Sarı ve yeşil istilası yaşıyoruz uzun zamandır. Her sokakta ev ve işyerlerinin camında o koca sarı veya yeşil kağıtlardan en az 2 tane görüyoruz. Şehrin göbeğinde benim bulunduğum sokakta 14 tane var. Hepsindeki yazı ortak: KİRALIK – SATILIK. Bu sarı yeşil istilanın en büyük sebeplerinden birisi; günümüz insanının, en büyük sıkıntılarından biriyle aynıdır: FAİZ.
Ülkemiz insanlarının pek çoğu “müslümanım” demesine rağmen, faizden kaçmamakta hatta koşa koşa gitmektedir. Kimi parasını vadeli hesaba yatırarak 1 koyup 2 almanın derdindeyken, kimi iş veya ev ihtiyacını faizli kredilerle karşılama peşindedir.
Müslüman insanların inancı olan İslam dinine göre faiz, insanı helak eden 7 büyük günahtan biridir. Peygamberin diliyle alan da, veren de, yazan da, şahitlik eden de lanetlenmektedir. Allah, faizle iştigal edeni kendisine ve peygambere savaş açmış saymaktadır. Peygamberimiz faizin başında çokluk olsa bile sonunda mutlaka azalma olacağını bildirmektedir. Allah, faiz malını mahvedeceğini bildirmektedir.
Ancak bütün bu kesin bildirilere rağmen, dünya malı heveslisi insanlarımız, sonunu düşünmeden koşa koşa faize gitmekte, hiç çekinmemektedir.
Kimi şarlatan ve şeytan uşağı birtakım meymenetsizler de değişik kılıflar uydurarak faize cevaz vermektedir.
“ey kavmim” çalışmalarımız kapsamında biz ve memleketteki pekçok aklı başında insan faizle ilgili uyarılar yapmakta. Ama bir türlü öğrenemedi insanımız, hala Allah’a kulaklar ve gözler kapalı bir şekilde faizin peşinden gidilmekte.
Ama merak etmeyin, Allah öğretir. Öyle bir öğretir ki, bir daha hiç unutulmaz.
Bakın Nasrettin Hoca bir konuyu nasıl öğreniyor:
Hikâye bu ya, bir kış akşamı Nasrettin Hoca hanımıyla evde otururken hanımı ertesi gün ne yapacağını sorar. Nasrettin Hoca’da “Hava soğuk olursa kızın evine gideceğim, hava güzel olursa da bahçeye gideceğim” der. Hanımı da “İnşaAllah de Bey” der. Bunun üzerine Hoca: “Hanım ben ihtimalli konuşuyorum, kesin konuşmuyorum ki, hava soğuk olursa kıza, iyi olursa bahçeye, inşaAllah diyecek bir durum yok” der.
Ertesi gün hava soğuktur, kar fırtınası vardır. Kızının evinin yolunu tutan Hoca’ya yolda Yeniçeri askerleri Konya yolunu sorarlar. Fırtınanın soğuğundan ellerini koynundan çıkaramayan Nasrettin Hoca kafa işaretiyle Konya yolunu gösterir.
Sen misin Sultanın askerlerine kafa hareketi yapan! Bu duruma sinirlenen yorgun askerler “Düş önümüzde” derler, “bizi Konya’ya kadar götüreceksin”.
Asker bu, karşı gelinir mi? O soğukta çaresiz Nasrettin Hoca Konya’ya git, gel, 10-15 günü dışarıda geçirir. Hanımı da kızı da merak ve üzüntü içindedir.
Derken bir gün Hoca’nın evinin kapısı çalınır. Hanımı içeriden seslenir:
“Kim o?” Nasrettin Hoca yorgun bitkin bir sesle “Aç hanım, inşaAllah benim” der.
Öğrenirsiniz, siz de illaki öğrenirsiniz, ama başlangıcını yaşadığınız büyük krizler, felaketler gelmeden öğrenin inşaAllah.
Dünya malı, para, lüks yaşam hevesi, zenginliğin verdiği saygınlık ve itibar, konforlu ve rahat bir hayatı bir ömür sürdürebilme hevesi, sizi öyle bir sarmış ki, Allah katında bir sivrisinek kanadı kadar değeri olmayan dünyaya göbekten, hiç ölmeyecekmiş gibi bağlanmışsınız. Oysa bakın bu kadar bağlı olduğunuz dünyanın değeri ne:
Bir gün Rasulullah, yol kenarına atılmış bir koyun ölüsü görür ve ashabına şöyle sorar: “Ne dersiniz, bu koyuna kaç dinar verirsiniz?”
Ashab: “Ey Allah’ın Rasulü, biz kulağı da kesik olan bu koyunun dirisine bile para vermeyiz ki ölüsüne versek” deyince Rasulullah şöyle buyurur:
"Canımı kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederek söylüyorum;
Allah katında dünya, bu ölü koyunun sizin yanınızdaki değerinden daha değersizdir. Şayet Allah dünyaya bir sivrisineğin tek bir kanadı kadar bile değer verseydi, yeryüzünde yaşayan tek bir kâfire bir yudum su bile vermezdi." (Tirmizi)
Bu kadar değersiz bir dünya için, hem dünyanızı hem ahretinizi yakmaya değer mi?
Allah’a göz göre göre isyan ediyorsunuz, sonu azaptır bunun. Bakın bu sözler boş sözler değildir, uyarıya kulak verin, nasihat alın. Yoksa bakın tarihte yaşanmış ne olaylar var:
Moğolların zalim komutanlarından Hülagü, Bağdat’a girer ve medrese, kütüphane, cami, ne varsa yakıp yıkar. Nehirler kırmızı akar günlerce Bağdat’ta insan kanından. Otağına Bağdat’ın âlimlerini çağıran Hülagü’nün çadırına giren her âlimin başı gövdesinden ayrı çıkmaktadır. Derken genç bir âlim olan Kadı Han girer Hülagü’nün çadırına ve Hülagü sorar:
“Söyle bakalım, beni buraya getiren sebep nedir?”
Kadıhan: “Seni buraya bizim amellerimiz getirdi. Allah’ın bize verdiği nimetlerin kıymetini bilemedik. Esas gayemizi unutup makam, mevki mal mülk peşine düştük.
Zevk ve sefaya daldık. Cenab-ı Hak da bize verdiği nimetleri almak üzere seni gönderdi” der.
Hülagü: “Peki, beni buradan kim gönderebilir?”
Kadıhan: “O da bize bağlı. Benliğimize dönüp ne kadar kısa zamanda toparlanıp, bize verilen nimetin kıymetini bilir, zevk ve sefadan, israftan, zulümden, birbirimizle uğraşmaktan vazgeçersek işte o zaman sen buralarda duramazsın”
Unutmayın, Allah öğretir. Gelin siz, güzel ve kolay yoldan öğrenin.