İSTANBUL (AA) - BİLGAY DUMAN - Terör örgütü DEAŞ'ın lideri Ebu Bekir Bağdadi’nin 'hilafetini' ilan ettiği ve örgütün Irak'taki başlıca merkezi olan Musul’un geri alınmasına yönelik 17 Ekim 2016 tarihinde DEAŞ'a Karşı Uluslararası Koalisyon Güçleri’nin koordinasyonunda Irak güvenlik güçleri tarafından başlatılan operasyon, 9 Temmuz 2017 tarihinde Irak Başbakanı Haydar El-İbadi’nin şehri ziyaret edip zafer konuşması yapmasıyla resmen tamamlandı. Musul’da yer yer DEAŞ saldırıları ve çatışmalar devam etse de Irak güvenlik güçleri şehrin bütün noktalarına hakim oldu.
Bundan sonraki aşamada Irak’ta askeri olarak Musul’un merkez şehri olduğu Ninova vilayetinin başta Telafer olmak üzere güneybatı bölgesindeki çöl alanı ve Suriye sınırının kontrolü ile Anbar’a bağlı Kaim, Rutba ve Hit ile Kerkük’e bağlı Havice gibi halihazırda DEAŞ'ın elinde olan yerlerin kurtarılmasına yönelik operasyonlara odaklanılacağı görülüyor. Ancak Irak’ta DEAŞ'a karşı mücadelede önemli bir yol katedilmiş olsa da DEAŞ sonrası süreçte siyasi ve idari olarak etkili olmak isteyen aktörlerin pozisyon alma ve avantaj sağlamaya yönelik çabaları tüm hızıyla devam ediyor. Bu noktada Irak’taki siyasi ve toplumsal yapı içerisinde Şiiler, Sünniler, Kürtler ve Türkmenlerin nasıl pozisyon alacakları Irak’ın geleceğini şekillendirecek.
- DEAŞ'la mücadele sürecinin kazananları
DEAŞ'la mücadele süreci, Irak’ta özellikle iki aktörü ön plana çıkardı ve avantaj sağladı. DEAŞ'ın Sünnilerin yoğun yaşadığı alanlarda hakimiyet sağlayıp eylemlerini gerçekleştirmesi Şii ve Kürt kimliklerinin Irak’ta yükselişe geçtiği bir süreç ortaya çıktı. DEAŞ'la mücadele konusunda Irak merkezi hükümetine bağlı güçlerin yetersiz kalması ve pek çok bölgeden çekilmesi sonucunda Kürt peşmergeler ile Şii milis gruplar DEAŞ'a karşı mücadelede Irak güvenlik güçlerine destek vererek önemli ilerlemeler sağlanmasına katkıda bulundu ve bu süreçte siyasi, askeri ve idari kazanımlar elde etti. Kürtler, 2003 sonrasında tartışmalı bölgeler olarak ifade edilen başta Kerkük olmak üzere, Musul’un doğusunda azınlıkların yaşadığı Tilkeyf, Hamdaniye, Akre, Bartılla, Başika, Sincar gibi bölgelerin yanı sıra, Diyala’ya bağlı Hanekin ve Celevle, Selahaddin’e bağlı Tuzhurmatu gibi yerleşim yerlerinde önemli bir etkinlik sağladı.
Bu yönüyle Kürtlerin, 2003 sonrasında Erbil, Süleymaniye ve Duhok dışında hedefledikleri toprakların büyük bölümünde kontrolü ele geçirdiği görülüyor. Hatta mevcut durum fiili kontrolün de ötesinde adımlar atıldığını gösteriyor. Nitekim Kerkük’ün Kürt Valisi Necmettin Kerim’in genelgesi doğrultusunda Kerkük Vilayet Meclisi’ndeki Kürt üyelerin oyuyla Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) bayrağının kamu binalarına asılmış olması bunun işareti. Ayrıca Kerkük Valisi Kerim'in, 25 Eylül 2017 tarihinde yapılması planlanan IKBY bağımsızlık referandumunun Kerkük’ü de kapsaması kararı, Kerkük’ün IKBY’ye bağlanmasına yönelik somut adımlar olması itibarıyla üzerinde önemle durulması gereken gelişmeler.
