“Geçen yüzyılın en büyük sporcusu Naim Süleymanoğlu çok genç bir yaşta, 50 yaşında hayata gözlerini yumdu.”
Bu haberi duyduğumda bir anda gözlerim dolu dolu oldu…
Onun ilk kez Türkiye’ye geldiği gün gözlerimin önünden geçti…
Türkiye’ye iner inmez yere eğilerek bu memleketin toprağını öpüşü aklıma geldi…
Daha sonra ne mutlu bize ki o büyük sporcunun başarılarına şahitlik eden bir nesil olduk….
Hayatı olay, başarıları olay bir büyük Türk’tü Naim…
Evet, televizyon spikerinin “Haydi Naim, haydi Naim, haydi Naim” çığlıkları eşliğinde kendi ağırlığından üç katı fazla halteri adeta devleşerek kaldıran “cep herkülü” artık aramızda değil…
Ve maalesef hayatı olay başarıları olay olan bu büyük sporcunun kıymetini yaşarken bilemedik…
Böyle bir sporcuya sahip ülkeler nadir sayıdadır.
Onlar o sporcularının büyüklüklerinin idrakinde olarak her zaman sahip çıkarlar sporcularına…
Biz ise onların büyüklüklerini kaybettiğimizde anlarız, bu da sadece birkaç günlüktür…
Sonra yine unuturuz bizi başarıdan başarıya koşturan bu büyük değerleri…
Ancak O’nun yalnızca spor başarıları değil hayatı başlı başına bir büyük hikayedir…
O da tıpkı Muhammed Ali gibi bir başkaldırının sembolüdür…
O bir Demirperde ülkesi olan Bulgaristan’da doğmuştu…
Spor hayatına bu ülkede başlamıştı…
Başarılarını ilk önce bu ülke adına kazanmıştı…
O başarılarıyla bu Demirperde ülkesinde de çok tanınıyor seviliyordu…
Yani bir eli yağda bir eli balda bir hayat sürmesi için hiçbir neden yoktu…
Ancak özgürlük ve Türklük şuuru Naim için bu başarılardan daha da önemliydi…
Bu nedenle bir gün adeta filmlere konu olan bir kaçış gerçekleştirdi öz vatanına…
Naim 1986 Dünya Halter Şampiyonasında Melbourne’de Dünya Şampiyonluğunu kazandıktan sonra bir anlık boşlukta kafileden ayrılır, bir cafe’de oturur, sonrasında ise Cafe’nin tuvaletinden kaçarak, Türk taksicilerin olduğu bir yere getirilir, sonra Londra sonra İstanbul….
Yıllarca özlemini çektiği Türkiye’ye ayak basmıştır…
Ve günlerce konuşulur bu olay…Diplomatik kriz olur…
Ancak şurası muhakkak ki Demiperde’nin dağılma sürecinin ilk işaret fişeği gibidir Naim’in özgürlüğe ve öz vatanına kaçışı…
1988 Yılında Seul’de bizi mutluluktan gözyaşlarına boğar, kırmadığı rekor kalmaz…
6 Dünya, 9 Olimpiyat rekoruyla O yıl Times dergisine kapak olur…
Bütün bu başarılara rağmen yine de bize “Burası Türkiye” dedirtecek şeyler de bu Büyük Şampiyonun başına gelir…
Gazi Üniversitesinde Beden Eğitimi Bölümünde Halter hocası tarafından Halter dersinden sınıfta bırakılır mesela…
Millik ünvanını bir kenara bırakarak zırhlı birliklerde adam gibi askerliğini yapmış vatan hizmetini yerine getirmişti…
2000 yılındaki Olimpiyatlar sonrasında Halter’i bıraktığında ise adeta bütün ülke olarak üzerine çullandık….
Farkında mısınız, Naim Süleymanoğlu Halter’i bıraktığından bu yana kimse onun adını bile anmıyordu…
Belki de özel hayatı günümüz Türkiye’sinin atmosferine pek de uymuyordu…
Belki de siyasi düşüncesi, siyasi görüşünden dolayı böyle bir ambargoya maruz kalmıştı bilemiyoruz…
Özel hayatıyla ilgili olmadık iftiralara uğradı, olmadık haberler yapıldı hakkında…
Ve ondan sonra Naim Süleymanoğlu neredeyse bu ülkede yaşamamış, bu ülkeye o büyük başarıları tattırmamış gibi unutuludu, unutturulmak istendi…
Ne hazindir ki, adına filmi yapılacak, heykeli dikilecek bu cep herkülü, bizim milli duygularımızı şaha kaldıran adam yıllar sonra bir hazan ayında vefat ettiğinde ancak hatırlandı…
Yüzlerce altın madalyanın arkasındaki hüzünlü adam, bize sevinç gözyaşları nedir öğreten büyük yürekli cep herkülü mekanın cennet olsun…Ruhun şad olsun…