Mehmet Ali’ye (Köseoğlu) bu hafta söz vermiştim.
Otobüsle yola çıkılan, iki hafta süren, on bin kilometreyi aşan Yunanistan, İtalya, Fransa, Belçika, Almanya, Avusturya, Macaristan, Sırbistan gezisini “Memleket Dergi”ye yazacaktım.
O sözüm bakidir. Muhakkak yazacağım.
Ancak on bin kilometrelik geziden döner dönmez Türkiye sınırlarında yeni bir seyahate çıktım. Anlayacağınız hala eve dönmüş değilim.
Bu yüzden sondan başlayarak gezi yazılarıma start vermeye, yolla girmiş olduğum bu amansız mücadeleyi sizlerle paylaşmaya karar kıldım.
Evet ayağımızın tozuyla Türkiye’ye döner dönmez çoğu Mülkiyeden kadim dostlarımızla yine çok eski bir arkadaşlık hikayemiz olan Raşit Çalışkan dostumuzun düğünü için Ankara’dan çıktık Kelkit’in yolunu tuttuk.
Ankara Kelkit yolculuğumuzda Yozgat ve Sivas dışında birkaç küçük şehir güzergahımızdaydı. Bu yolculukta iki önemli şey dikkatimi çekti. Yollar ve manzara… Uçsuz bucaksız bir bozkırda adeta hiç bitmeyecekmiş gibi ilerliyorsunuz. Yeşil alan neredeyse hiç yok. Avrupa yolculuğumu düşündüğümde yeşil açısından oldukça fakir bir ülkede yaşıyoruz diyorum.
Ve tabii ki yollar…
On bin kilometre boyunca otobüste tek bir sarsılma yaşamayan bizler, Ankara Kelkit arasında yol yapımlarıyla bozuk yollarla mücadele ettik adeta. Bu açıdan bakıldığında Batı ile aramızda en azından yol ve yeşil alan meselesinde oldukça büyük bir makas olduğu gerçek.
Diğer bir mesele yollar arasında tesisleşme sorunu. Özellikle dinlenme tesisleri bakımından doğu batıya göre oldukça fakir. Bu hem Türkiye’nin doğusu manasında hem de Türkiye’nin Batı ülkeleriyle karşılaştırılması manasında böyle. Özellikle Yozgat’tan Kelkit’e kadar adam akıllı bir dinlenme tesisi bulmak neredeyse imkansız. İnsanın aklına hemen o youtube’de meşhur olan Sivas’lı sanayide çalışan vatandaşın feryadı geliyor: “Bu vatandaş nereye sı..cak”. Türk halkının en önemli meselelerinden birinin bu olduğunu hem Anadolu yolculuğumda hem de Avrupa seyahatimde bizzat gözlemlemiş oldum. Avrupa’da da Atatürk’ün Selanik’teki evi hariç hiçbir yerde taharet musluklu bir klozete rastlayamadık. Türk lokantalarında bile aynı rezalet durumla karşı karşıya kaldık. Öyle bir noktaya gelmiştik ki arkadaşımızdan biri artık dayanamamış durumumuzu şu sözleriyle özetlemişti: Türkiye’ye döner dönmez taharet musluğuna ağzımı dayayacağım…
Evet dostlar Avrupa’ya gidenleri de bekleyen en büyük tehlike tuvalet sorunudur. Yeme içme sorununu en azından Mc Donalds’larla halledebiliyorsunuz. Hatta diyebiliriz ki, Mc Donalds’lar Avrupa’da hayat kurtarıyor.
Kelkit yolculuğuna yeniden dönecek olursak, kadim dostlarla kah durarak, kah Kelkit vadisinden kıvrılarak neredeyse araçtaki tüm arkadaşların kaptan şoförlüğünde Kelkit’e sağ salim ulaştık. Kelkit adeta Birleşik Krallık gibi. İngiltere plakalı araçlar cirit atıyor. Yeni yapılan binalar oldukça dikkat çekici. Gümüşhane’nin en büyük ilçesi. Bir başka özelliği ise Aydın Doğan’ın memleketi. Ona dair medyaya yansımayan hikayelere burada rastlayabiliyorsunuz. Halkla konuştuğunuzda “buranın zekileri” dışarıda sözüne sık sık rastladık. Zekiden kasıt oranın okuryazarları ve tabii ki bitmek tükenmek bilmeyen göç hikayemiz… Aydın Doğan örneğiyle zekilik örneği daha da bir canlılık kazanıyor, başka bir boyuta uzanıyor. Dönüş yolundaki Zara durağında da kahvede oturan amcalar “buranın kulturluleri hep dışarıda” gitti derken aynı şeyi kastediyorlardı. Beyin göçünü Anadolu’da böyle anlatıyorlar…
Raşit Çalışkan dostumuz da evlendikten sonra Isparta’da akademisyenliğe devam ederek bu beyin göçü sürecini perçinleyecek… Raşit dostumuza Allah bir ömür boyu mutluluk versin…
Dönüş yolculuğumuzda Sivas’a uğruyoruz…
Hayat Ağacı dergisini çıkaran Tekin Şener dostumuz bizi Osman Ağa konağında ağırlıyor. Eski günler yad ediliyor... Sivas’ta dostlarla ayrılıyoruz, onlar Ankara’ya dönüyorlar, ben yine yollardayım… Samsun’da erkek kardeşimin nişanına yetişiyorum… Sude yeğenim “dayı sen hiç durmaz mısın” diyor… Valla bilmiyorum beni kim durduracak… Yol hikayem ne zaman bitecek gerçekten bilmiyorum…