Taraf Gazetesi Başyazarı Ahmet Altan, Taraf'ın 'manşeti değiştir Fatih' manşetini Akif Beki'nin gönderdiği açıklama ile birlikte yorumladı. Devlet-para-medya ilişkileri ile ilgili bazı gerçeklere değinen Altan, bir konuda Beki'den özür diledi.
Altaylı ile Beki arasında geçtiği iddia edilen konuşmadaki 'vahamet'e dikkat çeken Ahmet Altan, geçmişte darbe girişimlerine çanak tutan gazetecilere verdi veriştirdi.
Altan'ın sert göndermelerinden, Nedim Şener ve bazı gazetecilerin tutuklanması sonrası 'basın özgürlüğü' bahenesiyle sokağa dökülen gazeteciler de nasibini aldı.
Ahmet Altan'ın iğneli göndermeler yaptığı yazısı:
"Basın ve para gerçekleri
Bize İktisat Fakültesi’nde, dünyanın “sosyal mobilitesi” en yüksek ülkelerinden birinin Türkiye olduğunu okutmuşlardı.
“Sosyal mobilite” demek, “sınıf” atlama imkânlarının çok yüksek olması, fakirlikten zenginliğe yükselme ihtimallerinin önünde sert engeller bulunmaması demek.
Bizim gittikçe artan zenginlere bakarsanız, aralarında “kökten zengin”, şöyle beş altı kuşaklık zenginin pek olmadığını, “yeni zenginleri” reddedecek bir burjuva sınıfının da, burjuva değerlerinin de burada henüz “neşv-ü nüma” aşamasını geçemediğini görürsünüz.
“Fakiri zengin” etme mekanizması, bu ülkede “devlet” eliyle işletildiğinden, zenginlerin çoğu “devletçi” reflekslerinden, devlete bağımlılıktan kurtulmakta zorlanmıştır.
Şimdi zenginleşme “denetimi” devletin elinden çıktı.
Ama “sağlam bir iş ahlakı” ve bu ahlakı güvenceye bağlayacak yasaları henüz oluşturamadığımız için, “paranın” etrafındaki kavga da çok sert oluyor.
Ülkenin en ünlü ses sanatçılarından birinin “ticari ilişkiler” yüzünden vurulduğu söylentileri, şimdilerde kontrol altına alınmışa benzeyen “çek-senet” mafyalarının bir ara neredeyse her sokak başında iş görmesi, yeni yeni kapitalistleşmeye uğraşan bir ülkenin yaşadığı hercümercin işaretleri aslında.
Para etrafındaki bu fırdöndüyü her kurumda, her olayda görürüz.
Bütün askerî darbelerin de, bu darbelerin etekleri altında zenginleşmeye çalışan medyaya da biraz bu açılardan bakmakta yarar var.
Şu günlerde sahipleri Ergenekon üyeliğinden tutuklanan minicik ODA TV’nin bile “milyon dolarlık” televizyon alışverişlerine, siyasi destek bularak girmesi zaten bize para-medya ilişkileri konusunda epeyce fikir veriyor.
Devlete yakın olmanın, gazetecilere “sağlam” bir getirisi var bu ülkede.
Devlet-para-medya ilişkileri burada hep birarada var olmuştur.
“Parayı veren” medyayı kontrol etmek ister, bazen de kontrol eder.
Son olarak Fatih Altaylı ile Akif Beki arasında çıkan tartışma bu konuda somut bir örneği ortaya koyuyor.
TMSF’nin el koyduğu Sabah gazetesini yöneten Altaylı’ya, Başbakan Erdoğan’ın basın danışmanı telefon edip, “manşetin nasıl atılacağı” konusunda talimat veriyor.
Hürriyet gazetesinin de bu talimat doğrultusunda manşetini düzenleyeceğini söylüyor.
Altaylı bu talimatı dinlemiyor.
Önceki gün, bizim gazeteye bir açıklama yapan Akif Beki, özetle “yayın yönetmenleri bazen başbakanlık perspektifini almak için beni arardı, bazen de ben onları arardım. Fatih Altaylı da buna dahildir...
Ne ben buyurgan bir dil kullanırdım, ne de onlardan biri Fatih’in aktardığı şekilde posta koyardı,” dedi.
Beki’nin “konuşmalar olduğunu” kabul eden ama “böyle bir konuşma olduğunu” doğrulamayan açıklamasını, biz Altaylı’nın yazısını “manşeti değiştir Fatih” sözleriyle yayınladığımız haberin spotunda, biraz fazla “kestirmeci” bir kısaltmayla “evet oldu” diye vermişiz.
