İSTANBUL (AA) -ZEYNEP KARATAŞ- Hizbullah ve İsrail arasında dönem dönem yükselen gerilim son olarak Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın Tel Aviv’i bombalama tehdidinin akabinde İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun, “sizin tünelleri nasıl imha ettiğimizi unuttunuz sanırım” diyerek hem Hizbullah’a hem de Lübnan Ordusuna gözdağı veren açıklamasıyla daha da arttı.
Bölgeyi yakından takip edenler için rutin sayılacak açıklamalar olmasına rağmen, özellikle ABD’nin Golan Tepelerini İsrail toprağı olarak resmen tanımasıyla beraber Suriye’de Hizbullah mevzilerinin hedef alınması, yeni bir sıcak çatışma riskini barındırıyor. İsrail’in Ruslarla anlaşarak Suriye’de İran ve Hizbullah’a yönelik saldırıları, Hizbullah’ın ise aktivistleri kullanarak Golan’a girme girişimi, kameralar önünde liderlerin yaptığı konuşmalarla gerilimin dozunun arttığı ve sahada bunun bir karşılığı olduğunu gösteriyor.
İsrail-Hizbullah arasında restleşmeler devam ederken, Arap medyasında Hizbullah’ın, İsrail saldırıları sebebiyle Suriye’den tedrici olarak çekilmeye başladığı ve yıl sonuna kadar da Suriye’deki varlığını tamamen sonlandıracağı iddia ediliyor. Bu çekilme kararında, Rusya’nın İsrail’le yaptığı işbirliğinin etkisi olduğu kadar Suriye rejimiyle İran arasındaki soğukluğun da etkili olduğu tahmin ediliyor. Suriye’ye İran’ın verdiği direktiflerle girdiği düşünülen Hizbullah yine aynı direktiflerle çıkıyor olabilir. Ancak İsrail ve Hizbullah’ın geçmişteki sözlü tehditlerine bakıldığında, zamanlama açısından iki ülkede de seçimlere denk gelmesi ayrıca dikkat çekiyor. Hatırlanacak olursa, daha önce de İsrail’in Hizbullah tünellerini imha etmeye yönelik başlattığı operasyonun zamanlaması Netanyahu için oldukça kritik geçen bir önceki seçime denk gelmişti. Hizbullah’a yönelik bu operasyonun aslında iç siyasete yönelik bir oy kazanma taktiği olduğu çokça dile getirilmişti. Aynı şekilde Hizbullah’ın da dönem dönem kendi kitlesini diri tutarak Lübnan için ne kadar önemli bir aktör olduğunu hatırlatmak ve İsrail tehdidini ön plana çıkarmak için hamleler yaptığı biliniyor.
İsrail ve Hizbullah geriliminin Lübnan iç siyasetine etkisi de olabilir. Zira Nasrallah ve Netanyahu arasındaki sözlü düello, siyasi krizlere açık olan Lübnan siyasetinde bir kırılmaya sebep olabilir. Hizbullah’ın seçim döneminde ittifak içerisinde olduğu Marunilerin, tehlike çanları çaldığında Hizbullah ile olan konjonktürel ittifakı bozmaya meyilli olmalarının da göz önüne alınması gerekiyor. Son olaylarda da bu bir nebze görülüyor. Nasrallah, İsrail’i tehdit ederken, Hizbullah’ın müttefiki Maruni Dışişleri Bakanı Cibran Basil’in ABD’deki bir toplantıda İsrailli mevkidaşı ile aynı karede bulunması, İsrail ve Lübnan’ın Hizbullah’a rağmen diplomatik bağları devam ettirdiğini gösteriyor. Bunun, içeride Hizbullah ile Maruni ilişkilerini nasıl etkileyeceğini, Maruni-Şii ittifakında bir çatlağa sebep olup olmayacağını önümüzdeki süreç gösterecek.
- Lübnan siyasetinde mülteci krizi
Suriye’deki iç savaşın doğrudan etkilediği ülkelerden biri olan Lübnan, BM verilerine göre 1,5 milyon mülteciye ev sahipliği yapıyor. Altı milyon nüfusu olan Lübnan için, önce Filistinli sonra da Suriyeli mülteci ağırlığı, ekonomik, toplumsal ve siyasal anlamda ciddi sorunlara sebep olmuş ve özellikle 2018 Mayıs genel seçimlerinde mülteciler meselesi siyasal propagandaya da yansımıştı.
Lübnan’daki mülteci sorununun politik dile yansıyan gerekçeleri arasında ülkedeki işsizlik, kronik su ve elektrik kesintileri gibi somut sebepler sayılsa da aslında ülkenin siyasal tarihindeki bazı hassas dengelerin de bunda etkisinin olduğu biliniyor. Refik Hariri suikastından sonra oluşan toplumsal baskı sebebiyle Suriye’nin Lübnan’dan askerini çekmesiyle ülkeye bıraktığı siyasal ayrışma, Suriye yanlıları ve Suriye karşıtları şeklinde iki bloğa zemin hazırladı. Suriye’de 2011’de başlayan halk ayaklanmalarıyla bu durum dolaylı olarak Lübnan'ın iç politikasını da etkiledi; Suriye karşıtı blok muhaliflere yakınlık duyarken, Suriye yanlısı blok ise Suriye rejiminin tezlerini savundu. Bu durum, süreç içerisinde ülkenin mülteci politikasına da yansıdı. Ülkenin Sünni Başbakanı Saad Hariri ve Dürzi lider Velid Canbolat mültecilerle ilgili uluslararası bir çözüm bulunması gerektiğini söylerken, Suriye iç savaşına açık bir şekilde müdahale eden ve rejim safında savaşan Şii Hizbullah hareketi, Suriye ile siyasi ilişkisi olan Dürzi Arslan ailesi ve Maruni partiler ve liderler ise mültecileri bir tehdit olarak görüp ülkelerine geri gönderilmeleri için politika geliştirdiler. Hizbullah ve Dürzi Arslan ailesinin bu konudaki tavrı daha çok rejimle kurdukları doğrudan bağ sebebiyle olsa da Marunilerin kaygılarının başka yönleri de var.
