Sizler bu satırları okuduğunuz sıralarda binlerce can O’na koşmuş olacaklar. Binlerce can sanki bir yıl önceden yapılmış randevülerine gelmişcesine O’nun yaşadığı topraklarda buluşacaklar. Dünyanın farklı yerlerinden, kar veya kış demeden O’nu ziyaret edecekler. O’nun ismini duyduğum zaman henüz altı veya yedi yaşındaydım. Bir kış günüydü. Soğuk mu soğuk. Anne annemlerin evindeydim o gece. Anne annemlerin evi köyün kenarındaydı. Öyle bir kar yağmıştı ki, her yer bembeyazdı. Gecenin o beyazlığını seyretmek o küçük yaşımda benim için bambaşka bir duyguydu. Ve o gece, ilerleyen saatlerde anne annemlerin evinin dağa bakan damına çıktım. Niyetim açlıktan köye inmiş kurtları, tilkileri veya diğer hayvanları görmekti. Çünkü o soğuk kış günlerinde köy odalarında bol bol yabani hayvanlardan bahsederler, kar yağınca bu hayvanların köye inecekleri anlatılırdı. Ama ben o gece ne göreyim dersiniz. O bembeyaz karlar içinde ‘Ya Mevlana. Huuuu’ diye bağıran ve âdeta kendinden geçen bir insan. Dedemin o gün söylediğine göre o soğukta bağıran ‘Deli Hüseyin’di. Ondan başkası olamazdı dedeme göre…
Deli Hüseyin bugün yaşıyor mu yaşamıyor mu bilmem ama, bildiğim bir şey varsa, o da o gece, kar ışığında Deli Hüseyin’in söylediklerini bugün bile unutamamış olmam.
Evet Hz. Pîr üzerine duygularımızı bu satırlarda belki defalarca yazdık. Fırsat bulduğumuzda biz de binlerce can gibi, 17 Aralık tarihinde Konya’da olduk, olmaya gayret ettik. O havayı, o sırrı, farklılaklara rağmen oluşan sevgiyi görmeyi hep arzu ettik. Gidemediğimiz anlarda ne kadar uzakta olsakta, Konya’yı düşledik hep.
Yine bir Vuslat yıldönümünü idrak ettiğimiz şu günlerde elime bir yazı ulaştı. Dostum Sadık Yemni yeni yazmış olduğu bir yazısını, henüz daha demlenmeden belkide bana ulaştırmış. Sadık Yemni Amsterdam’da yaşayan ancak yayınlanmış kitaplarıyla Türkiye ve Hollanda kamuoyunda bilinen, başarısında Türk kültürü ve Batı kültürüne aidiyetini iyi kullanabilen ve bundan yani çifte aidiyetten asla utanç duymayan bir yazarımız. Bana gönderdiği yazısının başlığı “Beşinci Sütun”. Yazısı bir konuşmacıya atfen yazılan bir yazı. Konuşmacı Avrupa kültürünü Roma, Yunan, Hıristiyan ve Yahudi sütunları üzerine yerleştirmiş. Bunun üzerine sinirlenen Sadık Yemni, konuşma bittikten sonra adama yanaşmış ve demişki: “İbni Haldun’un Mukaddimesi sosyoloji biliminin kurulmasında öncü olmuştur. Averroes adıyla tanınan Endülüslü İbni Rüşt Aristo’yla ilgili yorumlarında ün yapmış ve Avrupa’da felsefeyi etkilemiştir. 8 asır önce mekanik robot yapan Türk mühendisi Cezeri’nin “fi marifat al hiyal” adlı kitabı basıldı. Ona bir göz atsanız yeter. El Harezmi cinsinden matematikçiler vardı…
Benim doğduğum şehrin çeşitli adları var. Altusa, Segunda Roma, Nova Roma, Çarigrad, Konstantinopolis, İstanbul. Bizans aldatıcı bir terimdir. Doğu Roma denince taşlar yerine oturuyor. Truva, Kaz Dağı, Homeros’un muhtemel İzmirliliği, Efes, Bergama, 7 kiliseler, sinagoglar, ve daha sayısız kültür elemanını falan da bu denklemde yan yana getirince Avrupa kültürünün bütün temel taşlarının Anadolu’da da zaten fazlasıyla mevcut olduğu açıkça görülür”. Konuşmacı kömür gibi olmuş…
Aynı yazıda Yemni şöyle devam ediyor: “Bizler değişik kültürlere saygılı Osmanlı düzeninin bakiyesiyiz. Hacı Bektaş Veli’lerin, Yunus’ların yanı sıra Mevlana’nın öğretisi daha sekiz yüzyıl öncesinden Konya Kriterleri, yani insan hakları, özgürlük, doğaya saygı, mütevazı tüketim, yaratılanı yaratandan ötürü sevmek bütün dünyaya hediye edilmiştir”.
Evet Sadık Yemni’nin ortaya attığı Konya Kriterleri yüzyıllar önce ortaya atılmış, hiç bir din ayırımı yapılmadan dillendirilmiştir. Bakın Selçuk Üniversitesi Mevlânâ Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü neler söylüyor: “Tarih 17 Aralık 1273; Mevlânâ Hakk’a yürümüş; yani, can’ı asıl mekâna uçarken, bedeni de aslı olan toprağa geri verilmek üzere götürülüyor. Bu sırada Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Museviler arasında bir tartışma başgösteriyor. Müslümanlar, ‘O bizim dinimizin imamı, sizi ne ilgilendirir?’ demelerine karşı; İsa’yı, Musa’yı Mevlânâ’nın fikirleriyle daha iyi anladıklarını söyleyen gayrimüslimler bütün engellemelere rağmen cenaze törenine katılıyorlar”.
Evet çok kültürlülüğün öldüğünü söyleyen bazı siyasilerin bile olduğu günümüzde, hiç bir zorlamaya gerek duyulmadan dünyanın her yerinden Konya’ya koşup gelenlerin özlediği dünya nasıldır acaba?
Kopenhagen Kriterlerinin bizim ülkemizde dahil ve diğer ülkelerde uygulanmasını hatta olmazsa olmazlar içeren zihniyet acaba gönüllerde taht kurmuş Konya Kriterleri’nden ne kadar haberdar? Sürdürülebilir kalkınma ve dünyada yoksullukla mücadeleyi esas alan zihniyet acaba Mevlâna’nın “Cömertlikte ve yardımda akar su gibi ol” çağrısı karşısında, dünyada adaleti ve insan onuruna saygıyı hakim kılmayı kendine hedef tayin eden zihniyet “Şevkat ve merhamette güneş gibi ol” çağrısı karşısında neler hisseder?
Peki bu vizyonu insanlık gündemine kim taşıyacak? El cevap!
Evet bu vizyonu dünya ajandasına taşıyacak olanların başında T.C. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan gelmektedir. Devamla T.C. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Akyürek, Selçuk Üniversitesi Rektörü Prof.Dr. Süleyman Okudan, Konyalılar Dernekleri Birliği Federasyonu Başkanı Mehmet Aydoğan gibi resmi ve sivil kurumlar gelmektedir. Böyle bir girişime hele hele Unesco’nun 2007 yılını Mevlana Yılı ilan etme düşüncesinin olduğu bir dönemde Konya Kriterlerinin tartışılması için Türkiye dışında da destek verecek resmi ve sivil kurumlar vardır. Tarih Konya ve dostlarının üzerine böyle bir misyonu yüklemiştir.
Haydi! Artık dünya Konya Kriterlerini konuşsun!