Bu köşede zaman zaman dünle bugün arasındaki farkı, dün daha güzeldi meyanında siz değerli okuyucularıma anlatıyorum. Bazen bu konuya fazlaca temas ettiğimi düşünebilirsiniz ki, ben de kimi vakit böyle vehmediyorum. Ancak geçmişin iyi anlaşılması ve kıymet atfettiği şeylerin bugüne ışık tutması, bugünün gençlerini aydınlatması gerekli diye düşünüyorum. Geçen gün televizyonda bir haber bülteninde ilginç bir araştırma dikkatimi celp etti. Modernleşmenin bu kadar belirli olmadığı yıllardan, bugün iki kat daha fazla çalışıyormuşuz, üç kat daha fazla tüketiyormuşuz. Fakat on kat daha fazla mutsuzmuşuz. O günleri şöyle bir düşününce, bu araştırmanın doğru olduğu, hatta farkın daha büyük olabileceği düşüncesine kapıldım.
1980’den sonra gerçekten de çok hızlı bir modernleşme yaşandı ülkemizde. Evlerimiz, arabalarımız, iş yerlerimiz, okullarımız, stadyumlarımız, çarşılarımız, yollarımız, köprülerimiz hem çoğaldı hem de inanılmaz bir konfora, gösterişe kavuştu. Teknolojinin ürettiği aletler, işte erkeklerin, evde kadınların rahatına hizmet ediyor ve artık kadınlar da iş hayatına daha görünür bir şekilde atılmış duruma geldi. Bu hem evin düzenini değiştirdi hem iş hayatını farklı bir ortama taşıdı. İyi ya da kötü olması başka bir yazının konusu ama modernleşme bu boyutuyla hem üretimi artırdı hem de tüketimi. Bu aynı zamanda dünyanın rezervlerinin de talan edilmesine yol açtı. Geçim, kadının da çalışma hayatına katılmasına rağmen daha da zorlaştı. Evde annesiz büyüyen çocuklar mutsuzluğa düştü, kadın ve erkek daha stresli bir karaktere büründü. Yukarıda bahsettiğim araştırmanın sokak röportajlarından birisinde yaşlıca bir hanımefendi; “ Bizim çocukluğumuzda bir tek babam çalışırdı, dokuz nüfuza bakardı ve hiçbir şeyden de yoksun değildik “ dedi. İşte en önemli olan söz burada gizliydi bence. Bugün modern olma adına, daha çok israf etmek için, daha fazla çalışmak zorunda bırakılıyoruz.
Sosyal hayatın öncü düşünürlerinden İbni Haldun; “ Medeniyet insanların madde karşısında zaaflarının ve maddi gelişmeye mahkûm olmalarının somutlaşmış halidir. Medeniyet toplum yapısını ve insan kişiliğini karşılıklı olarak bozar, kokuşturur “ diye daha o yıllarda bir tespitte bulunmuş. Mezkûr araştırmanın sonuçlarını ve İbni Haldun’un bu sözünü yan yana koyup düşündüğümüz zaman, peki neden böyle oluyor? Sorusu kafamızı zorluyor. Dünya tarihine baktığımızda, modern, seküler anlayışla geliştirilen hayat tarzı ile, tabii ve ilahi düzenin uyuşmadığını, uyuşmadığı gibi ters düştüğünü çok açık bir şekilde görebiliriz.
“ Altın ateşle, kadın altınla, erkek kadınla erir “ Pythagoras’ın bu sözü sanki bugünkü manzarayı özetleyiveriyor. Alt üst edilen insani değerler, kapitalizmin kışkırtıcı kurallarıyla insanlığı bir uçurumun kenarına doğru itiyor. Altını eriten düzen, kadını altınla, erkeği de kadınla eritiyor. Madde putlaşıyor, maneviyat buharlaşıyor. Maddede eriyen ise gençliğimiz, geleceğimiz oluyor böylece. Victor Hugo; “ Kadınlar zayıftır ama analar kuvvetlidir “ diyor. Kadınların kadınlığını özgürleştiren medeniyet, onun elinden analığını alıyor ve zayıf düşürüyor. Kadının zayıf düştüğü bir toplumda erkek yapayalnız kalır ve hiçbir şeyi başaramaz.
Fontenelle; “ Mutluluğun en büyük engeli, daha fazlasını beklemektir “ diyor. Öyleyse mutluluk yetinmek demektir. Daha fazlasını isteyen risk alır, risk sonuca varıncaya kadar endişe verir. Endişe ise insanı tedirgin kılar. Günümüzde alınan risk bir sonuca bağlanmadan başka bir riskle yer değiştiriyor ve insanı başka bir endişe içinde tutuyor. Bu modern hayatın kurguladığı bir şey zaten. İnsanın zaafını çok iyi görmüşler ve böyle bir dünya tasarlamışlar.
Bugünün hastalıklarından kurtulmak istiyor muyuz? Yoksa halimizden memnun muyuz? Celladımızı durdurmak istiyor muyuz? Yoksa ona aşık mı olduk? Bu akışın içinde kalmak mı istiyoruz? Yoksa bu akışı durdurmak mı? Eğer ikinci sorulara olumlu cevap veriyorsak o zaman bu hayatın karşısına çıkmak gerekir. W. Churchill; “Uçurtmalar rüzgâr gücüyle değil, o güce karşı koydukları için yükselirler” der. Mutlu olmak, iyi olmak, yükselmek istiyorsak, bunlara engel olan nedeni bulup onun karşısına geçmek ve mücadelemizi o minval üzere vermemiz gerekir.
Kapitalizmi, kapitalizmin içinde kalarak yenemeyiz, kanaat ekonomisine geçmemiz ve hayatımızdaki yanlışlardan dönmemiz en önemli atılımımız olacaktır. Hayata hevamızı azdırmaya değil, hakikati bulmaya geldik. Bunu idrak etmeden ne hastalıklarımızdan kurtulabiliriz ne de geleceğimizi inşa edebiliriz.
Sevgiyle kalın.