Akşam babama uğradım.
Divanın üstünde otururken, ayakta duran oğluna yani bana bakarak eski bir arkadaşının ölüm haberini verdi. Gözlerindeki hüznü ve en önemlisi çaresizliği gördüm. Ölüme karşı aczini, aczimizi. Ben de tanırdım arkadaşını. Çok az görürdüm son zamanlarda. Öyle olunca bana pek ölmüş gibi gelmedi. Onun ölümünü babamın gözlerinde gördüm. Babamın gözlerindeki ölümü gördüm demek daha doğru. Ölüme karşı öylece kalakalmayı.
Ne diyeceğimi bilemedim. Allah rahmet eylesin dediğimi hatırlıyorum. Durdum biraz öylece, ardından da üzülmüşsün dedim.
Üzüldüm dedi. İyi oğlandı dedi. Buğulandı sonra gözleri.
Nasıl olmuş demek adettendir. Ben de sordum.
Bugün aramış telefonla, çoktan sesi çıkmıyor diye. Aradığınız kişiye ulaşılamıyor mesajı almış telefondan. Birkaç kez böyle olunca ev telefonunu aramış. Arkadaşının kızı çıkmış telefona. Babam vefat etti demiş. Hepsi bu kadar. Rahatsızmış son bir kaç gün, sonra da ölüm çekip almış aramızdan onu.
Hepsi bu.
Aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor.
Sonra arabada gelirken eve doğru ,ortanca kızıma sanki bütün sorunlarımız o gözlerdeki bakışta kalmış gibi şakalar yaptım. Eskiyi o haberde ve gözlerde bırakmış gibi. Yeni başlamış gibi her şey.
Ölüm siliyor mu gerçekten de eskiyi.
Hatırlıyor musunuz Peygamber sav e ait o sözü: "Bütün lezzetleri lezzetsiz hale getiren ölümü sık anın."
Ben de üzüldüm. Neye üzüldüğümü de tam bilemeden. Ben daha çok babamın üzülmesine üzüldüm sanırım. Onu orda öylece çaresizce oturtan gerçeği gördüm. Göz göze geldik ve ağızlarımız kapalı gözlerimizle konuştuk. Yapabileceğim bir şey yok dedim. Çaresizce kabullenmekten başka. Kimseyi tutamadığımız bir yer dünya.
Bunları konuşmadan bir kaç dakika önce var olan onca endişe nereye gitti?
Ve siz bu satırları okumadan önceki yığınla endişe.
Ölüm düşüncesi vakum gibi, elektrikli süpürge gibi her şeyi yutan bir şey sanki. Bizi yutmadan önce düşüncelerimizi, endişelerimizi, hayallerimizi, kaygılarımızı yutup yok ediyor. Ölümü düşünmek hafifletiyor yaşamı. Onun yuttukları bizdeki fazlalıklar aslında.
Yanıbaşımızda ölümle gezip dolaşmak ve ağırlıklarımızı ona taşıtmak. Hoş bir düşünce. Endişelerden, kaygılardan, geçmiş ve gelecekten söz edenlere gösterebilsek keşke onu. Misafirlerin ev sahibi ve eviyle ilgili tartıştıklarını düşünün. Az sonra aaa saat geç olmuş bize müsade diyecekleri bir yeri sahiplenmelerinin komikliğini.
Sahi bir gün aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor diyeceklerse bizim için de!
En azından kişi vefat ettikten belli bir süre, göçüp gidenler için, aradığınız kişinin misafirlik süresi doldu. Siz onun olduğu yere gidinceye kadar bir süre görüşemeyeceksiniz gibi bir mesaj iletilse arayanlara. Belki de kendi sesinden olmalı. Birdenbire pat diye kapatılmamalı hattı.
Kapatıyorlar işte. Hem de pat diye.
Vefasız bir büyücü gibi dünya.
Madem öyle:
Yanıbaşımızdaki ölüme karalar giydirmekten vaz geçip güzel giysilerle donatmalı sanki. Doğuştan arkadaşımız. Hem de en sahicisi. Geri kalanı siyah, sadece o beyaz. Hatta renksiz. Onun rengi yok. Rengini bizden alıyor. Sahi ona giydirdiğimiz karalar bizim karalarımız olmasın? Onu karalara boğmayalım o zaman. Gökkuşağı gibi bezeyelim hadi. Güzel davranışlarımızla. Misafirliğimizin hakkını teslim ederek. Onun kapısından asıl yurdumuza süzülüp gidelim güzel adımlarla.
Gülümseyerek. Gülümseterek.
Ölüm güzel şey budur perde ardından haber. Hiç güzel olmasaydı ölür müydü Peygamber? (NFK)