Diğer taraftan Şii milis gruplar da DEAŞ'la mücadele süreciyle birlikte yeniden etkili bir aktör olarak öne çıktı. Irak’taki Şiilerin en büyük dini otoritesi olarak bilinen Ayetullah Ali Sistani'nin fetvasıyla yeniden ortaya çıkan Şii milis yapılanmaların, DEAŞ'la mücadele sürecinin yürütücü gücü haline geldiği görülüyor. Bu noktada Irak merkezi hükümetinin otoritesini aşan boyutlarda güç elde eden milis gruplar, neredeyse Irak genelinde siyasi ve idari etkinlik kazandı. Irak merkezi hükümeti çıkarılan bir yasayla, kontrolsüz bir güç haline gelmeye başlayan, hükümetten farklı bir gündem takip eden ve kontrol ettikleri bölgelerdeki uygulamalarıyla tepki çeken milis yapıları, Haşdi Şabi çatısı altında bir araya getirmeye ve legalize etmeye çalışıyor. Ancak merkezi yönetimin bu yöndeki çabalarına rağmen Haşdi Şabi dışındaki Şii milis grupları varlığını devam ettiriyor ve kendi planları doğrultusunda hareket ediyor. Bu durum Irak merkezi hükümeti açısında ciddi bir sorun teşkil ediyor zira resmi otorite ve hiyerarşi dışında hareket eden bu gruplar özellikle DEAŞ'tan geri alınan bölgelerdeki çatışma risklerini artırıyor ve yeni çatışma zeminlerinin oluşmasına yol açıyor. Nitekim başta Tuzhurmatu ve Celevle olmak üzere milis gruplar ve peşmergelerin çatıştığı ve karşı karşıya geldiği alanlar ortaya çıktı. Önümüzdeki süreçte halen DEAŞ'ın elinde olan Telafer ve Havice’nin kurtarılmasına yönelik operasyonlar sırasında ve sonrasında Haşdi Şabi ve peşmergelerin karşı karşıya gelme ihtimalleri azımsanmayacak derecede yüksek.
Öte yandan Haşdi Şabi’nin ve Şii milis grupların kontrol ettiği ya da Irak güvenlik güçlerine operasyonel destek verdiği alanlarda çatışmaların yaşanması da muhtemel. Bu bölgeler daha çok Sünni nüfusa sahip Tikrit, Diyala, Anbar gibi bölgeler olarak karşımıza çıkıyor. Her ne kadar DEAŞ bu vilayetlerden temizlenmiş olsa da bu bölgelerden göç eden nüfusun geri dönüşüne ilişkin ciddi sıkıntılar yaşandığı biliniyor. Aynı durum son operasyonla DEAŞ'tan geri alınan Musul için de geçerli. Özellikle milis grupların kontrol ettikleri bölgelerde nüfus dengesini bozdukları ve halkın geri dönüşüne izin vermediklerine yönelik haberler geliyor. Bu bölgelerdeki demografik yapının kasıtlı olarak değiştirildiği algısı ortaya çıkıyor. Irak hükümetinin DEAŞ'tan geri alınan bölgelerdeki nüfus dengesini koruyamaması durumunda çeşitli gruplar radikal eğilimlerle karşı pozisyon alabilir. Böyle bir durum çatışma dinamiklerini artırmasının yanında DEAŞ benzeri terör yapılanmalarına da alan açacaktır. Zira terör örgütleri ya da radikal yapılanmalar çatışma dinamiklerinin ortaya çıkaracağı güç boşluğundan faydalanmak isteyecektir. Nitekim, DEAŞ'ın gelinen aşamada yeniden 'El-Kaideleşme' sürecine girdiği ve kontrol alanları sağlamak yerine mobilize eylem yöntemine geçtiği uzmanlarca dikkat çekilen bir konu. Öte yandan terör örgütü PKK ve ilişkili yapıların Suriye’de olduğu gibi, güç boşluğundan faydalanarak başta Sincar, Kerkük ve Tuzhurmatu olmak üzere Irak'ın çeşitli bölgelerinde de alan elde etme arayışında olduğu görülüyor.
- Grup için bölünmeler ve Türkmenlerin durumu
Tüm bu çatışma dinamiklerinin olumsuz etkilediği başlıca iki aktör ise Sünniler ve Türkmenler. Sünni kesim zaten DEAŞ nedeniyle Irak’ın 'günah keçisi' haline getirilmiş durumda. İşgal sonrası dönemde baskılara maruz kalan ve yönetimden büyük ölçüde dışlanan bu kesimden bazı grupların DEAŞ'a destek verdiği gerçeği yadsınamayacak olsa da mevcut durumda Sünnilere karşı toplu bir cezalandırmanın söz konusu olduğu söylemek yanlış olmayacak.
Öte yandan Irak’ın kuzeybatısından güneydoğusuna kadar Bağdat’la paralel bir çizgideki hat üzerinde yaşayan Türkmenler ise Irak’ta en kolay hedef haline getirilmiş durumda.
Özellikle DEAŞ'la mücadeledeki çatışma alanlarının büyük bölümünün Türkmenlerin yaşadığı bölgelerde olması, Türkmenleri çatışmaların merkezine yerleştirdi. DEAŞ sonrası süreçte de Telafer, Tuzhurmatu, Kerkük, Celevle gibi Türkmen bölgeleri hakimiyet mücadelesine sahne oluyor. Bu hakimiyet mücadelesi içerisinde Türkmen bölgeleri çok taraflı bir çatışma riski ile karşı karşıya. DEAŞ'a karşı verilen savaşın yanı sıra, peşmergelerle Şii milis gruplar ve IKBY ile Irak merkezi hükümeti arasındaki gerilimler, yine mezhep temelli çatışma dinamikleri, kendi aralarında ayrışan Türkmenler için durumu daha da zorlaştırıyor.
