İSTANBUL (AA) -HİLMİ DEMİR- Berlin Duvarı’nın yıkılmasını müteakip günlerden birinde gazetelerde çıkan bir yazısında Alain Minc “Benim çocuklarım Avrupa’da artık harbi değil, harpleri yaşayacaklar” diye yazdığında epey alaya alınmıştı. Dünyadaki barış rüzgarları Berlin Duvarı’nın 1991’de yıkılmasıyla tersine esmeye başladı. O günden bugüne dünyada iç savaşlar ve isyanlar durmuyor.
2019 yılında 40 ülkede sokaklar her gün yeni gösterilere sahne oluyor. Tüm dünyada sokaklar çok sıcak. Ne olup bitiyor, insanlar bir anda nasıl bu kadar hızlı örgütlenebiliyor, sokaklardan gelen taleplerin anlamı nedir? Sokak hareketlerini “devrim” olarak adlandırabilir miyiz?
Öncelikle, belirli bir ideolojisi olmayan heterojen kalabalıkların kolektif eylemlerini “devrim” olarak adlandırmanın pek doğru olmadığını söylemeliyiz. Diğer taraftan Şili, Hong Kong, Beyrut, Lübnan ve Malezya gibi dünyanın birçok yerinde gördüğümüz toplumsal hareketlerin ortak bir örüntüsünden bahsetmek de pek mümkün değil. Aslında bu bile ne olup bittiğine ilişkin önemli ipuçları veriyor.
Alain Minc’e geri dönersek, organize sistemlerin ortadan kalkması ve her türlü merkezin yok olması, kaypak dayanışmaları ve kararsız ve bulanık bir ortamı, diğer bir deyişle yeni bir “orta çağı” geri getirdi. Uluslararası düzenler bile artık işlemiyor. Geçtiğimiz ağustos ayında dünyaya veda eden Immanuel Wallerstein’ın deyişiyle “Devletler etkinlik kaybediyor diye görülmeye başlanırsa, insanlar korunmak için nereye yönelecekler? Yanıt şimdiden belli: “Gruplar’. Gruplar çok çeşitli etiketlere sahip olabilirler -etnik/dinsel/dilsel gruplar, cins ya da cinsel tercih grupları, çeşitli nitelendirmelere bağlı azınlıklar”.
- Ağ toplumlarının kolektif kimlikleri
Artık siyasi ya da dini ideolojik kimlikler, yerini yeni ağ toplumlarının kolektif kimliklerine bırakıyor. Klasik sosyolojinin “toplumsal bağ”, “toplumsal uzlaşma”, “bütünleşme”, “toplumsallaşma” gibi kavramları, yerini “değişken”, “geçici”, “esnek” ilişkilere bırakıyor. Ayrıca XX. yüzyılın ortalarından itibaren iletişim araçlarında yaşanan gelişmeler ve (bu araçların yaygınlaşmasıyla birlikte) medya toplumsal hareketlere inanılmaz fırsatlar ve erişim imkanları sağlıyor. Sosyal medya ve Facebook kampanyaların dünyaya tanıtılmasını ve yayılmasını sağlayan yazılı basının yerini alıyor. Bu da toplumsal hareketlerin ve sokak gösterilerinin sosyolojisini değiştiriyor.
Hayatımıza giren cep telefonları ve sosyal ağ siteleri, kullanıcıların birbirleriyle bağlantı ve iletişim kurmalarına imkan veren, kişisel içeriğin paylaşılması kadar kişisel bir ağ kurmalarını da sağlayan online topluluklar oluşturuyor. Sosyal ağlar toplumsallaşma, kimlik kazanma ve iletişim süreçlerini kökten değiştirdi. İnsanlığın büyük bir şevkle daldığı bu dünya, aslında kentin bir arada tutamadığı, eğitim sisteminin ortak bir alan yaratamadığı, kamusal alanın boşaldığı bir çağda, gençlere tamamen kendi kuralları çerçevesinde yeni kimlikler kazandırıyor. Manuel Castells’in The Rise of the Network Society (Ağ Toplumunun Yükselişi) adlı eserinde vurguladığı gibi, “Ağlar bizim toplumlarımızın yeni sosyal morfolojisini oluşturur ve ağ mantığının yayılması üretim, tecrübe, güç ve kültür süreçlerinde yer alan işlem ve çıktıları kökten değiştirmektedir”.
