncü gece yine aynı tarzda üçü de gizlice gelip dinlemeye koyuldular. Şafak atınca dağıldılar. Yolda birbirleriyle buluşunca dediler ki: "Bu iş böyle devam etmez!" Bir daha yapmamaya yemin ettiler. (Ahmet ÖNKAL¸ Rasûlullah'ın İslâm'a Davet Metodu¸ s.94¸95)
Yani Ebu Cehil, Kur’an’ın muhteşemliğine karşı koyamıyor, hak söz olduğunu biliyor, itibarının zedelenmesi uğruna gizlice dinlemeye gidiyordu.
İkinci Örnek:
“Ahnes, Ebu Cehil'in evine geldi. Yanına girerek ona da sordu:
— Yâ Eba Hakem, Muhammed'den işittiğin şeyler hakkında senin fikrin nedir, ne dersin?
— "Ne mi, dedi. Biz ve Abdimenaf Oğulları yarış halindeyiz, şerefi paylaşamadık. Onlar yedirdiler, biz de yedirdik. Onlar taşıdılar, biz de taşıdık. Onlar atiyye verdiler, biz de verdik. Bineklerimiz bir hizada gidip atbaşı beraber olunca onlar, gökten vahiy gelen Peygamber bizden! dediler. Biz onun gibisine ne zaman erişebiliriz. Vallah, ona asla inanmayız, onu tasdik etmeyiz.''
Bu örnek te gösteriyor ki Ebu Cehil’in Peygamberimize iman etmeme sebebi, Peygamberimizin getirdiklerine inanmaması değil, kabile yarışı.
Ömer bin Hattab’ın hayatında ise asla benzeri örnekleri görmüyoruz. O, başlangıçta Peygamberimizin uyduruk bir din getirdiğini, şarlatan olduğunu, yalan söylediğini düşünerek hareket etmiş ve bu sahte dini ortadan kaldırmak için mücadele etmiştir.
Ancak, ne zaman Kur’an’ın uyduruk bir insan sözü değil de Allah’ın sözü olduğunu anladıysa, işte o an teslim olmuş, düşmanlığını yaptığı dinin ikinci halifesi olabilecek seviyeye gelmiştir.
Özetleyecek olursak:
- Ebu Cehil, İslam’ın, Kur’an ve Peygamberin hak olduğunu bildiği halde bunu gizlemiş ve İslam aleyhine çalışmıştır.
- Ömer r.a. ise başlangıçta İslam’ın uyduruk bir din olduğunu düşünmüş ve karşı mücadele vermiş ancak İslam’ın, Kur’an’ın, Peygamberin hak olduğunu anladığı an safını İslam’dan yana seçerek, Hakk’ın yanında yer almıştır.
Sonuçta Allah, Peygamberin duasını kabul ediyor, ama “hak bildiği yolda giden”
kişinin lehine kabul ediyor. Dava adamı lehine kabul ediyor.
Gerçekleri bildiği halde menfaati uğruna Hakk’a uymayan ve insanları saptırandan yana değil.
Evet ey kavmim…
Göz göre göre kendinize zulmetmeyin.
Faiz’in haram olduğunu bildiğiniz halde bulaşmayın,
Yol hakkının sizin olmadığını bildiğiniz halde başkasına yol vermemek için
hızlanmayın
Borcunuz olan kişiye borcunuzu ödeyin, yalanlar söylemeyin, paranızı israf etmeyin
Yaptığınız imalatlarda para hırsına kapılarak hileler yapmayın
Suçlu olduğunuzu bildiğiniz halde suçu başkasına atmayın
Dürüst olun
Hak bildiğinizin, doğrunun peşinden gidin
Hak bildiğinin peşinden gideni Allah yüceltiyor,
Aradan geçen asırlara rağmen ismi biliniyor, rahmetle anılıyor, dünyadayken cennetle müjdeleniyor.
Hak bildiğini gizleyen, inkar eden, aksi yönde iş yapansa lanetle anılıyor, cehennem
çukurlarına gidiyor.
Peygamberimiz: ''Dünya hayatının benzeri bir ağaç altında dinlenip, gölgelenen ve az sonra yoluna devam eden yolcunun konaklamasına benzer. O oradan ayrılır. Bir başka yolcu gelir, biraz dinlenir ve kalkar gider.” (Tirmizi- Riyazüssalihin-356) diyor.
Şu kısacık hayatınızla Allah’ın nefretini kazanmayın