Amerika ile işbirliği yapan ülkeler ve liderlerinin akıbetleri nedir? Amerika ile yakın ilişkiler içinde bulunmuş, stratejik ortak olmuş ülkelerin kazançları olmuş mudur?
Soruların nedeni, devletlerarası ilişkilerin ortadan kaldırılamayacağı bir dünyada, ilişkisiz yaşanabilirlik, ilişkilerin, hiç olmaması değil.. Elbette ülkelerin, ülkeleri adına yöneticilerin, farklı devletlerle temasları olacak. Temaslar başladığı zaman da o tanışıp-bilişmenin geliştiği yön, işin boyutunu şekillendirecek.. Etkenleri, çarpanları çok olan bir alan.
Burada üzerinde vurgu yapılmak istenilen, ilişkilerin olup olmaması değil. Ortak ilişkiler, stratejik ortaklık düzeyinde yakın hatta içli-dışlı olmanın sonucunu merak..
İlişkileri; güç oranları, gücün emrine tahsis edildiği değerler, devlet politikaları elbette şekillendirecektir. Onun için tarafların boyu, eni önemlidir. Cinsleri, daha çok önem taşır. Medeniyet değerleri, meşrebi, mezhebi belirleyici olur. Bu arada kaba insani tutumlar da göz ardı edilmemeli. Akıllı tüccarın; müşterisini, güçlü tuttuğu bilinir. Müşteriyi zayıflatıp-öldüren ticaret erbabı, mal sürümünü nasıl devam ettirecek, kazancını nasıl çoğaltacaktır?
Devletler de neticede kişiler gibi değil mi? Kâr-zarar haneleri, alış-veriş ardından kontrol edilemez mi?
Acaba Amerika ile her ne sebepten olursa olsun yakın ilişkiye girenlerin sonucu ne olmuştur? Öyle bir araştırma yapılsa, nasıl bir bilgi yığını ile karşılaşırdık?
Elbette iyi bir araştırma, ufuk açıcı olacaktır. Ama kabaca bilinenlerden, bazı sonuçlar çıkarılamaz mı? Meselâ Irak, Amerika ile çok yakın ilişki içinde idi. ABD, eleman olarak da yakından ilgilendiği Saddam’ı her türlü silahla donatmıştı. Saddam, Amerikan çıkarları ile örtüşen eylemlerde bulunduğu sürece o yakın ilişki devam etti. Diyelim ki, İran’la savaştığı zaman Saddam’ın elini güçlendiren çalışmalar yapıldı. Kuveyt’e saldırması işine geldiğinde teşvik etti, ardından köteği tercih etti. Sonuç, akıllara ziyandır. Saddam’ın 1956’dan bu yana Amerika ile “derin” ilişkileri; ülkesinin de kendisinin de oğullarının da kafasının alınmasına engel olamadı.
PKK için, Butto için de aynı akıbetin gerçekleşmesi düşündürücüdür. Amerika, besleyip büyüttüğü, silahlandırıp kullandığı PKK’yı yok eden (dönüştüren) bir sürece açıktan destek veren bir tavrı ortaya koymuştur.
Bizde, “ayı ile aynı yatağa yatılmaz” denilir. Acaba Saddam, bu sözü bilmiyor muydu? Yoksa “ayı”dan hep Rusya’yı mı anlıyordu? “Ayı” yerine, Amerika’nın sembollerinden olan “eşek” konulsa sözün özünde bir değişiklik olabilir mi?
Muhtemelen Saddam, milyonlarca Türkmen vatandaşı olduğu halde Türkçe bilmeyebilir.
Peki, Türkiye, 1944’ten itibaren çok sıkı olan Amerika ile ilişkiden ne kazanmıştır? Amerika’nın Türkiye’nin ciğerlerine kadar nüfuz ettiğini belirtmeye gerek yok. İncirlik, Pirinçlik diye Türk vatanını, Amerikan çıkarları doğrultusunda tepe tepe kullanma hakkını elde ettiğini de tekrar etmek yararlı değil. Bunlardan ötesi var.