Sosyal ortamlardaki bireyler bağlantı kurduğu kişinin gerçekte kim olduğunu, cinsiyetini ya da neye inanıp inanmadığını tam olarak bilmeden, bir ağla birbirine bağlanabilmekte. Sosyal ağları yaşam biçimi haline getirmiş insanların “gerçekliği” hangisidir? “Normal” hayatta edindikleri sosyallik mi gerçektir, yoksa sanal hayattaki sosyallikleri mi? Burada her iki kısım da gerçekliğini yitirmiştir; sanal uzam eski gerçekliğin yok olmasına neden olmuştur. Gerçeklik algımızı kökten değiştirmiş ve kimlikleri geçişken, yapay hale getirmiş, tüm sınırları yıkmıştır.
Castells toplumsal hareketlerin birdenbire tahmin edilemez bir şekilde ortaya çıktığını belirtir. Bu beklenmedik durumun, “ekonomik sıkıntılar, siyasi sinizm, kültürel boşluk ve kişisel ümitsizliğin kararttığı bir dünyada” insanların büyük bir değişim isteğiyle sokaklara inmeleriyle oluştuğunu söyleyen Castells, değişim isteği içindeki bu insanların ve hareketlerinin ortak özelliğinin internet olduğunu söyler. Bu hareketlerde bireylerin tekil kimliklerinden kurtularak “biz” olduklarını söyleyen Castells, bunu sağlayan olgunun internet olduğunu vurgular. Buna göre, internet devlet ve sermaye kontrolü dışında kalmış özerk bir alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu özerk yapıda insanlar “üzüntü ve umutlarını internetin serbest kamusal alanında paylaşarak” birbirleriyle ağ kurmaya başlamışlardır.
Bu hareketler değişik biçimlerde ağlardan oluşurlar, kent uzamını işgal ederek bir hareket haline gelirler; bu hareketler hem yerel hem küreseldir, hareketlerin zaman biçimleri “zaman dışı” zamandır; bu hareketler kökenleri bakımından kendiliğindedir ve viraldir.
Siyaset sosyolojisi literatürüne göre, siyasete katılmanın üç yolu vardır: Sosyo-politik hareketlerde aktif olmak, belirli gösterilere veya protestolara katılmak veya seçimlerde oy kullanmak. İsyanların ortak özelliği gençlerin, siyasi seçimlere her zaman yetişkinlerden daha az katılmasıdır. Şili söz gelimi böyledir. Bu durum, gençlerin politik olanla meşgul olmadığı anlamına gelmez. Çünkü yapılan araştırmalar, genel olarak, gençlerin yetişkinlerden daha az oy kullanmasına karşın, yine de farklı şekillerde siyasetle meşgul oldukları konusunda hemfikirdir. Fakat gençler bu ilgilerini çoğunlukla gösteriler, boykotlar ve sokak gösterilerine katılarak ifade etmeyi tercih ediyorlar. Kim bilir, belki de böylece siyaseti bile kendileri için “survivor” macera adasına çeviriyorlar.
Sosyal medya özellikle protesto gösterilerinde, gençler arasında katılımı teşvik etmek için çok çeşitli olanaklar sunuyor. Var olan gösterilerin ortak özelliği, hepsinde sosyal medya kullanımının yüksek olmasıdır. Çevrimiçi bireylerin çevrimdışı sosyal ağlarını sunarak, Facebook veya Twitter gibi web siteleri çok sayıda kişiye erişim sağlama imkanı sunuyor. Sosyal medya aynı zamanda bir sosyal ve bireysel kimlik inşasını sağlıyor. Aynı zamanda, internet ve sosyal medyanın katılımcı ve açık doğası, protesto etmek ve siyasi seferberlik için onları kullananlar arasında, geleneksel otorite biçimlerine karşı olan yeni neslin ruhuyla da uyumludur.
