Yakın bir arkadaşım, ömrünün geçip gittiğinden, ama “anlam ifade eden” bir şey yapamadığından şikâyet etti. Bu şikâyete katılmamak mümkün değil. Hem onun adına, hem de kendimiz için bu böyle. Çünkü çevremizden birileri, anlam ifade eden, farklılık oluşturan işler yapsaydı bunu duyar ve gururlanırdık.
aşadığımız hayatın, sonra hesaba çekilmek üzere emanet verildiğini hepimiz biliyoruz. Bu bilme bizi kurtarmıyor. Kurtuluş, bu bilmenin gereklerini yerine getirmekten geçiyor. Sadece biyolojik bir varlık olmaktan çıkıp, ideoloji ile bezenmezsek yapıyor olduğumuz şeylerin tamamına hayvani dürtüler egemen olur. Şöhret ve şehvet kıskacında kaybolur gideriz. Kendisi ve yine kendisi için yaşayan öbürleri gibi oluruz.
İster halkı yöneten idareciler, isterse ekonomik güç sahibi insanlar olalım, sahip olduğumuz imkânlara, ideolojimizden bir ruh katıp canlandıramazsak, öbürleri ile ayırt edilemeyiz. Yaptığımız şeylerde iman sahibi birisi olarak durup kenara geçip, imansız olsaydım nasıl yapardım öyleyse imanımdan dolayı nasıl yapmalıyım sorgulamasını yapmamız gerekiyor. Bu sorgulamadan kaçmak ya da sonuçlarının oluşturacağı hasarlardan emin olmaya çalışmak kısa süreli huzur verir gibi olsa da sonunda mutlak bir pişmanlığa sebep olacaktır.
Ben yapmazsam ehil olmayanlar yapacak, öyleyse fedakârlık edip bir adım öne çıkmalıyım ve ben yapmalıyım diyerek yüklendiğimiz sorumluluklar bizim altında ezildiğimiz enkaza dönüşmesin. Çünkü ülkemizde İslam kültürüne ait, “Görev istenmez teklif edilir “ formülü değil en yakın arkadaşlarını bile kırıp dökerek, “Bunu ancak ben yaparım başkası yapamaz” sistemi işlemektedir. Hal böyle olunca da ben yaparım diyenin sonunda mutlak pişmanlık duyacağı bu işten, herhangi bir hayır da sadır olmamaktadır. Kendisini perişan etmesi, hatta insanlığında tamiri mümkün olmayan hasarlar açması işin cabası iken bu yetmezmiş gibi etrafındakilere de zarar veriyor olması, durumu daha da çıkmaza sokuyor.
Çevremizde dingin bir hayatın getirdiği hesap rahatlığının daralttığı insanlar var. Bu insanlar yalvar yakar makamda ve ekonomik imkânlarda olağanüstülük peşindeler. Elde ettikleri makam ve imkânlar, ancak kendilerine ve orda kalmalarına imkân sağlayan güçlere yarıyor. Ya da bunlar, onun dışında bir arayış içine girmiyorlar. Aslında bireysel olarak hakları olmadığı halde halkın sırf ideolojik bir zorunluluk olarak omuz verdiği bu tipler, bir süre sonra omuz verenlerin dertlerini tınmaz ve öbürlerinin taleplerine yalanır bir konuma düşüyorlar. Ötekileri mutlu etmek için ümmetin alın teri ile biriktirdiği ortak kazandan, hiç kimseye faydası olmayan harcamalar yaparlar. Ötekilerle aralarındaki mesafeyi bu taraftakilerin paraları ile kapatmaya çalışıyorlar.
Hiç kimse sütten çıkmış ak kaşık değil. Hepimizin kendi bölgesinde oluşturduğu hasarlar var. Bu hasarlardan emin olmamız, ancak Allah’ın (cc) bağışlaması ile mümkün. Bu hasarlar çok önemli olmakla birlikte, etkileri ancak bireysel düzeyde hasarlar olarak kaldığı müddetçe hasar sahibini ilgilendirir. Oysa toplumun önüne geçmek ve toplumun sorunlarına çözüm üreteceğini söyleyerek çözümsüzlüğün merkezi olmak, toplumsal bir felakete yol vermek demektir. Eğer sizin elde ettiğiniz ekonomik ya da sosyal statüde toplumsal bir emek varsa, sizin buna değecek işler üretmeniz lazım. Yaptığımız mekânlar ötekilerin yaptığı gibi işletiliyor, harcadığımız paralar ötekilerin harcadığı gibi harcanıyorsa hesabımızın da ötekilerinin hesabı gibi görülmeyeceğini kim garanti edebilir. Paçaların sıvanmış, sakalların bırakılmış olmasının bizi kurtaracağını iddia etmek, ancak Allah’a (cc) yapılacak en büyük bühtandır.
“Er Ryan’ı Kurtarmak” diye bir film var. Belki seyretmişsinizdir. Filmin sonunda, oğullarının üçü de asker ve cephede olan bir annenin sağ kalan oğlunu geri getirmek için verilen gayret ve zayiatlardan sonra, timin komutanı son nefesini verirken, kurtarmak için geldikleri Er Ryan’ın kulağına “hayatın buna değsin. Sen buna değ” demişti.
Ömrümüz eğer maliyetli bir takım zahmetlerle bezenmişse buna değmesi lazım. Hiç birimizin bu ömrü, Allah’ın (cc) bir lütuf ve ikram olarak verdiği eş ve çocuklara çarşıdan malzeme taşıyarak harcamaya hakkı yok. İllaki toplumsal anlam ifade eden bir yönümüz olmalı. Ama o yönümüz tüm cepheleriyle toplumsal anlam ifade etmeli. Kazanırken kazandıran değil, sadece kazandıran bir anlam ifade etmeli. Belki bu duruş, en çok da siyasetçilere yakışır.