-Bangladeş'te bayram - 2
Bangladeş’teki ikinci günümüz oldukça neşeli başladı. Otelin ikram ettiği kahvaltılıklardan sadece pişmiş yumurtayı yiyebildik. Maalesef buraların damak tadı bize hiç uymuyor. Her şeye baharat katıyorlar, her şey bize bir garip geliyor. Kahvaltıdan sonra kısa bir şehir turu yapmaya karar veriyoruz. Otelden çıkarken gözümüze ilk takılan muhtemelen kurban için pazara satılmaya götürülen o güzel tosun oluyor. Ardından etrafımızı ‘Rikşa’ denilen üç tekerlekli bisikletler sarıyor. Bizi gezdirip üç kuruş kazanma peşindeler. Dilimiz döndüğünce yürüyerek gezmek istediğimizi anlatıyoruz. Köşeyi dönerken beraber karşımıza bir manav çıkıyor, bakıyoruz neler sattığına. Elma, portakal, ananas, muz vb. gözümüz mango arıyor, ancak mevsimi geçtiği için bulamıyoruz. Muson mevsiminde burada 18 ayrı tropikal meyve oluyormuş. Maalesef yaz bittiği için bu meyveler de yerini ithal elma, portakal gibi meyvelere bırakmış. Derken büyük bir caddeye çıkıyoruz, her taraftan insan fışkırıyor. Pedallı ve motorlu olmak üzere rengarenk rikşalar, demir yığını halindeki büyük otobüsler, bağıranlar, çağıranlar. Tam bir kaos halinde yaşanıyor burada hayat. O kadar kalabalık içinde bizim yabancı olduğumuzu anlayan meraklı bakışlar arasında yürüyoruz. Kurbanlık hayvanlar için yol kenarında saman satanlar, çocuklarının elinden tutup bayramlık almaya götüren babalar…
Kısa şehir turundan sonra rikşalarla otelimize dönüp toparlanıyoruz ki biraz sonra karayoluyla Bangladeş’in güneyindeki Cox’s Bazar şehrine doğru yola çıkacağız. Minibüsümüz şehrin kalabalığından kendisini şehir dışına attığında derin bir oh çekiyoruz, ama boşuna sevinmişiz. Çift şeritli yol hiçbir zaman tenhalaşmıyor, kalabalığın arkası hiç kesilmiyor. Her yerden motorlu rikşalar, hantal otobüsler ve yürüyerek bir yerlere giden insanlar çıkıyor karşımıza. Her bir kilometrede kurbanlık pazarları ve etrafına birikmiş yüzlerce belki binlerce insan. Bangladeş nüfusunun yüzde doksanı köylerde oturuyor, ona rağmen 4-5 milyonluk şehirler durumun vehametini anlatmaya yetiyor…
İngiliz sömürgelerinin hepsinde karşılaştığımız dünyanın tersine sağdan direksiyonlu minibüsümüz, yolun sağından, solundan, ortasından tam bir köşe kapmaca oynayarak ağır aksak giderken, şoförümüz cebinden çıkardığı otu çiğnemeye başlıyor. Eyvah diyorum, daha önce Yemen ve Somali’de karşılaştığım ot çiğneme alışkanlığı burada da var. Yemenlilerin ‘gat’ dedikleri ot ağızlarını yeşile boyarken buradaki ot şoförün dudaklarını, dişlerini kırmızıya boyuyordu. Uyuşturucu özelliği bulunan bu ota alışanlar sigara tiryakiliğinden beter bir pisliğin müptelası oluyor, ama iş işten geçmiş…
Konya Ankara arası kadar bir mesafeyi yaklaşık 7 saatte alabildik. Bangladeşi’in Antalyası diyebileceğimiz Cox’s Bazar şehrine gelmiştik. Akşam yemeği için otelin restoranında balık yiyoruz ki bu ülkenin en bilinen yemeği de balık zaten. Lakin bol baharatlı soslarından koymaması için aşçıya ricada bulunuyoruz. Yemek yediğimiz mekanın hemen yanıbaşındaki havuzda yüzenlere gözümüz takılıyor. Bu ülkede şortla ya da bikiniyle yüzmek yasakmış. Herkes kıyafetleriyle havuzun içinde yüzmeye çabalıyordu. Büyük ekran televizyonda ise bir Hindistan kanalını izliyordu herkes bildiğiniz kalabalık müzikal gösteriler…
Bangladeş eski bir İngiliz sömürgesi olduğu için İngilizce oldukça yaygın kullanılıyor, özellikle okumuş kesim tarafından. Buradaki gazeteler de biri İngilizce diğeri Bengalce olmak üzere iki tip çıkıyor. Bizdeki gibi abone usulü gazete dağıtanları da gördüm. Ayrıca ülkenin 30’a yakın TV kanalı var, ancak Hindistan televizyonlarının da çoğu burada izlenmekte. Oteldeki odamızda şöyle bir TV kanallarını gezdiğimizde bir tane olsun Türk kanalının uluslar arası bir izlenirliğe ulaşamaması çok üzücü. Oysa her gittiğim ülkede İngiliz, Amerikan ve Fransız TV kanallarını izlemekten bıktım…
