Kur’an-ı Kerim’de geçen bir ayette şöyle buyrulur:
“Ey Muhammed, de ki: Mülkün sahibi olan Allah’ım! Mülkü dilediğine verirsin, dilediğinden çekip alırsın; dilediğini aziz kılar, dilediğini alçaltırsın (tüzill); iyilik elindedir. Doğrusu sen, her şeye kadirsin!.” (Al-i İmran 26).
Bu ayette geçen müzil sözcüğü; “zelil olmak, hor görülmek” anlamına gelen züll kökünden bir sıfat olup “dilediği kimseyi hor ve hakir duruma düşürüp bütün üstünlük niteliklerini ondan kaldıran” demektir. Yüce Allah’ın en güzel isimleri arasında yer alan el-müzil, “hor ve hakir düşürmek” manasını taşır.
İslam inancında, sosyal hayatla ilgili konular sünnetullah kavramı içerisinde değerlendirilir. Yukarıdaki ayette anlatıldığı gibi, Yüce Allah’ın mülkle ilgili olarak dilediğini yüceltip dilediğini alçaltması birey ve toplumun ahlaki ödevlerine karşı gelip-gelmemesiyle alakalıdır. Buna ahlaki şer denilir. Bir ayette ahlaki şerrin oluşumunun öznesi insan olarak gösterilir: “İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde fesat çıkar; Allah da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.” (Rum 41). Hâlbuki Yüce Allah, yeryüzüne salih kullarının mirasçı olmasını istemektedir: “Andolsun ki, Tevrat’tan sonra Zebur’da da yeryüzüne ancak iyi kullarım varis olacaktır, diye yazmıştık.” (Enbiya 105). Bu ayetten anladığımız kadarı ile yeryüzünü maddi ve manevi alanda ıslah ve imar edecek olan kimseler olabildiğince kusurları asgari düzeye indirilmiş olan iyi kimselerdir. Bunun aksi olduğu zaman, bütün bir Allah’ın mülkü, bozguncuların elinde ifsat edilir. Çünkü onların değerler dünyasında manevi imar ve hakkaniyet ölçülerine göre toplumu yönetme liyakati yoktur. Ünlü Osmanlı tarihçisi Koçi Bey’in Risalesi’nde vurguladığı gibi, “toplumlar küfür üzere ayakta durabilir ama zulüm üzerinde asla duramazlar.”
Allah kimleri hor ve hakir kılar?
Ahlaki değerler alanında meydana gelecek olan çöküntü, bir milletin ya fiziksel olarak tarih sahnesinden silinmesini ya da fiziksel varlığını korumasına rağmen güç ve iktidarını kaybetmesini beraberinde getirebilir. (bkz. İsra 16). İbn Haldun’un dediği gibi; fetih, ganimet getirir; ganimet konfor ve lükse dayalı bir hayatı; böyle bir hayat da rehaveti getirir, arkasından da böyle gevşek bir hayat, yıkılışı getirir. Ancak, ahlaki değerleri yaşam tarzı haline getiren milletler, tarihsel yürüyüşlerini devam ettirebilirler. Her türlü zulüm, haksızlık ve adaletsizliğin koyulaştığı, emanetlerin ehline verilmediği, ayakların baş, başların ayak olduğu bir toplum, kendi kıyametini zorlar. Böyle bir toplumun birlik bağları çözüleceği ve güç kaybı yaşamaya başlayacağı için çöküş süreci hızlanacaktır. (bkz. Kehf 59).
Netice, Allah Teâlâ müminleri yüceltip aziz kıldığı gibi, O’nun âyetlerini inkâr eden ve peygamberleri öldürenleri (Bakara 61), Allah dışında birtakım âciz varlıkları tanrı edinenleri (Araf 152), Allah’a ve peygamberine düşman olup baş kaldıranları (Mücadele 20) kendilerini zengin ve güçlü sanan ve çevrelerinde de öyle zannedilen, bu sebeple Allah’a secde etmekten geri duranları (Kalem 43) ve kötülük yapanları (Yunus 27) hor ve hakir bir hâle düşürecektir. Bu noktada mü’minler izzeti, onuru; Allah, resulü ve muvahhit müminlerde aramalıdırlar. Başka yerlerde aramaya kalktıkları takdirde hor ve hakir bir konuma düşeceklerdir. Hem kendileri kaybedecek ve hem de dünyada tüm mazlumlar kaybedecektir.