Diğer taraftan Irak’ta gruplar arasındaki mücadelenin yanı sıra, grup içi mücadeleler de farklı çatışma dinamiklerini barındırıyor. Özellikle Haşdi Şabi ve diğer milis yapılanmalar, Irak halkında bir infiale yol açmış durumda. Şii milis gruplar arasında da, henüz açığa çıkmamış, potansiyel bir çatışma riski var. Bu noktada İran destekli Şii milis gruplarla Irak milli kimliğine öncelik veren Şii milis gruplar arasında bir mücadele olduğu söylenebilir. Ayrıca Irak’taki Şii nüfusun hatta siyasetçilerin bir kısmı, mezhepçiliği körüklediği gerekçesiyle milis grupların varlığına ve güç kazanmalarına tepki gösteriyor. Nitekim Irak’ta iktidardaki Dava Partisi içerisindeki çatlaklar artık iyice belirginleşmiş durumda. Ayrıca Irak’taki en eski ve en büyük Şii partilerden biri olarak bilinen Irak İslam Yüksek Konseyi'nin başkanı ve aynı zamanda partinin kurucusu Abdulaziz el-Hekim’in de oğlu olan Ammar el-Hekim’in partisinden ayrılarak, "Irak’ın bütün kesimlerini kapsayacağı" iddiasıyla yeni bir parti kurmuş olması mezhepçiliğe yönelik rahatsızlığın en önemli göstergelerinden biri. Bu nedenle DEAŞ sonrası dönemin Şiiler arasında giderek derinleşen ayrışma süreci ortaya çıkardığını söylemek yanlış olmaz.
- Irak'ı bekleyen tehlike
Sünni kesimdeki dağınıklık da devam ediyor. 2003 sonrası süreçte Sünnileri tek bir çatı altında toplayabilecek bir oluşum ortaya çıkmazken, DEAŞ faktörü bu kesimdeki ayrışmaları derinleştirdi. Örgütle birlikte radikalize olan bazı gruplar, Irak'taki Sünniler açısından da ciddi bir rahatsızlığa yol açmış durumda.
Kürtler ise IKBY iç siyasetindeki dağınıklık, çekişme ve belirsizlikler nedeniyle ortak bir cephe halinde hareket etmekte zorlanıyor. Mesut Barzani, IKBY’de kendi gücünü ve pozisyonunu tahkim amacıyla attığı bağımsızlık referandumu adımında beklemediği bir tepkiyle karşılaşmış durumda. Barzani, beklediği dış desteği sağlayamadığı gibi IKBY’deki iç siyaseti de bütüncül olarak bu hedefe kanalize edebilmiş değil. KDP ile KYB rekabeti devam ederken, Goran ve İslamcı partilerin en azından bir kısmının IKBY’deki mevcut siyasi sürece karşı tavır aldıkları görülüyor.
Diğer taraftan Irak'taki toplum kesimleri arasında en kırılgan durumda olan Türkmenler ise kendi kimliklerini ve varlıklarını koruma çabası içerisinde. DEAŞ'ın en fazla zarar verdiği kesimlerin başında gelen Türkmenler, kurtarılan bölgelerine geri dönmeye çalışırken, Türkmen nüfusun başlıca merkezlerinden Telafer DEAŞ'tan kurtulmayı bekliyor. Kerkük’te IKBY ve Kürt grupların karşısında var olma savaşı veren Türkmenler, Selahaddin ve Diyala’da da çatışma ve çekişmelerin gölgesinde ayakta kalmaya çalışıyor.
Buradan hareketle DEAŞ'la mücadelenin, beklenenin aksine Irak’taki ayrışma, çekişme ve çatışmaları hızlandırdığını, derinleştirdiğini söylemek yanlış olmayacak. DEAŞ başlı başına bir çatışma faktörü olsa bile, yeni dengeler sağlanana kadar farklı bölgelerde farklı çatışma dinamikleri Irak’taki gündemi belirleyecek gibi görünüyor. Her ne kadar Irak Başbakanı Haydar el-İbadi, DEAŞ Irak’ta tamamen yenilene kadar gündemlerinde bir seçim olmadığını açıklamış olsa da 2018 Irak için bir seçim yılı ve bütün kesimler bu seçimlere hazırlanıyor. Farklı etnik ve mezhep grupları arasında denge sağlanamaması halinde, güvenlik ve siyaset arasındaki paralellik göz önünde bulundurulduğunda siyasi ve askeri çatışma dinamiklerinin birbirini körükleyeceği kontrol edilemez bir ortamın oluşması, önümüzdeki dönemde Irak'ın yüz yüze kalacağı başlıca tehlike.
[Bilgay Duman, Ortadoğu Stratejik Araştırmalar Merkezi (ORSAM) Uzmanıdır]
AA