Bugün Beki’nin bu konudaki açıklamasını da yayımlıyoruz.
Bu “kestirmecilik” için ben de ayrıca Beki’den özür dilerim.
Ama bu, Altaylı’nın “tanıklar önünde” yaşandığını söylediği ve ayrıntılarını verdiği olayın vahametini azaltmıyor.
Başbakan, TMSF denetimindeki gazetenin yayın yönetmenini aratmış, ayrıca Hürriyet gazetesinin Altaylı’nın tarif ettiği biçimde haberi yayınlaması da, gazetelere bir talimat verildiğini kanıtlıyor.
Devlet, gazete, para ilişkilerindeki tek çirkin örnek bu değil.
Bugün, “basın özgürlüğü” için gösteriler yapan gazetecilerin bir kısmı, basına en fazla paranın dağıtıldığı 28 Şubat döneminde “üst düzey” gazeteciydiler.
Yönetimi ele geçiren ordunun nasıl para dağıttığını yakından bildiklerinden “darbelerin, Ergenekon’un” ortaya çıkmasından da pek hoşlanmadılar.
Bugün Yıldıray Oğur, İsmet Berkan’ın “Asker Bize İktidarı Verir mi” isimli kitabından bir anekdotu yazdı.
2004 yılında Aydın Doğan’la birlikte generallerin davetine “icabet eden” dönemin Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Yılmaz, o görüşmeden sonra Berkan’a “kafayı yemiş bunlar, bıraksan darbe yapacaklar ama cesaretleri yetmiyor” demiş.
Generaller, “darbe yapmak istediklerini” gazetecilerden saklamak gereğini duymuyorlar.
Peki, gazeteciler bu “isteğe” direnen bir yayın politikası izliyorlar mı?
Darbe planlarının birbiri ardına hazırlandığı, generallerin hükümeti devirmek için plan üstüne plan yaptığı bir dönemde, gazeteciler gerçeği biliyor ama yazmıyor, darbeleri açığa çıkarmak için parmaklarını bile kıpırdatmıyorlar.
Şimdi ise “basın özgürlüğü” mitinglerine basın kahramanları olarak katılıyorlar.
Tamam, bir haksızlığa kurban gittiklerini düşündüğümüz Şener’le Şık’a sahip çıkalım ama bu “medya” özgürlüğe çok düşkünmüş, her zaman özgürlüğü savunduğu için bugün de özgürlüğe sahip çıkıyormuş gibi gerçek dışı görüntüler yaratıp sahtekârlık etmeyelim.
Sizin insanları samimiyetinize inandırmanız için, önce bütün gerçekleri açıklamanız gerekir, 28 Şubat’ı, Ayışığı’nı falan bir anlatın hele, ondan sonra konuşalım."
AKİF BEKİ'NİN KONU İLE İLGİLİ TARAF'A YAPTIĞI AÇIKLAMA
Eski Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki, Radikal yazarı Akif Beki, Taraf ’ın önceki gün “Manşeti değiştir Fatih” başlığıyla yayımlanan haberin birinci sayfadaki spotunda geçen “Evet, oldu” sözlerinin gerçeği yansıtmadığını söyledi.
Taraf ’ın haberinde, Başbakan Erdoğan’ın “Manşetlere karışmadık” sözleri üzerine Fatih Altaylı’nın, Akif Beki’nin Sabah’taki bir habere nasıl müdahale ettiğini anlatan yazısı yer almıştı. Haberde ayrıca Beki’nin görüşlerine de yer verilmişti.
Akif Beki, Taraf ’a şunları söylemişti: “Buna benzer çok olay yaşandı benim görev dönemimde. Ama şöyle olurdu. Memlekette önemli bir siyası gelişme yaşandığında Başbakanlık’ın perspektifini almak için yazılmak veya yazılmamak kaydıyla çoğu zaman yayın yönetmenleri beni arardı. Benim aradığım da olurdu. Fatih Altaylı da buna dahildir. Ben onlara Başbakanlık’ın bakış açısını aktarırdım. Gerisi onların takdirine ve tasarrufuna ait kalırdı. Ne ben manşetlere müdahale anlamına gelecek buyurgan bir dil kullandım ne de onlardan biri Fatih’in aktardığı şekilde posta koydu. Dolayısıyla Fatih Altaylı’nın kendisine fazladan şahsi paye çıkardığı yazısını fazla ciddiye almamanızı öneririm.”