Bir iyilik yapmalı insan... Bir tohum ekmeli… Gölgesi sığınak olsun, güven merkezi olsun diye… Sonra onlardan başka meyveler yeşermeli, ardı kesilmeyen hayır kapıları açılmalı... Unutanlara da hatırlatmalı bunu... Unutulanlara umut olmalı… “Gelecekler…” diye bekleyenlerin gözleri yolda kalmamalı… “Onları beklemeyin, onlar öldüler, onlar unuttular, onlar kendi derdine düştüler…” diyenlerin ağızında kalmalı sözleri… Kendi dertlerimiz olsa da başkalarına derman olma hissiyatımız yok olmamalı…
Başkaları için değil kendimiz için yapmalıyız bu iyilikleri. Allah resulü, “Kalbi katılaşanlar için; yetimlerin başını okşamayı adres göstermişti.” Ümmetin sadece baba ve annesini değil asıl hamilerini kaybetmiş yetimleri var diğer memleketlerde. Zalim batının eline bırakılmış, beyaz rengi ve Müslümanlığı aynı karede düşünemeyen, beyaz insan görünce korkup kaçan evlatların olduğu yerler… Başka yönüyle yetimler yani... Bir baş okşanmalı, bir el sıkılmalı, bir gönle dokunulmalı… Ama tüm bunlar; “onlar” için değil, “kendimiz” için olmalı… Aslında iyilik hareketlerini biz başkaları için düşünsek de asıl kazancı kendimize dönüktür. Zekât, fakirden daha çok zenginini işine yarar. Onun içindeki cimrilik ve hırs duygularıyla malındaki kirleri temizler.
Biz on ay önce Burkina Faso’dan döndük. Oradan dönerken gönlümüzün orada kaldığını biliyordum. Aslında ben unutmadım, onlar çaldılar… Rengi kara, bahtı kara ama ufku açık insanlar… İşte şimdi “oraya yönelik bir iyilik projesi yapsak nasıl olur?” diye düşünürken, hayali bile gayet güzeldi. Ailemle paylaştığımda çocuklarımın, “kim gidecek?” diye nasıl ağladıklarını hatırlarım. Aklımızdan “acaba ne olur?” soruları geçse de yola koyulduk.
Sağlam bir ekiple yola çıkınca iki tonun üzerinde hediye kıyafet malzemesi toplanı verdi okulun deposuna. Bunlardan Afrika’nın iklim ve ihtiyaç şartlarına uymayan büyük bir bölümünü de bekletmeden dağıttık. Bir yüzü güldürmeli ama nerede olursa olsun fark etmezdi.
Türk Hava Yolları’ndan -sayı itibariyle beklentinin altında olsa da- biletlerimiz de geldi. Her aşamasında Allah’ın yardımını ve desteğini hissettik. Kimi dostların “Bu kadar işin altından kalkılmaz, eşyalar uçakla taşınmaz…” uyarısı ve düşüncesi olsa da umudumuzu hiç kaybetmedik.
Yaşlı bir velinin okula getirdiği kıyafet çuvalını hatırlıyorum. İçinde ne mi vardı? Onu taşıyan insanın yüreği, samimiyeti, bir fakire ulaşmanın aşkı vardı. Bunlar az olmayınca, taşımakta zor olmuştu. Zorlanarak taşıdığını hatırlıyorum.
Öğrencilerin “Hocam ne iyi oldu da buna başladık! Biz çok mutluyuz!” deyişlerini biliyorum. Öğretmen arkadaşların; “Hocam bunun tadı güzelmiş. İkinci dönem başka bir yer için hazırlayalım.” sözlerinin şahidiyim. Oysaki üzerleri tozlanmış ve yorgunlukları da aşikârken…
Allah her aşamasında ayrı bir tecelli ile yardım etti. Rengi kara da olsa istikbali aydınlık bir nesle bir şeyler ulaştırdık. Onların yüzündeki umudu ve neşeyi görmek her şeye değdi. Bizim için yeni ve ilginç yerler değildi elbette… Hayatı başının üzerinde taşıyan, kaza yapmadan bisiklet ve motorla yollarına devam eden, sırtında çocuğuyla helale tırmalayan kadınlar… Elinde tenekelerle dilenen çocuklar… Düz araziler, devasa BAĞBAP ağaçları…
Hem beyaz, hem de Müslüman birisinin elini sıkmak için sıraya giren insanların çokluğu… Bir tülü bitmeyen “hoş geldiniz” tören kuyrukları… Salavat ve dualarla karşılamalar… Hele bir de beraber fotoğraf çekilecekseniz, gözlerindeki o ışıltı… Size en iyi yeri ve en güzel şeyi ikram etmek için gösterdikleri özen… Hepsi görülmeye değer olan bize kazandıran şeylerdi.
Hiç tanımadığınız insanlardan Türkiye için duaları almak ve onların teşekkürlerine şahit olmak… Sonra anlıyorsunuz bunca badirenin nasıl atlatıldığını.
Sonunda tek şey dedik: Elhamdülillari rabbi’l-alemin…