Seda ŞİMŞEK'in röportajı
Yazar Hakkı Öznur’a göre Yazıcıoğlu’nun ölümü ile birlikte bir gelenek de noktalandı...
Alp, kahraman, bahadır, yiğit, “eren”, ermiş, veli, irfan sahibi demektir. Alperen, zalime “alp”, mazluma “eren” olan Türk’tür. Sahabe ruhlu bir horasan dervişidir. Türkistan’da başlayan iman hareketini Anadolu’ya, Viyana’ya taşıyan gazidir. İlayı kelimetullah için Nizam- ı Alem’i ülkü edinmiş dava adamıdır. Mevlana misali hoşgörülü, Yunus misali merhametli, Yavuz misali bir yiğittir.
Vefalı bir arkadaş, sadık bir eş, iyi babadır. Kula kulluğu reddeden, kuvvet karşısında boyun eğmeyen insandır. Alperen, “namlusunu millete dönmüş tanklara selam durmam” diyen liderdir. Menfaatini değil, milletini düşünen, düz yaşayan, dik duran siyasetçidir.
Alperen, Muhsin Yazıcıoğlu’dur. Hakkı Öznur ülkücü hareketin hafızasıdır. Yıllarca Yazıcıoğlu’nun yanında siyaset yaptı. Yazıcıoğlu’nun helikopteri düşünce yüzlerce ülkücü gibi o da kendisini dağlara vurdu. Yazıcıoğlu’nun hayatından kesitleri Öznur ile konuştuk.
ÜLKÜCÜ HAREKETTE LiDERLiK DÖNEMi BiTTi
“Ükücü hareketin hafızası” olarak tanınan Hakkı Öznur, “45 yıllık ülkücü hareketin siyasal tarihinde iki büyük lider çıkmıştır. Türkeş ve Yazıcıoğlu... Her iki liderin yerine geçen kişiler ancak genel başkan olur, lider olamaz” diye konuştu...
Muhsin Yazıcıoğlu ile nasıl tanıştınız?
Rahmetli Genel Başkanımız ile 1987’de başına geçtiği SOGEV’de tanıştım. Ben o zaman MÇP de görev yapıyordum. SOGEV, şehit ailelerimiz, gazilerimiz ve cezaevlerinde yatan ülkücü arkadaşlarımız için kurulmuştu. Rahmetli Genel Başkanımız cezaevinden çıktıktan 3 ay sonra 15 Temmuz’da SOGEV Başkanı oldu. O, herkesin “Muhsin Başkanı”, ülkücülerin hamisiydi.
Şoke olduk, inanamadık
Helikopterin düştüğünü nasıl duydunuz?
Genel Başkan Yardımcısı arkadaşım Mehmet Karabacak ile birlikte Amasya mitingindeydim. O mitingden Yerköy Mitingi’ne giderken yolda duyduk. Sarsıldık, şoke olduk, inanamadık. Tam bir bilgi kirliliği vardı. Kayseri Valisi’nin açıklamalarının ardından, Genel Başkanımız’ın Kayseri’ye hastaneye getirildiği söylentileri üzerine Yozgat İl Başkanımız’la Kayseri’ye doğru yola çıktık. Ama Kayseri’ye vardığımızda burada olmadığını, enkaza ulaşılmadığını öğrendik.
Vali ile görüştünüz mü?
Derhal Kayseri Valisi ile görüşmeye gittim. Kendisine Anadolu Ajansı’nda ve televizyonlarda yer alan “Muhsin Yazıcıoğlu yaralı ve Kayseri de” açıklamasını neden yaptığını sordum. Böyle bir açıklama yapmadığını söyledi. Bunun üzerine Göksun’a gittik. Dağlara çıktık. Ama, ne yazık ki büyük bir organizasyon bozukluğuyla karşılaştık. Asılsız haberler çıkmamış olsaydı belki köylü vatandaşlarımız enkaza zamanında ulaşabilirlerdi.
Kar ve sis geçit vermedi
Enkazın bulunduğu bölgeye gittiniz mi?