Hristiyan Maruniler, Lübnan’ın siyasal sisteminin mezhep dengesi üzerine kurulu olması sebebiyle demografik kaygılar taşıyorlar; gelen mültecilerin ekseriyetinin Sünni olmasından dolayı bunların Lübnan’ın geleceği için tehdit olduğunu düşünüyorlar. Lübnan’ın demografik verilerinin Marunilerin aleyhine işliyor olması ve geçmişten günümüze Lübnan siyasetini domine eden Maruni siyasetini zayıflatacağı kaygısı, açıkça ifade edilmese de, mülteci karşıtlığını etkileyen bir durum. Özellikle seçim döneminde bu korkunun kışkırtıldığı ve sancılı geçen hükümet kurma sürecinde bu mülteci meselesinin bir kriz olarak masada durduğunu hatırlamak gerekir. Kabinenin şekillenmesiyle aslında mülteci sorununun çözüm yolu olarak “evine geri dön!” söyleminin pratiğe geçeceğinin sinyali verilmiş oldu. Mülteci Bakanlığının Suriye rejimine yakın Dürzilere verilmiş olması, mülteci politikasının uluslararası bir güvence olmadan çözülmesi yönünde bir siyasi irade gösterileceğinin açık işaretiydi.
Ancak mültecilerin geri dönüşü konusunda nasıl bir yöntem uygulanacağı hakkında bir uzlaşının sağlanamamış olması da bu sorunun iç siyasette bir süre daha ağırlığını koruyacağı anlamına geliyor. Siyasi arenada, liderlerin tabanlarının kaygılarına yönelik verdikleri mesajların dozunun artması, politik dilin agresifleşmesinin mültecilere yönelik saldırıların artması, gayriinsani muamelelerin sokaktaki tansiyonu yükseltmesi ve beraberinde çatışmaların yaşanması gibi provokatif sonuçları da oluyor.
Cebel-i Lübnan’daki son silahlı saldırı ve linç girişimi bunun bir örneği. Mülteci karşıtı tavrıyla bilinen Mülteci İşleri Bakanı Salih el-Garib’in, Dürzi lider Velid Canbolat’ın kalesi olarak bilinen Aleyh şehrinde protesto edildiği esnada Garib’e yönelik suikast girişiminde bulunulması tansiyonu yükseltti. Bu olaylarda Garib’in iki korumasının hayatını kaybetmesi, meselenin mülteci problemi üzerinden ele alınmasına ve hatta mültecilere ya da mülteci yanlılarına mal edilmesine yol açtı. Bu konuda mülteci yanlısı tavrıyla bilinen Velid Canbolat’a siyasal diyet ödetilmek istenmesi ise siyasi krizlerden bir türlü başını doğrultamayan Lübnan’ı yeni bir krizle karşı karşıya getirdi. Başbakan Hariri, bu olayın bir provokasyon olduğu ve tarafsız bir şekilde adli olarak incelenmesi gerektiği yönünde görüş belirtirken, zaten mültecilerle ilgili oldukça olumsuz tavra sahip olan Hristiyan siyasetçiler ise mülteciler üzerinden olayı siyasileştirdi. Nihayetinde bütün bu tartışmalar kabineyi toplayamama krizine dönüşmüş ve siyasal restleşmelerin dozunu yükseltmiş durumda.
Siyasi düzlemdeki bu tartışmaların toplumsal yansıması mülteciler açısından yoğun bir endişe, mülteci karşıtları açısından ise kışkırtılmış bir öfkeye sebep oluyor ve daha derin çatışmaların yaşanma riskini de barındırıyor. Suriyeli mültecilere yönelik başlayan bu nefret dili, sadece Suriyeliler ile sınırlı kalmayıp yıllardır Lübnan’da yaşayan Filistinli mültecileri de etkiliyor ve kamusal alanlarda kendilerini tehlike altında hissetmelerine sebep oluyor.
Sonuç olarak, Hizbullah-İsrail arasındaki gerilim, Suriye’deki Hizbullah varlığı gibi meseleler, Lübnan’ın dış politikadaki hamlelerini uzun bir süre daha etkileyecek gibi görünüyor. İç siyasette ise acil çözüm bekleyen ve esasen yine dış politikayla ilişkili olan ciddi bir mülteci meselesi var. Bu meselenin çözümü, ülkenin hassas sinir uçları dikkate alınarak, geçmiş husumetleri hatırlatacak çağrışımlardan uzak durarak ve elbette insani yönü de ıskalamayan çözüm odaklı bir mülteci politikasını gerektiriyor.
[Gazetecilik, Orta Doğu ve Afrika çalışmaları alanlarında lisans üstü eğitim gören Zeynep Karataş düşünce kuruluşları için Suriye ve Lübnan üzerine raporlar yazmaktadır]