Çok defa bir Hindû ile bir Türk, birbirinin lisânını anladığı için ahbâb olur. Yine çok defa iki Türk yekdiğerini anlamadığı için yabancı gibi kalır. Mesnevi.
Millet olmak, ortak duygu ve düşünce birliğidir. Anlamak ve anlaşılmak düşmanlığı izale eder.
Aile olmak, arkadaşlık, takımdaşlık hepsi ortak bir gaye için bir araya gelen, birbirini anlamaya niyetli, ortak ilkeleri olan fertlerden oluşur. Ortak duygu ve düşünce, ortak inanç ve ilkelerin sonucudur.
Bugün adına Anadolu denilen topraklarda bir arada yaşadığımız insan topluluğunun bütünü aynı millet değil. Bunu açıkça söylemeliyiz. Olaylar karşısında duygu ve düşüncelerimiz ortak değil. İnançlarımız ve gayelerimiz aynı değil. Bunu kabullenmeli ve dört elle tutunduğumuz Anadolu gemisinin batmaması için tek millet olmanın yolunu, ondan sonra aramalı ve kafa yormalıyız. Eğer bir ayağımız gerçekte durmazsa savruluruz.
Ahbaplığı yekdiğerini anlamak olarak nitelemiş Hz Pir. Hz Mevlana yaşadığı dönemde sürekli birlik ve beraberlik vurgusu yapmış birisidir. Çok ırklı ve çok kültürlü bir dönemde öne çıkardığı ve vurguladığı düşünceleri ile hem kendi yaşadığı çağa hem de ondan sonraki zaman dilimine bu manada hatırı sayılır katkılar yapmıştır.
Bugünkü yaşadıklarımız o döneme benzerlik gösteriyor mu? Evet. Hem doğudan hem batıdan saldırı altında olan Selçuklu ile bugünün Türkiye’si birçok açıdan benzerlik gösteriyor. Bir yandan saldırılarla baş etmek, diğer yandan kendi içinde birliği sağlamak zorunda. O zaman bu başarıldı mı? Evet. Belki adı Selçuklu olarak kalmadı ama ardından yedi iklime hükmeden ve dünyada adaletin gerçekten de hüküm sürdüğü Osmanlı Medeniyeti zuhur etti.
Yine başarabiliriz. Yine ve yeniden birlik ve beraberlik vurgusu yapacak, çok dil bilen, insanı tanıyan, diğerini anlamayı önemseyen insanlar yetiştirebilirsek eğer.
Mahremiyyet lisânı hakikaten başkadır. Kalb âşinâlığı, lisan âşinâlığından daha iyidir. Mesnevi.
Kalp dilini öğrenmek, kalplere hitap etmek ve önce gönülleri fethetmek zorundayız. Gönülleri fethetmek, önce güzel bir lisana sahip olmakla başlar.
Kur’an’a müracat edelim:
“Allah'a davet eden, salih amel işleyen ve: «Ben gerçekten müslümanlardanım» diyen kimseden daha güzel sözlü kim olabilir?” Fussilet 33.
Bu davet dürüst insanlara münasiptir. Peygamber sav in yola çıkarkenki vasfı eminlikti. O’nun lakabı Muhammed’ül Emin İdi. Buna rağmen bazıları bu davetin dışında kalacak. Bunu da baştan kabul edelim.
Uyarmak zorundayım. Gemiyi delerek gemiyi batmaktan kurtaramayız. O Hz Hızır’a münasiptir. Gemiyi diğerlerinden temizlemek te işe yarar görünmüyor. Diğerinin de dilini öğrenmeli ve ortak zemin bulmaya çalışmalıyız. İnsan ihsanın kuludur. Az ya da çok olmamız da önemli değil. Peygamber sav in tebliğe başlarken sahip olduğu ilk vasfı bizim de başlangıç noktamız olsun derim. Ondan sonra da yapılacak belli Allah’a davet etmek ve salih işler yapmak.
Düşmanlar konusunda da uyarmalıyım.
“Düşman, sana dostça sözler söyler ve dâneden bahsederse sen onu tuzak bil. Düşman sana şeker verirse onu zehir, lûtfedecek olursa onu da kahır bil.”Mesnevi.
Peki kim dost kim düşman ayırt edemiyor musun?
Kazâ-yi ilâhî zuhûr edince basîretin kapanır, posttan başka bir şey göremez, dostları düşmandan ayırd edemez olursun.
Böyle olunca tazarru’a başla. Tesbih ve istiğfâr etmeye ve oruç tutmaya devam eyle.
Şöyle diyerek ağla ve inle ki: Ey gaybları bilen Allah; bizi taş gibi ağır ve kötü bir mekr altında ezme.
Ey arslan yaratan Allah; biz köpeklik etti isek de pusudaki arslanı – Ya’ni hüm-i kazâyı – üstümüze saldırtma.
Lâtif suya âteş sûreti verme, âteşi de su gibi gösterme. Mesnevi.