Enkazın olduğu yere ulaşamadık, kar, sis ve fırtına geçit vermedi. Herkes büyük bir gayret ve çaba sarfetti. Genel Başkanımız’ın enkazdan çıkartılan naaşı Kızılca’daki kriz merkezine helikopterle getirildi. Liderimizin ağabeyi Yusuf Yazıcıoğlu ve kriz merkezinde görevli Kemal Yavuz teşhis etti.
Sağ eli göğsündeydi
Siz gördünüz mü?
Arkadaşlarımızla birlikte Kahramanmaraş Devlet Hastanesi’ne gittik. Ahmet Şanverdi, Remzi Çayır, Mehmet Efe ve bazı yönetici arkadaşlarımızla Genel Başkanımız Muhsin Yazıcıoğlu’nun yüzünü son bir kez gördük. Duygularımı tarif etmem mümkün değil. Allah bir daha böyle bir acı yaşatmasın.
Yüzünde darbeden kaynaklanan bir yaralanma var mıydı?
Yüzünde o her zamanki mahzun ve nurani ifade vardı, her hangi bir darbe izi, yara yoktu. Sol kulağının arkasında bir kan pıhtısı vardı. Beyaz gömleği üzerindeydi. Sağ eli göğsünün üzerindeydi. Bizden sonra eşi, kızı ve yakınları gördü. Üzerindeki elbiseler ailesine teslim edildi. 20 yıldır parmağından çıkarmadığı alyansı eşine teslim edildi.
Suikast iddiaları var.
Kamuoyunda bu yönde şüpheler var. Parti olarak olayın takipçisiyiz. Çok yönlü araştırma yaptırıyoruz. Bütün varsayımları dikkate alarak değerlendiriyor ve takip ediyoruz. Söz konusu olan Muhsin Yazıoğlu’dur. 40 yıllık siyasi yaşamı boyunca emperyalizmle, iç ve dış karanlık odaklarla, ülkemizi kaosa sürüklemek isteyen oligarşik güçlerle, çetelerle mücadele etmiş bir siyaset ve devlet adamının her zaman hedef haline geleceği aşikârdır. Şu anda elimizde bilgi ve belge yok. Ama, karanlık nokta kalmayana kadar gerçeklerin peşinde olacağız.
Yaşadığı gibi öldü
Yazıcıoğlu’nun cenazesine büyük katılım oldu.
Yaşadığı gibi öldü. Cenaze töreni fikriyatı ile bütünleşti. Hayatı boyunca devlet- millet bütünleşmesini sağlamak için uğraştı. O da cenaze töreninde gerçekleşti. Her zaman milletin değer ve inançlarını savundu, mazlumların, ezilenlerin yanında oldu. Kamil bir Müslüman’dı. Bir Horasan ereniydi. Sahabe ruhluydu. Ahlak, karakter, dava ve gönül adamıydı. İnandığı gibi yaşadı. “Sonsuzluğun sahibine ulaşmak istiyorum” diyordu, istediği oldu, çok sevdiği Rabbi’ne kavuştu.
Bundan sonra BBP’de ne olacak?
Rahmetli genel başkanımızın vefatı ile ülkücü harekette liderlik dönemi sona ermiştir. 45 yıllık ülkücü hareketin siyasal tarihinde iki büyük lider çıkmıştır. Biri rahmetli Türkeş, diğeri de rahmetli Yazıcıoğlu’- dur. Her iki liderin yerine geçen kişiler ancak genel başkan olur, lider olamaz.
Türkeş ‘kaç’ dedi ama o reddetti
12 Eylül’den sonrar rahmetli Türkeş bile yurtdışına çıkmasını istedi. Ama “Arkadaşlarım idam sehpasındayken, işkence altındayken yurtdışına çıkmam” dedi ve teklifleri geri çevirdi...
Yazıcıoğlu 12 Eylül 1980 günü neredeydi?
12 Eylül günü Sivas’ta yakın arkadaşı MHP Gençlik Kolları üyesi Hasan Bölücek’in evindeydi. Darbe olduktan hemen sonra bir arkadaşının yardımıyla, teşkilatın arabasıyla Ankara’ya geldi. Sıkıyönetimin sokaklara astığı aranan isimler arasında en baştaydı.
