Konya’da, Mevlana Türbesi önündeki geniş meydan hepimizin malumu. Yaz kış neredeyse her ülkeden, her renkten insanı ağırlar ve tevazuyla üstünde toplar. Hele Ramazan akşamları görülmeye değerdir. Meydanın doğusunda medfun olan zatın şerefine bu meydan da şereflidir elbet.
Şimdi bu meydanda Sultan Selim veya diğer bir deyişle Selimiye Camii’ni arkanıza, Türbeyi de sağınıza alarak yola kadar yürüyün. Yolun kenarından sağa dönün. Yirmi –otuz metre sonra şimdilerde lokanta olarak kullanılan restore edilmiş binayı göreceksiniz. Ben küçükken bu lokantanın olduğu yerde iki katlı, beyaz boyalı, toprak bir ev vardı. Evin tam karşısında ve Saadet Ekmek Fabrikasının yanında da babamın dükkanı. Babamın dükkanına gidip gelirken, küçük halimle bu Türbeye nazır evi keşke ben alsam diye hayal ettiğimi hatırlıyorum. Nasip değilmiş.
Lokantanın bir yanı türbeye bir yanı Asmalı Hatıp Sultan Camii’ne bakar. Binanın size göre solundan yürümeye devam ederseniz, camiye varmadan sağınızda Antikacı Mehmet’in dükkanını görürsünüz. Dükkanı görürsünüz diyorum çünkü Mehmet muhtemelen içeridedir. Dışarıya, ne sattığı belli olsun diye, eski halı ve heybelerden oluşan bir koleksiyon koyar illa ki. Lakin O genellikle içeridedir.
Mehmet ellili yaşlarda, kısaya yakın boylu, hafif topluca, iki parmak kalınlığında ak düşmüş sakalı ve güler yüzüyle bilinir. Lakin en belirgin özelliği yaşadığı onca şeyi içine atıp susmasıdır. Sessizdir Mehmet. Konuşmadan önce derin bir nefes alıp bekler. Hani okunmaya gidilen hocalar gibi, karşısına oturup beklersiniz. Onunla sohbet etmek eski bir Roma kalıntısının ortasında gezinmek gibidir. Ortada pek bir şey görünmese de orada bir dolu şey yaşandığı bilinir. Eski fakat görkemlidir.
İskemlesinde oturur Mehmet. Elinde tesbihi. Otururken çoğu zaman başı öndedir ve yere doğru bakar. Yere bakmak bir bakıma eskiye bakmaktır. Şimdilerde görülecek pek bir şey kalmamış gibi. Eskiden Kadınlar Pazarında esnafmış ve bu yüzden arkadaşlarının çoğu ona hala Yoğurtçu Mehmet derler. Yoğurtçuluktan antikacılığa uzanan serüven her ne idiyse belli ki susturmuş Mehmet’i.
Dükkan, halılar asfiniklenmediği zamanlarda eski kokar. Mehmet’in dükkanında makbul olan eski olandır. Bir eşya ne kadar eskiyse o kadar değerlidir. Eski küpler, halılar, saatler, gümüşler ve aynadan tarağa aklınıza gelecek her türlü eski eşya, onun bildiği yerlerde arzı endam eder. Hepsi gün görmüş, yorgun, Mehmet gibi sessiz, kaderlerine razı bu eşyalar, sanki huzur evinde bir araya gelmiş ihtiyarlar gibidir. Saatlerin ve ara sıra eski radyoların çıkardığı dışında pek ses duyulmaz dükkanda.
Mehmet de her nasılsın soruma çok şükür diye karşılık verir. Şikayet etmez. Bir çorba parası kazanıyoruz der. Vakit namazlarında camiye gider. En son akşam namazında kapatır dükkanını. Akşam ezanı okunurken dükkana kilidi vurmuş ve Asmalı Mescit’e yollanıyordur illa ki.
Dün gördüm onu. Bu kez dükkan asfinik kokuyordu. Yine güler yüzü ve sevgisiyle karşıladı. Akşam ezanı yakındı ve yavaş yavaş etrafı topluyordu. Mehmet’i yazmak bugün aklıma geldi. Mehmet bende, imtihanda soruları erkenden cevaplayıp, zil çalmadan çıkmak yasak olduğu için sessizce diğer arkadaşlarını bekleyen bir talebe hissi uyandırır hep. Akşam dükkanı kapatınca hem dükkandaki eşyalar hem de Mehmet, eski görkemli günlerine giderler de sabah mecburen aramıza dönerlermiş gibi hissederim bazen de.
Şükür ki, aramızda sessiz, takdire razı ve şükredenlerimiz var.
Bundan bir önceki yazımda, Bedestende nasıl Tamirci Musa’ya uğramanızı tavsiye ettiysem Türbe Önüne yolunuz düşünce de Antikacı Mehmet’e uğrayıp en azından bir selam vermenizi öneririm.
Bir de küçük bir istirhamım var. Benden de selam söyleyin lütfen.