Önce bir eski örneği vurgulamak gerekiyor.. Hani Osmanlı Devleti’nin Almanya ile 1880’den itibaren yakın ilişkileri vardır. Almanya bize demiryolu (Berlin-Bağdat) kuruyor, ordumuza silah satıyor, askerimizi yetiştiriyordu. Sonuçta Türk ordusu, Alman ordusunun doğu şubesi haline getirilmiştir. Biz bu durumu, ordularımızı bizzat Alman generaller yönetirken, donanmamız bizzat alman amiraller elinde iken fark etmedik. Devletimiz yok edilip parçalandıktan, elde avuçta kalan Anadolu da işgaller altına alındıktan sonra anlamaya başladık. Almanya ile derin ilişkiler, demiryolu hatlarının kurulmasını sağlamıştı. Ama demiryolu teknolojisini asla getirmediği gibi, makinistlerin bile yabancı olduğu işletmeler kurulmuştu. Müslüman Türk’ün, Almanları taşıyan vagonlara göre ikinci-üçüncü sınıf vagonlarda taşındığı bir işletme sistemi getirilmişti. Çok büyük paralar ödeyerek silah alıp durmuştuk. Hatta Von der Golç Paşa’nın kabul edilen her ıslahat raporu, Almanya’dan silah alımına dönüşüvermişti. Ama Türkiye’nin asla silah sanayi gelişmemişti. Top üreten fabrikaları olmamıştı. Toplar, Alman Krupp şirketinden tüfekler Mauser şirketinden gelmiş, silah sanayicileri de Türkiye temsilcileri gibi başarılı satışlar gerçekleştiren Golç’a madalyalar, hisse senetleri vermişlerdi. Ama bizim Harbiyeliler’in, Golç’un kurduğu Harp Akademisi mezunlarının bakışı farklı idi. Golç, örnek subay, model kurmay, Almanya güçlü-yenilmez ülkeydi.. Büyü, devletimiz, ordumuz, donanmamız elden gittikten sonra bozuldu. Ama nedense temel kurgu değişmedi. Almanya’nın yerini önce İngiltere, ardından Amerika almaya devam etti..
Öyle mi acaba? Öncesini boş verin. 1944’ten bu yana Türkiye Amerika ile yakın ilişkiler, stratejik ortaklık yapmaktan ne kazandı? Amerika’nın hakkının yenmemesi gerekir. Bir defa Türkiye’ye F-4, F-16 dahil her türlü uçağı sattı. Ordumuzun kullandığı birçok silahı da..Askeri eğitimde kullanılan ,ders malzemelerine, filmlere varıncaya kadar Amerikan malları, mantığı girdi. Benzin yutan araçların da unutulmaması gerek. Sonuç, Türkiye’nin, kullandığı uçakların yazılımını öğrenmesine bile izin verilmedi. Kendi silah sanayini geliştirmesi, bilinçli bir şekilde engellendi. Bırakın atomu, konvansiyonel silahları bile üretip geliştirmesi gecikti. Ama Türkiye çok yönlü olarak tepe tepe kullanıldı. İhtiyaç duyuldukça “Amerikanın çocukları” darbeler yapıp, çizgiden sapan hükümetleri cezalandırarak istenilen yönetimleri kurdular. İktidarlar, Amerikanın isteklerini severek yapar hale getirildiler. Bağırsakları kirli kurumlarla dolu, bir ülke meydana getirildi. Temizlemek, uyandırmak, ortaya konan çabanın gücü ve etkinliği ile doğru orantılı olacaktır. Belki uzun bir süre debelenecek, kendinizi bulmaya çalışacaksınız..
İslam ülkelerinin ikisinde darbe çoktur: Pakistan ve Türkiye. Nedeni fazla sorgulamadan bir ayrıntı hatırda tutulmalıdır. Bu iki ülke de uzun süre ABD ile yakın ilişkiler içinde olmuştur. Ama burada iki İslam ülkesinin de asla yukarıda çok söylendiği için verildiği gibi “stratejik ortaklık” söz konusu değildir. Yaygın kanaat ABD’nin iki stratejik ortağı vardır, o da İngiltere ve İsrail. Hadi ona bir de Kanada ilave edilsin. Onun dışındakiler, yeri zamanı geldikçe değerlendirilecek, fırsat düştükçe kuyusu kazılabilecek ülkelerdir.
Soru şöyle sorulursa anlaşılır olacaktır: ABD, Pakistan’daki nükleer santrali tehdit olarak algıladığı halde İsrail’deki nükleer santral ve nükleer enerji çalışmalarına niçin karşı çıkmamaktadır? Aynı soru Almanya için de sorulabilir. Almanya’nın hiçbir Orta Doğu ülkesi nükleer santrale sahip olmamalıdır görüşünü dile getirirken İsrail’i göz ardı etmesi nasıl değerlendirilmelidir?
Bunları, medeniyet değerlerindeki ayrışmanın dışında izah edecek bir kriter var mıdır? Çevresi göz önünde tutulduğunda, İsrail mi saldırgandır, Pakistan mı?
İşin doğrusu her halde şu: Ayı, domuz, eşek fark etmez, bunların hiç biri ile aynı yatağa yatılmaz.. Onların yeri, insanların yanı değildir çünkü..