Nasıl ve nerede yakalandı?
POL-DER’li polisler ve sıkıyönetimde görev yapan solcu askerlerin baş hedeflerinden birisiydi. 28 Ocak 1981’de Ankara’da Necatibey’de bir evde, Ankara dışına çıkmak üzereyken, bir ihbar neticesinde yakalandı. Ülkücü düşmanı Zeki Kaman ve Dürüst Oktay yönetimindeki solcu polis timi kapıyı kırmışlar. Başkanımız içeri giren onlarca polise tek başına direnmiş. Sıkıyönetim görevlileri ve emniyet güçleri Yazıcıoğlu’nu çok sıkı tedbirlerle önce emniyete, ardından Mamak’taki meşhur işkence merkezi C-5’e götürmüş.
Yurtdışına çıkmayı hiç düşünmemiş mi?
12 Eylül’den hemen sonra isteseydi yurtdışına çıkardı. Teklifler de geldi. Rahmetli Türkeş bile bazı aracılar göndererek yurtdışına çıkmasını istedi. Ama, reddetti. “Arkadaşlarım idam sehpasındayken, işkence altındayken ben yurtdışına çıkmam” dedi. Aranıyordu, hakkında “vur” emri vardı.
Devlete hiç küsmedi
Mamak’ta büyük işkenceler gördüğünü anlatmıştı.
C-5’de ülkücü düşmanı ve dönemin işkenceci, POL-DER’li emniyet mensupları tarafından sorgulandı. 26 gün askıda işkence gördü. Ser verdi, sır vermedi. Bütün olayları onun üzerine yıkmaya çalıştılar. Amaçları Yazıcıoğlu’nu bir suç makinesi gibi gösterip, darağacına göndermekti. 5.5 sene hücrede olmak üzere 7.5 sene cezaevinde yattı. 219 ülkücü ile birlikte hakkında idam istendi. İddianameyi, sol çevrelerin el üstünde tuttukları askeri savcı Nurettin Soyer hazırlamıştı. Hiç ceza almadan beraat etti. Bütün yaşadıklarına rağmen devletine hiç küsmedi.
İlk duruşmadaki olayların aktörlerinden olduğu ifade edilir.
MHP Ülkücü Kuruluşlar Davası 19 Ağustos 1981’de Mamak Cezaevi’nde bulunan bir mahkemede başladı. Duruşma öncesi Muhsin Başkan, 12 Eylül cuntasının bütün zulümlerine karşı ülkücülerin ayakta ve dimdik olduğunu göstermek için Türkeş mahkeme salonuna gelirken tutuklu bütün ülkücülerin “İstiklal Marşı’nı” okumaları mesajını göndermişti.
Türkeş salona girdikten hemen sonra bütün ülkücü tutuklular ayağa kalkıp, hep bir ağızdan İstiklal Marşı’nı söyledi. Ülkücüler İstiklal Marşı’nı söyledikleri için toplu olarak dayak yemişlerdi, ama seslerini her yere duyurmuşlardı. İstiklal Marşı’yla tarih yazdılar, 12 Eylülcülere meydan okudular.
Cezaevindeyken tahliye isteminde bulundu mu?
Aksine, “En son ben çıkayım” diyordu. Ülküdaşları oradayken mahkemeden bir tahliye isteminde bulunmasının doğru olmadığını düşünüyordu.
Genellikle Türkeş ile Yazıcıoğlu kıyaslaması yapılır.
Her ikisi de liderdiler. Onlar bütün yaşamları boyunca vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü savundular.
Refah-Yol’a bilinçli olarak destek verdi
ANAP’la ittifak yaparak Meclis’e girdi, hükümet arayışlarında fikri neydi?
1995’te ANAP’la ittifak yaparak Meclis’e girmiş, sonra da 7 milletvekili arkadaşıyla BBP’ye geri dönmüştü. RP ile ANAP arasında bir koalisyon hükümeti kurulması için çaba harcamıştı. Ama, askerler ve egemen güçler bu koalisyona karşı çıkıyordu. Yılmaz’ı baskıyla vazgeçirdiler. RP - ANAP Hükümeti bu yüzden kurulamadı. Muhsin Başkan bir sohbetinde ANAP liderinin kendisine “Askerlerin RP ile hükümet kurmaması için baskı yaptığını, bu baskılara dayanamadığını” söylediğini anlatmıştı.
