Arap yazısının kısa tarihi
Hz. Muhammed (r) dönemi öncesinde, Arap toplumu okuma yazma bilgisi açısından zayıf bir görünüm arz ediyordu. Bunda göçebe bir hayat yaşamalarının önemli bir rolü vardı. Çünkü kültür üzerinde yaşanılan toprakla bir ilişki kurabilmekle kendisini kurumlaştıran bir şeydir. Araplar ne zaman ki, ticaretle meşgul olmaya başladılar o zaman yazı ile irtibatları arttı. Çünkü hukuk, kayda geçirme ile büyük oranda kendisini muhkemleştirmektedir. Arapların göçebe oluşuyla, Arap yazısının geç gelişimi arasında bir irtibattan söz edilebilir. Bu yazıda; Arap yazısına kaynaklık ettiği belirtilen kültürlerden, İslami dönemde bu dilin öğretilmesi, kullanılması, kayda geçirilmesi ve ayrıca Kur'an’ın yazımının bu dilin gelişimine katkısından söz edilecektir.
Belâzurî’nin nakline göre Araplar, İslam’ın doğuşundan kısa bir dönem önce, Irak yöresinde bulunan Hire’lilerle iletişime geçmeleri sonrasında yazıyı öğrenmişlerdir. Yahudilerle yakın ilişkide bulunan Arapların da İbrani yazısı kullandıkları, Güney Arapların ise Himyeri yazısına aşina oldukarı nakledilmektedir. Kazı çalışmalarında çıkan hitabeler, Arap yazısının Nebatilerden etkilendiğini göstermektedir. Ne var ki, bu yazının Süryanice’den mülhem olduğunu düşünenler de vardır. (Ünal, 2012: 25)
İslami dönem öncesinde de Musevilerin ve Hıristiyanların elinde İbrani ve Süryani dillerinde kitaplar bulunuyordu. Hatta bu arada bazı Arapça metinlerin bulunduğu da düşünülebilir. Bu dini ve hikemi metinlerin dışında; ticari hesapların alacak vereceklerin yazıldığı vesikalar, köle mülkiyeti senetleri, şahıslar ve kabileler arasında yapılan antlaşmalara ve emanlara dair vesikalar, mektuplar, mühür ve mezar kitabeleri vardı. Miladi VII. Yüzyıl başlarında Arap yazısı, Enbar ve sonra Hicaz’da hissedilir bir üslup farkı kazanmıştı (Çetin, 1991, III: 276).
İslam dönemine gelince, Mekke’de okuma yazma bilenlerin Medinedekilerden daha fazla olduğu söylenmektedir. Buna gerekçe olarak da Hz. Peygamberi (s)’in Bedir savaşında esir edilen Mekkeli okur-yazarlara Medineli çocuklardan onar tanesine okuma yazma öğretmek şartıyla serbest bırakabileceklerini söylemesi ve Hz. Peygamber (s)’in sayıları kırka varan vahiy katibinin çoğunun Mekkeli olması delil olarak gösterilmektedir (Ünal, 2012: 26). Bu yaklaşım doğru olabilir ancak özellikle esirlerin öğretmenliğine dair aktarım bize net bilgi vermekten uzaktır. Nihayetinde esir alınanlardan ceza olarak bu işi yapmaları istenmektedir. Okur yazar Medinelilere ücret ödemektense, Müslümanların bir harcama yapmaksızın esirlerce yapılacak eğitim hizmetini tercih etmeleri gayet doğaldır.
Eldeki veriler, yazının Peygamber ve sonrasında zamanla gelişme kaydettiğini göstermektedir. Bunu tarihçilerin kitaplarındaki rivayetler, papirüsler, taş üzerindeki kitabeler, Peygamber’e isnad edilen mektuplar, dirhem ve dinar gibi paralar ve eski vesikalardaki bulgular da ortaya koymaktadır. (Ünal, 2012: 26)
Kur’an’ın yazılmasına gelince, Hz. Ömer’in İslam’a girmesine de vesile olacak olan kızkardeşi Fatıma’nın evinde Hz. Ömer’in görüp okuduğu Kur’an sayfaları, çok erken dönemden itibaren inen ayetlerin yazıya geçirildiğini göstermektedir. Vahyin yazıya geçirilmesi, Kur’an’da açık bir şekilde emredilmese de, “kitap,” “suhuf,” “kırtas” gibi kavramlara ayetlerde yer verilmesi, eski peygamberlerin kitaplarına “İbrahim’in ve Musa’nın sahifelerinde” denilmesi (Ala, 87: 19), Hz. Peygamber (s) ve arkadaşlarını Kur’an ayetlerinin de kayıt altına alınması yönünde etkilediği söylenebilir (Ünal, 2012: 27, 28).
İnen vahyin nasıl kayıt altına alındığı konusunda İbn Abbas (r)’tan gelen şu rivayet açıklayıcıdır: "Hz. Osman (r)'a dedim ki: ‘Siz niçin, mesâni grubuna giren Enfal suresini miûn grubuna giren Berâe suresine yaklaştırdınız ve aralarına da besmeleyi yazmadınız?’ Hz. Osman (r) şu cevabı verdi: ‘Rasulullah (s)'a vahiy sırasında, birçok sûre birlikte gelirdi. Bu durumda herhangi bir vahiy geldi mi, vahiy kâtiblerini çağırır, onlara, ‘Şu ayetleri, şu şu meselelerin zikredildiği sureye koyun.’ diye yol gösterirdi. Bir ayet geldiği zaman da ‘Bu ayeti içinde şu şu şeylerin zikredildiği sureye koyun.’ derdi.” (Ebu Davud, Salat 125; Tirmizi, Tefsir, Tevbe).
Görüldüğü gibi, Arapların yerleşik hayata eğilim göstermeleri ve civar kültürlerden etkilenmeleri sonucu, dillerinde özelde ise yazılı kültürlerinde bir mesafe kaydedilmiş, İslam’ın gelişiyle bu alanda Arap dili önemli bir ivme kazanmıştır. Ayrıca, Kur’an her ne kadar okuma yazma bilmeyen bir peygambere “yazılı bir metin” halinde indirilmemiş de olsa, onun yazılı olarak kayıt altına alınmasının da Arapça yazım şekillerinin geliştirilmesinde önemli bir rolü vardır.
Çetin, Nihad M. (1991). Arap. İslam Ansiklopedisi. İstanbul: TDV.
Ünal, Mehmet. (2012). Kur’an’ın Metinleşme Tarihi. Mehmet Akif Koç, (Ed.) Tefsir içinde. Ankara: Grafiker.