Bir medeniyet, komşularından her gün bir şeyler alır ve bunları yeniden yorumlar, özümler. Her medeniyet, ilk bakışta mal yüklenen bir tren garına benzer. Mallar sürekli gelmekte, başkaları sürekli gitmektedir der, medeniyetler tarihçisi, F. Braudel.Eğer siz, farklı medeniyetlerle aynı dünyâyı paylaşıyorsanız, komşular arası ilişkilerin kaçınılmaz olduğu gibi, medeniyetler arası ilişkiler de kaçınılmazdır. Dışa açılmak, farklı kültür ve medeniyetlerle yüzleşmek, gerilemeyi değil, pozitif anlamda ilerlemeyi, düşünce üretimini ve mevcut duruma yeni artılar katmayı; husûmeti önceleyen bir siyaset ve düşünce izleme ise, içe kapanmayı, tarih dışılığı, negatif anlamda gerilemeyi beraberinde getirir. Bunu test etmenin en basit örneği, köyde yaşayan kişinin şehirde yaşayan kişiye göre durumu, Konyada, Sivasta yaşayan bir kimsenin İstanbulda, Ankarada yaşayan kimseye göre durumu gibidir. Hatta, Anadolunun herhangi bir üniversitesinde okuyan bir öğrencinin durumuyla İstanbulda üniversite okuyan bir öğrencinin durumu çok çok farklıdır. Bu sosyal ve kültürel gelişmişlik alanında değişimin farklılaştığını hemen ortaya koyar. Büyük şehirlerde okumak bir-kaç üniversite okumaya bedeldir. Şehir ortamı, kültür ve medeniyet alanında gelişmeye ayrıca büyük katkılarda bulunur. Yine sorunlara, İstanbul ve Ankaradan bakmakla, Erzurum ve Hakkariden bakmak, farkı fark ettirir. Demek istediğim, farklı dünyalarla tanışmak ve karşılaşmaktan korkmamak lazım. Eğer, İslam medeniyeti tarihte zirvelere oynamışsa bunda, farklı kültür ve medeniyetlere açık olmanın da payı vardır. Elbette medeniyetler arasında etkili ve dengeli ilişkilerin rayına oturabilmesi için karşılıklı güç dengelerine paralel bir siyaset izlenmelidir. Medeniyetler arası ilişkilerin verimli olabilmesinin vazgeçilmez şartı da karşılıklı güven ve saygı esasını göz ardı etmemeye bağlıdır. Yani taraflar, birbirlerine takiyye yapmadan olduğu gibi açık olmalıdırlar. Türkçemizde kişi bilmediğinin düşmanıdır şeklinde bir söz vardır. Meramımızı bu söz çok güzel anlatır. Tanımak nasıl olacak? Karşılıkla konuşma, başka bir ifade ile diyalogla olacaktır. Bu kavramdan da korkmamak lazım. Miladi 10.yüzyılda olduğu gibi, medeniyetimizin yeniden çiçeklenmesini istiyorsak, farklı medeniyetler arasında fikri ve kültürel karşılaşmaya ihtiyaç vardır. Bunun adı, medeniyetler ittifakı, diyalog, dindarlar arası iletişim, din ve barış organizasyonları vb. isimler taşıyabilir. Her zaman bu kavramlara kuşkulu bakmamak gerekir. Maalesef ülkemizde bazı kesimler aşırı derecede muhabbetle bu tür karşılıklı alış-verişlerden yana bir siyaset izlerken, bir kısmı da aşırı derece düşmanca bir siyaset izlemeyi tercih ediyor. Halbuki Müslüman, itikadî ve ibadî hayatından tutun da insanlar arası ilişkilere varıncaya kadar vasat/mutedil bir yöntem takip etmelidir.İslamda diyalog değil, tebliğ vardır demek, sadece mantık oyunudur bence. Katıldığımız toplantılarda eğer bunun adına tebliğ diyorsanız, çok güzel tebliğ yapılıyor. Kurduğunuz sıcak ilişkiler sayesinde en azından farklı medeniyet mensuplarını zararsız bir duruma getiriyorsunuz. Unutmayalım ister adına dindarlar arasında diyalog ya da dinler arası diyalog deyin-burada önemli olan isimlendirmelere takılmak değil, içeriğine bakmak gerekir- bu tür organizasyonlardan, en çok da farklı kültür ve medeniyete mensup olan insanlar istifade etmektedir. Çünkü biz Kuranda insanlarla en güzel bir şekilde mücadele etmekle emrolunduk. Eksiklik, ilke açısından dinler ya da medeniyetler arasında diyalog toplantılarında değil, Müslüman akademisyen, âlim, bilim adımı, siyasetçi, mütefekkir, entelektüel vb. kimselerin bu diyaloga yeterince hazırlanmamış olmalarında ve gerekli ilgiyi göstermemelerindedir. Daha doğrusu çağını iyi anlamış, alanında mütehassıs üstün yetenekli insanlara ihtiyaç vardır. Şunu tartışabiliriz. Elbette, diyaloglarda dikkat çekici bir eksiklik vardır. Bu eksiklik, iki taraf arasındaki dengesizliktedir. Hıristiyanlık mesajını iletmede Vatikan ya da Dünya Kiliseler Birliğinin ekonomik ve siyasi gücünü arkasına alarak hareket ederken, İslam her türlü engellemelere rağmen bizatihi kendi manevi gücüyle bütün bir dünyada zaferler gerçekleştirmektedir. Benim geçmiş bir yazımda sözünü ettiğim Mevlânâ ve Akmanastır örneği eşliğinde Sille Platformunu dile getirmem, Silleye gayr-i Müslim iskan etme teklifi değildir. Popülizm ve aşırı duygusallığa vurgu yapmak kolaydır, sahibine geçici tatmin sağlayabilir, ama tribünlerde oturanlara, gelecekte büyük zararlar verecektir. Benim böyle bir platformu dile getirmem en azından yerel ölçekte de olsa; âlimlerimizi, aydınlarımızı, bilim adamlarımızı, akademisyenlerimizi, mütefekkirlerimizi ve siyasetçilerimizi düşünce üretme merkezi kurma yolunda bir projeye davet etmekti. Şunu açık yüreklilikle ifade edeyim ki, artık, insanlara teorik anlamda kurtuluş; Kuran ve Sünnete dönmektir çağrısını literal/harfî okumaktan öte, bu iki kaynaktan ve ümmetin zengin mirasından yararlanmak suretiyle çağımızda modernitenin meydan okumalarına karşı dini yorum, dini düşünce, iktisat, hukuk, eğitim, insan hakları, sanat ve edebiyat, kentsel yerleşke, üniversite vb. pek çok alanda evrensel ölçekte alternatif projeler üretmekten geçiyor. Gelin bu noktalar üzerinde büyük düşünelim, oluşturacağımız fikir üretme merkezlerinde kafa yoralım. Sadece kendimizi değil, nesillerimizi, bütün bir insanlığı kurtaracak büyük projelere imza atalım. İşte o zaman Âkifimizin dediği gibi, İslamı asrın idrakine söyletebilir ve büyük medeniyetimizin kaldığı yerden tarihi yürüyüşüne devam etmesinin yolunu açabiliriz.