Yeni bir sabaha uyandığımızda Türkiye’de henüz saatler gecenin 2’siydi ve birkaç saat sonra bayram namazı kılınacaktı. Ancak Bangladeş, vakit olarak 4 saat daha önce yaşıyordu zamanı ve bu yüzden de Mekke’den önce bayram etmek istemedikleri için bayram burada her zaman bir sonraki gün kutlanıyormuş. Yani bizim için gün arefeydi hala…
Kahvaltıdan sonra Arakanlılar’ın yaşadıkları kamplara doğru yola çıkmalıydık ki ertesi gün kamplara polisin bizi sokmama ihtimali vardı. Bu sefer ekibimiz üçe ayrıldı. Birkaç kişi herhangi bir olumsuzluğa karşı otelde kalırken diğerlerimiz iki ayrı kampa gitmeye karar veriyoruz. Yine yorucu bir yolculuk bizi bekliyordu. Nihayet Kutupalong mülteci kampı yakınlarındaki bir köyde, muhtarın evine misafir olduk. Akşam yemeği, bizim yemeklerini yiyemeyeceğimiz hesaplanarak oldukça hafif bir şekilde geldi sofraya. Elma, portakal, üzüm ve baharatlı bisküvi. Ev sahibimiz bizim elma ve portakal yemediğimizi görünce gidip içerden muz getirdi. Hemen muzlara saldırdığımızı görünce güldü. Meğer bu ülkede muz fakirlerin meyvesiymiş ve ağır misafirlere ikram edilmezmiş. Bir hasta ziyaretine falan muz götürmek çok ayıpmış. Elma, portakal ve üzüm ise zengin meyvesiymiş ki bu üç meyvede bu ülkede yetişmiyor, ithal geliyor. Bir zamanlar Türkiye’de muzun zengin meyvesi olduğunu düşününce biz de güldük duruma. Bir muz, biraz üzüm ve birkaç baharatlı bisküvi ile akşam yemeği faslımızı kapattıktan sonra Arakanlılar hakkında biraz Arapça, biraz İngilizce muhabbet etmeye çalıştık…
Bangladeş’te Arakanlı mültecilerin barındığı 3 kamp varmış. 12 bin kişilik Kutupalong Mülteci Kampı, 10 bin kişilik Nayapara Mülteci Kampı ve 13 bin kişilik Leda Mülteci Kampı. Bu kampları BM resmî olarak kabul ediyor ve kısmen yardım ediyormuş. Ancak, bir de Gayriresmî Kutupalong Mülteci Kampı varmış ki 100 bin mültecinin yaşadığı bu kampta kalanlar BM ve Bangladeş hükümeti tarafından mülteci olarak kabul edilmiyormuş. Kamptaki 100 bin kişi sürekli açlık ve yoksullukla mücadele ediyormuş. Bangladeş hükümeti açlıktan ölümlerin çok fazla yaşandığı bu kampa son dönemde kimsenin girmesine izin vermiyormuş. Bangladeş’te bu kamplar dışında ayrıca, ormanlık alanlarda ve köylerde 100 binin üzerinde kayıt dışı Arakanlı mültecinin hayatta kalma mücadelesi verdiğini de söyledi muhatabımız.
İHH İnsani Yardım Vakfı, 12 yıldır Bangladeş’teki mülteci kamplarında yaşayan Arakanlılar’a Türk halkının yardımlarını ulaştırarak onların temel ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyormuş, ancak herkese ulaşmanın imkanı yok elbet…
Yatma vaktimiz geldiğinde; farelerin, kertenkelelerin ve büyük boy örümceklerin arasında, sivrisineklerden korunmak için Türkiye’den götürdüğümüz ilaçlara bakarak gülüyorduk. Belli belirsiz bir ezan sesi duyulunca zaten tilki uykusunda yattığımız için hemen kalkıp abdestlerimizi alıp camiye koştuk. Cami dediğime bakmayın, derme çatma bir odacık. Yerlerde halı malı yok ki, halıya bu ülkede henüz rastlamadık. Şırlak bir betonun üzerine safların yeri çizilmiş vaziyette biri ihtiyar diğeri oldukça genç iki kişinin tebessümle bize baktığını görüyoruz. İhtiyar bizi selamladıktan sonra kamet getirmeye başlıyor, delikanlı olanı da imam olmak için hazırlanıyordu ki içeriye iki küçük çocuk daha girdi ve cemaatimiz 6 kişiye çıktı. Namazı kılıp dualarımızı ettikten sonra tekrar kaldığımız eve döndük. Çünkü bayram namazına daha 3 saate yakın bir vakit olduğunu söylediler.
