Bir ülkeyi fethetmekle insanı fethetmek aynı.
İkisinin de en iç kalesine girmeden teslim alamazsınız. İnsanın iç kalesi gönlüdür. Gönül gönülle fethedilir. Sizi seven ve size güvenen kendini size teslim eder.
Ecdadımız binlerce yıldır gönül fatihleri yetiştirmiş, gönüller fethetmiştir. Kadim coğrafyamızdaki alperenler bunun şahitleridir. Ne zaman gerilediğimiz çok açık değil mi? Önce gönüllerden çıktık. Adalet, muhabbet ve sevgi eksikliği bizi dış surlara kadar geriletti. Zira gönül fetheden alperenlerin anahtarlarını yitirdik.
Kuran'ı giyinmek diye bir tabir var mı? Diye araştırdım bulamadım.
Eğer Kur'an bir insan şekline bürünseydi, herhalde buna en uygun örnek Peygamber sav olurdu. Sonra da varisleri.
Ve eğer Kuran'i öğretiler sadece bir sayfa ve kitap şeklinde gönderilse ve bu yeterli görülse zaten Peygamberler vasıtasıyla gönderilmezdi. Yaşanması, yaşatılması ve gösterilmesi gerektiği açıktır.
Öğrenmek yaşamak içindi eskiden. Öğrenilen, özümsenen ve yaşanan şey ancak bir elbise gibi üstümüzü örter ve gönül aydınlığını dışa yansıtır. Bu bilinen bir şey.
Kendi coğrafyamızdan örnek olsun diye söylüyorum, Gazali ya da Mevlana başkalarından farklı ne yaptı ki gönüllerimizi fethetti?
Bugün bu topraklarda yeniden yerden kalkmaya çalışan bizler ne yapmalıyız ki, yeniden gönül fatihleri olalım?
Bu kadar açık ve görünen bir şeyi görmek neden bu denli zor?
En güçlü olduğumuz ve bütün gönüllerin bize kendiliğinden açıldığı zamanlarda ne yapıyorduk?
Sultan Alparslan ne yaptı? Horasan Erleri, Gazaliler, Mevlanalar, Ertuğrul ve Osman Gaziler, Alaeddin Keykubat, Sadreddin Konevi, İbn-i Arabi, Hoca Ahmet Yesevi, Şah-ı Nakşibend?
Hepsi Kuran'ı, Peygamber sav den öğrendikleri gibi üstlerine giyinmedi mi? Kur'an sadece belli ırkların ya da toplulukların kitabı mı? Peygamber sav toplayan mı ayrıştıran mı? Bu saydığım insanlar güçlerini nereden aldılar? Kimden çekindiler ve kime saygı duydular? Ahlakı ve fazileti kimden öğrendiler?
Bütün bu soruların cevabı çok açık değil mi?
Geçen hafta Uluslararası Bosna Üniversitesi Yesevi Otağı öğrenci kulübünün davetlisi olarak Saraybosna'da idim. 17 Aralıkta Hz Mevlana'yı andık. Konuştuk halleştik. Yeni dostlar tanıyıp gönüllerimizi birbirine açtık.
Yeni Alperenleri görmek büyük bahtiyarlıktı. Ecdadın anahtarlarını yeniden bulmuş gibiydiler, heyecanlı, gayretli, istekli gönül fatihleri tanıdım kaldığım süre boyunca. Yıldıran Acar, Metin Boşnak, Ali Gürsel, Halil Brzina, Bünyamin Şahin,Abdullah, Emre, Bilgehan ve daha niceleri.
Bugün kullandığımız araçlar farklı, yaşadığımız dünya, yatıp uyuduğumuz yerler. Ne fark eder!
Topraktan yapılmış insan ve içine hazine saklanmış. Allah ezeli ve ebedi. Gönül Çalabın tahtı.
Kur'an'la giyinmiş, Peygamber sav ahlakıyla ahlaklanmış alperenler yine gönüller ve ülkeler fethedecek bundan eminim.
Ey insan! Hayatın bir zamanla sınırlı. Her kumaş örtmez üstünü. Ahlakla ve takvayla süslenebilirsin ancak.
Ne mutlu o adama kendisinden kurtulmuş, diriye ulaşmıştır!
Yazık o diriye ki ölü ile oturmuş, ölmüş; hayatını kaybetmiştir!
Allah Kur’an’ına kaçar, sığınırsan Peygamberlerin ruhlarına karışırsın.
Kur’an; Peygamberlerin, Allah’ın temiz ululuk denizindeki balıkların halleridir.
Fakat okur da dediğini tutmazsan farz et ki peygamberleri, velileri görmüşsün (inanmadıktan onlara
uymadıktan sonra ne fayda !). Mesnevi.I.1535-40.