“Sen kimsin?”
Bu soruyu, bu tonlamayla sorma hakkının yalnızca kendinde bulunduğuna inanan bir havası bulunuyor.
Sanıyorum aynı sorunun aynı şekilde kendisine sorulabileceğini hiç aklına getirmiyor.
“Peki, sen kimsin?”
Gördüğümüz, izlediğimiz, bazen hayranlıkla alkışlayıp, bazen hayretle eleştirdiğimiz bu “kalabalık kişilik galerisindeki” Erdoğan portrelerinden hangisi asıl Erdoğan’a tekabül ediyor?
“Komşularıyla sıfır sorun” politikasını izleyen, dünyanın saygı gösterdiği “yaratıcı ve parlak” diplomat Erdoğan mı sensin?
Yoksa, Ermeni protokolünü önce imzalayıp sonra vazgeçen güvenilmez politikacı mı sensin?
Kürt açılımını başlatan “cesur” lider mi sensin?
Yoksa Habur’daki olayları görür görmez çark eden, pısan, geri çekilen, kendi başlattığı açılımı sürdürmeyi beceremeyen ürkek adam mı sensin?
“Yaradılanı severiz Yaradan’dan dolayı” diyen, her ırkı, her inancı, her kavmi kucaklayan hoşgörülü Müslüman mı sensin?
Yoksa, Ermeni politikaları çıkmaza girince İstanbul’da ayda dört yüz liraya çalışan zavallı Ermeni kadınını “sınır dışı” etmekle tehdit eden, Hazreti Muhammed’in “veda hutbesini” unutan milliyetçi mi sensin?
Ergenekon soruşturmasını başlatan, devlet içindeki çetelerin üstüne yiğitçe giden “hukuk sever” lider mi sensin?
Yoksa, “Ergenekon’un avukatıyım” diyen Deniz Baykal gibi “İttihat Terakki çetelerinin avukatlığına” soyunan “çetesever” politikacı mı sensin?
Askerlerin darbe girişimleri karşısında dik duran, boyun eğmeyen, direnen, mücadele eden “büyük lider” mi sensin?
Yoksa “darbeci” İttihatçıların cinayetlerine sahip çıkan, savunan, mazeretler uyduran “darbesever” mi sensin?
Gazze’deki İsrail vahşetinin kurbanı olan çocukların kahraman ve pervasız savunucusu mu sensin?
Yoksa Güneydoğu’da taş attıkları, şarkı söyledikleri, ıslık çaldıkları için hapislere tıkılan çocukları kurtarmaya bir türlü cesareti yetmeyen yönetici mi sensin?
Avrupa Birliği’ne üye olmak için en ciddi adımları atan çağdaş adam mı sensin?
Yoksa, tarihteki bir suçun altını çizdikleri için çeşitli ülkelerden büyükelçilerini çekip, içe kapanmaya doğru giden İttihatçı mı sensin?
Davos’ta dünyaya meydan okuyarak dünyanın saygısını kazanan dünya lideri mi sensin?
Yoksa içerde MHP’ye üç beş oy kaybedeceğim diye MHP’lileşen kasaba politikacısı mı sensin?
Dersim’e “katliam” diyecek cesarete ve tarih bilgisine sahip entelektüel mi sensin?
Yoksa, İttihatçıların Almanlarla birlikte işledikleri cinayetleri “ben Müslümanlar soykırım yaptı dedirtmem” diye sahiplenen “tarih cahili” mi sensin?
27 Nisan muhtırasına dimdik karşı çıkarak ülkenin kaderini değiştiren “kahraman” mı sensin?
Şemdinli’de savcıyı harcayan ürkek adam mı sensin?
Anayasayı değiştiren “demokrat” mı sensin?
Seni eleştirenlere kızınca hemen onları suçlayan, suçlama hakkını kendinde gören, “Türkiye’nin çıkarlarını savunmuyorlar” diye ucuz polemiklere başvuran “tehditkâr” adam mı sensin?
Sen kimsin?
Ve böylesine çelişkilerle doluyken sen ne cüretle, hangi kendini beğenmişlikle, yaptığın her hamleye alkış bekler, bütün çelişkilerinin aynı hayranlıkla kabul edilmesini isteyebilirsin?
Hangi körlük, yaptığın hataları eleştirenlerin “suçlu” olduğuna seni bu kadar kolay inandırır?
En akıllı, en cesur, en yiğit, en dürüst olduğuna ve senin dışındaki herkesin de “zaafları” bulunduğuna mı inanıyorsun?
Sen, sadece senin kavga edebileceğini, senden başka kimsenin kavgaya giremeyeceğini mi sanıyorsun?
Siyaset sahnesinin şu anda en cesur, en ilerici, en dürüst olanı sensin ama bu ülkedeki en dürüst, en cesur, en ilerici olan sen değilsin ve hayat sadece siyaset sahnesindekilerden ibaret değil.
Çelişkilerle dolu olmak belki politikacılığın gereklerindendir ama bütün bu çelişkilere alkış beklemek, alkışlamayanları suçlamak için ucuz polemiklere dalmak da neyin nesi?
İyi bir insana da, –senin sevecen dindarlığını hatırlayarak söylersek- iyi bir Müslüman’a da yakışan tevazu, dürüstlük, şefkat, cesaret, hakkaniyet, adalettir.
Öyle davrandığında alkış ananın ak sütü gibi helaldir.
Ama haksızlık ettiğinde eleştirenlere saygısız bir hoyratlıkla “sen kimsin” diye bağırdığında duyacağın sadece sevimsiz bir yankıdır.
“Peki, sen kimsin?”
AHMET ALTAN-TARAF