Akşamki meyve ve bisküvilerden oluşan soframız bu kez bayram kahvaltısı olarak yeniden kuruldu önümüze. Birkaç üzüm ve bisküvi yedikten sonra bayram namazı ve ardından yapacağımız kurban kesimini için minibüsümüze bindik. 15-20 dakikalık bir yolculuktan sonra vardığımız gayri resmi Kutupalong kampında maalesef bayram namazı henüz bitmiş, insanları sabırsızlıkla kurbanların kesilmesini beklerken bulduk. Kısa bir bayramlaşma seremonisinden sonra İHH’nın partner kuruluşu tarafından önceden hazır edilmiş kurbanlıkların kesimine başladık. Tekbir sesleri arasında bir, iki, üç derken bir hayli hayvanın kesilmesine iştirak edip, kampın kalabalık bir başka bölgesine geçtik. Yüzlerce kadın ve genç kızın bir tarafta çocukların da onların yanı başında uzun iki sıra oluşturduğunu gördük. Erkekler kurbanların kesimi ve etlerin parçalanmasıyla uğraşırken, kadın ve çocuklar da kendileri için yanımızda götürdüğümüz bayramlık giysilerine kavuşmanın tarifsiz heyecanıyla bize bakıyorlardı. Onları daha fazla bekletmek olmaz deyip önce çocukların bayramlıklarını dağıtmaya başladık. Dünyanın en mutlu anını yaşıyorduk belki de. Küçük kız çocuklarının elbiselerini ellerine aldıklarında yüzlerinde oluşan mutluluğu anlatacak kelime bulamıyorum. Gözümüzden akan yaşları gizlerken bir yandan da kendi çocuklarımızın beğenmediği, iyi marka olmadığı için yüzüne bakmadığı kıyafetlerin dünyanın öbür ucundaki çocukları sevince boğduğuna şahit oluyorduk. Bayram mı yapıyorduk, kurban mı kesiyorduk, elbise mi dağıtıyorduk bişey anlayamadık. Türkiye’deyken bir türlü doyuramadığımız gözümüzde dünya küçüldü gitti. Buradaki Müslümanlar sadece ölmemek için yaşıyor gibiydiler. İşin ilginç tarafı, bu perişan hallerine şükrediyor bize dua ediyorlardı. Öyle ya geride; Arakan’da kalanların bu kamptakiler kadar bile şanslı olmadığını düşünürsek haklılar…
Ailelerimizden binlerce kilometre uzakta, bu hayatları boyunca zulme uğramış mazlum kardeşlerimizin yanında bambaşka bir mutluluk yaşıyorduk. Biz elbiseleri dağıtırken dağıtılmaya hazır hale getirilmiş et paketleri de gelmişti bizim olduğumuz yere. Tam dağıtıma başlayacaktık ki, diğer kamptaki arkadaşların Bangladeş polisi tarafından gözaltına alındığını, fotoğraf makinelerindeki fotoğrafların bile silindiğini, polislerin bizim olduğumuz yere gelmekte olduğunu haber aldık. Polisin böyle bir yol izleyebileceğini daha havaalanında vizede zorluk çıkarttıkları zaman öngördüğümüzden çok da şaşırmadık doğrusu. Hemen hızlı bir şekilde birkaç paket et dağıtımı yapıp, kalan etlerin dağıtımını onlara bırakıp süratle kamptan çıkmaya karar verdik. Arakanlı yol arkadaşımız Reyhan’la birlikte gecelediğimiz muhtarın evine tekrar döndük. Kurban etinin yemek için yetişmeyeceğini düşünerek bize tavuk kızartmışlar sağolsunlar. Tavuğun yanına da haşlanmış yumurta koymuşlar ki çok iyi etmişler. Çünkü baharatlı, soslu tavuğu yiyemedik ve öğlen yemeği öğünümüzü de haşlanmış yumurta ile geçiştirdik…
Polislere görünmeden bir başka yoldan şehre döndük. Oteldeki arkadaşlar, “aman gelince bizi tanımıyormuş, ilk defa burada karşılaşıyormuşuz gibi yapın” diye bizi uyardılar. Çünkü sivil polisler etraflarında dolanıp duruyormuş. Öyle yaptık, onlarla otelde karşılaşıp tanıştık numaradan. Bu arada gözaltına alınan arkadaşlarımız belki de Alman ve Avusturya pasaportlu oldukları için fazla sıkıntı yaşatmadan salıverilmişler. Macera dolu bir kurban bayramı yaşamıştık, herkes başından geçenleri diğerine anlatıyordu. Bu arada ilk gün Dakka havaalanında ayrıldığımız ekiple otelde tekrar bir araya gelip kalabalık bir bayramlaşma faslı yaptık aramızda. Hepimizin yüzü gülüyordu, nihayetinde amacımıza ulaşmıştık. Kurbanlar kesilip etleri dağıldı, elbiseler sahiplerine verildi. Şimdi ertesi gün yaşayacağımız yoğun programın ayrıntıları yapılıyordu.