Burada Castells’in de ifade ettiği gibi, kitleler sokağa spontane ve lidersiz olarak mı iniyor? Çok da ileri sürüldüğü gibi bu sokak hareketlerinin ve isyanlarının lideri yok mu? Türkiye’de bazen rastladığımız bu analize katılmak pek mümkün görünmüyor. Çünkü bunun tersini iddia eden araştırmacılar da var.
- Sosyal medyanın görünmez liderliği
Bekleneceği üzere, aynı manzaraya bakarken farklı şeyler gören araştırmacılar da var. Paolo Gerbaudo onlardan biri. Twitler ve Sokaklar: Sosyal Medya ve Günümüzün Eylemciliği başlığıyla Türkçeye de kazandırılan eserinde, Castells’in kitabında yeterince aydınlatmadığı yere, sokağa bakarken farklı tespitlerde bulunuyor. Gerbaudo dijital sosyal ağlarının, sıkça tekrar edildiği gibi, spontane ve tümüyle hiyerarşiden bağımsız gelişmediklerini ileri sürüyor. İspanya, Mısır, Tunus, Yunanistan, Britanya ve ABD’den eylemcilerle gerçekleştirdiği görüşmelerin ardından yazar Facebook ve Twitter gibi mecralarda sınırlı bir grup eylemcinin kitleler üzerinde koreografik bir etkisi olduğunu ileri sürüyor. Bu etki, bireyleri belirli bir hedefe doğru harekete geçirecek duygusal zeminin hazırlanmasından, kolektif eylem tarzlarının belirlenmesine kadar geniş bir alanı kapsıyor.
Gerbaudo yeni kolektif isimler, ikonlar ve sloganlarla bir kimlik inşası sürecinin başlatıldığını ve hikâyenin sonunda sokakların bu kimliğe göre yeniden tasarlandığını söylüyor. Çağdaş dijital hareketlerin lidersiz olduğuna ilişkin baskın iddialara karşı çıkan çalışma, sosyal medya ekiplerini, dijital iletişimin kullanılması yoluyla kolektif eylemlerin yönünü belirleyecek kolektif ve gayriresmi bir liderlik yapısının doğduğunu ileri sürüyor. Bu liderliğe “dijital öncü” adını veriyor.
Gerbaudo’nun çalışmasına göre Twitter, Facebook, Tumblr ve Livestream hesaplarını yöneten, 20’ye kadar kişiden oluşan bu küçük gruplar, birçok sosyal hareketlerde -çoğu zaman görünmez olsa da- önemli rol oynadılar. Aslında başlayan isyanların sosyal medyada görünmez bir liderliği var. Bu lokomotif hesaplar genellikle yüz binlerce kullanıcısı olan sosyal medya kanallarını yönetmek, Facebook durum mesajlarını yazmak, düzenlemek ve programlamak, kullanıcı etkileşimlerine cevap vermek ve ayrıca eşlik eden materyalleri üretmek gibi işlerden sorumlu görünüyorlar.
Başlayan sokak gösterileri, bir müddet sonra eylemcileri organize edecek dijital elebaşlarının içerik üretimiyle baş başa kalıyorlar. Bu elbette isyanların dijital korsanlar tarafından başlatıldığı anlamına gelmiyor. Dijital dünya, isyanların viral olarak ne kadar hızlı yayıldığını ve neden sokakların artık gençler için siyasete katılmanın bir aracı olduğunun anlaşılmasını sağlıyor. Kültürel kimlik taleplerinden ekonomik taleplere kadar her şey isyanı tetikleyebiliyor. Kim bilir, belki de siyasete, kurulu düzene karşı güvensizlik, belki de Castells’in dediği gibi, ağ toplumlarının yeni siyasal talepleri olarak anlaşılabilir, bu isyanlar. Fakat şu bir gerçek ki hızlanarak artıyorlar; sosyal medya isyan pazarı için oldukça elverişli yeni bir kamusal alan haline geldi.
[Radikalleşme, Selefilik ve dini-politik araştırmalar konularında uzmanlaşan Prof. Dr. Hilmi Demir Hitit Üniversitesi ve TOBB Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi (ETÜ) öğretim üyesidir ve Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV) Bölge Çalışmaları program danışmanıdır]