Ahmet Altan bugün gazetesindeki köşesinde gazetesi yazarı Halil Berktay'ın başlattığı ve sol siyasetten gelen iki yazarının istifasıyla sonuçlanan süreci ilginç bir şekilde yorumladı.
Yazısında ne Berktay'ın ne de Ümit Kıvanç ve Nabi Yağcı'nın ismini anan Altan Sessiz Sinemanın ünlü ismi Greta Garbo üzerinden yaptığı gönderme ile Taraf'tan ayrılan iki yazarı "bugünün gerçeklerini görmemek, ezberlerini ve zihinsel tembelliklerini bir kahramanlık gibi sunmak" ile suçladı.
İşte Altan'ın köşesinde Ümit Kıvanç ve Nabi Yağcı'ya şiirsel bir eleştiri ile kaleme aldığı o yazıdan çarpıcı bir bölüm:
GRETA GARBO EFSANESİNİ YAŞATMAK İÇİN YAŞAMAKTAN VAZGEMİŞTİ
"Sessiz sinemanın büyük yıldızı Greta Garbo, sesli filmler yapılmaya başlanınca “efsanesini sürdürebilmek” için sahneden çekilmiş, kimselere görünmediği münzevi bir hayatın içine saklanmış, insanların hafızasında kendisini sinemadaki o son görüntüsüyle dondurmuştu.
“Efsanesini” yaşatabilmek için yaşamaktan vazgeçmişti.
Bugün Türkiye’de “sol”un bir bölümünün garip bir “Greta Garbo sendromu” yaşadığından kuşkulanıyorum.
Bir zamanlar yüzbinleri harekete geçirebilen “sol”, o geçmişin içine saklanarak, yaşamaktan ve kendini tartışmaktan kaçarak, hayatın içinde varlığını sürdürmekten kaçınarak “efsanesi” için kendini feda ediyor.
BİR ZAMANLAR SÖYLEYECEK SÖZÜ OLAN SOL...
Bir zamanlar, izbe mahzenlerde teksir makineleriyle bildiriler basıp sokaklarda dağıtacak, başka bir fraksiyon tarafından vurulmayı ya da yakalanıp poliste işkence görmeyi göze alarak duvarlara yazı yazacak kadar “anlatma” isteğiyle dolu olan, anlatacak lafı olduğuna inanan “sol”, bugün önünde açılan gazete sayfalarına omuz silkecek, konuşmaktan imtina edecek kadar gerçeklerden, tartışmadan, hayattan korkuyor.
Bugünkü lafı tükenmiş yorgunluğun, geçmişteki coşkulu macerayı da silikleştireceğinden endişe ediyor.
Son tartışmalarda, hep bildiğimizi bir kere daha gördük, uzun yıllar “solu” temsil eden sosyalizm bu ülkede “akıl” üzerine değil “duygu” üzerine bina edilmiş, ezilen, sömürülen insanlar için duyulan o taşkın duyguların “sol” ya da “sosyalist” olmaya yeteceğine inanılmış. (...)
DEĞİŞİMİN ÖNCÜLERİ YORULDU
Hâlbuki “solu” yeniden tanımlamaya hayati ihtiyaç duyduğumuz bir noktadayız.
Türkiye’de son yıllarda “değişimin” öncülüğünü yapan, askerî vesayeti bitiren, demokrasiyle bağlar oluşturmaya çalışan “muhafazakâr görünümlü” uluslararası sermayenin temsilcileri yoruldu, artık değişimin değil statükonun temsilciliğine soyunuyorlar.
Burada “sol”, teknolojinin değişimiyle tarihten kaybolmaya yüz tutan “proletaryanın” yani tek bir “sınıfın” değil, demokratikleşmeyi ve değişmeyi arzulayan her sınıftan, zümreden insanın ortak hareketine dönüyor.
Bugün bu hareketin, bu değişim arzusunun siyasi bir karşılığı yok toplumumuzda ama bu siyaset mutlaka bulunacak, bunun temsilcileri mutlaka ortaya çıkacaktır.
(...)Toplumların, sınıfların ve çelişki biçimlerinin değişmeyeceğini sanarak “sol” olmak imkânsızdır, bunların değiştiğini kabul ediyorsanız o zaman da bu yeni değişimlere uygun bir “sol siyaset” bulmanız gerekir.
İSTERSENİZ GARBO GİBİ EVLERİNİZE SAKLANABİLİRSİNİZ
Bu siyaseti geçmişteki hatalarla yüzleşmekten korkarak, o hataları ortaya koyanlara kızarak, “kariyerist” jestlere sığınarak bulamazsınız, tartışarak, geçmişin hatalarıyla yüzleşerek, o hatalardan arınarak ve bugünkü toplumla ilgili analizleri yaparak bulabilirsiniz ancak.
Sol, geçmişteki bir efsane değildir.
Sol, her toplumda daima varolan ve varolacak bir gerçektir.
İsterseniz Greta Garbo gibi evlerinize saklanabilir, bugünün gerçeklerini görmeyebilir, ezberlerinizi ve zihinsel tembelliğinizi bir kahramanlık gibi sunabilirsiniz.
Sizi hayırla ve dostlukla yâd eder, solun her zaman varolacağını, hiçbir biçime mahkûm kalmadan hayata uyum sağlayarak akacağını bilerek biz değişim kavgamızı sürdürürüz.