Meclis’te koalisyonlar dönemi başladı ve 7 arkadaşıyla kilit parti oldu.
RP - ANAP koalisyonu olmayınca, ardından oligarşik güçler DYP - ANAP Hükümeti’ni kurdurdu. Bu da 3 ay sürdü. Muhsin Başkan bu hükümetin fazla uzun ömürlü olmayacağını en başta söylemişti. BBP Meclis’te kilit parti oldu. Demokrasi ve milli iradeye bağlılığın gereği olarak Temmuz 1996’da kurulan Refah- Yol Hükümeti’ne güvenoyu verdi. Bu yüzden büyük baskılarla da karşı karşıya kaldı.
Karanlık odaklar baskı yaptı
Ne tür baskılarla karşılaştı?
BBP’nin hükümete güvenoyu vermemesi için iç ve dış karanlık odaklar baskı yaptı. BBP üzerine karanlık oyunlar oynadılar, bir çok kirli yollara başvurdular. Milletvekillerimizin peşine düştüler. Bazı aracılar vasıtasıyla onlara para pul, makam, mevkiler vaat ettiler. Ama, Yazıcıoğlu ve arkadaşları bunlara, dünya nimetlerine itibar etmediler, baskılara, şantajlara boyun eğmediler. Oligarşik güçlerin Meclis’teki odasına gönderdiği 2 kişiyi, “Sizi gönderen patronlarınıza söyleyin, hiçbir güç odağı Muhsin Yazıcıoğlu’na milletin aleyhine bir iş yaptıramaz. Bir daha da karşıma çıkmayın. Defolun” diyerek kovmuştu.
28 Şubat sürecinde söylediği “Namlusunu millete dönmüş tanklara selam duramam” sözü hep hatırlanıyor.
28 Şubat sürecine tek direnen siyasal hareket BBP olmuştur. 1 Şubat 1997’de Sincan’da tanklar geçerken, Genel Başkanımız bu tarihi sözü sarfetmişti. Baasçı zihniyete sahip, sol, Kemalist çevreler ve bunlarla işbirliği yapan Maocu- Marksist bazı grupların, militarist bir darbe peşinde koştuğu süreçte, “Türkiye İran olmayacak, ama Suriye de olmayacak” diyerek, ordu içindeki birtakım derin sol cuntaların askeri darbe girişimlerini deşifre etmişti.HAKKI
ÖZNUR KİMDİR?
Ülkücü fikir adamı, Araştırmacı- Yazar Hakkı Öznur, 1985’ten bu yana ülkücü hareketin yayın organlarında inceleme-araştırma yazıları ve makaleler yazdı. Ülkü Ocakları’na genç yaşta girdi. Öznur, 1992’nin temmuz ayında Yazıcıoğlu ile birlikte MHP’den ayrıldı. BBP’de Genel Başkan Yardımcısı. Birlik Akademisi’nde fikri ve kültürel çalışmalarını sürdürüyor.
6 ciltlik “Türk Siyasi Hayatında Ülkücü Hareket” isimli eseri 1999’da, “Seyyid Ahmed Arvasi” ve “Osman Yüksel Serdengeçti” isimli eserleri 2002’de yayınlandı. Cahşların Savaşı isimli eseri ile 2003 Hamdullah Suphi Tanrıöver Kültür Ödülü’nü, 2 ciltlik “Derin Sol” isimli eseri ile de 2005 GAP Kitap Ödülü’nü aldı. TRT’de yayınlanan “Şahların Labirenti Belgeseli”nin Konsept Danışmanlığı’nı yaptı. “Darbeler. Muhtıralar. Cuntalar” ve 5 ciltlik “1980-2008 Ülkücü Hareket” isimli eserleri kısa bir süre sonra yayınlanacak.
(BUGÜN)