Mekke’de iken, Kâbe’de dünyanın her yerinden gelen yüzbinlerce Müslümanla birlikte omuz omuza kıldığımız namazları ve âdeta nefes nefese yaptığımız tavafları asla unutamam. Arafat’ta gözyaşları içinde yaptığımız vakfeyi ömür boyu unutmam mümkün değil.
Hakeza Medine’de de aynı şekilde… Mescid-i Nebevi’de de yine yüzbinlerce Müslüman aynı kıbleye yönelerek aynı Allah’a ibadet etmenin şuurunu yaşıyor.
Her namazdan sonra, o muazzam insan selinin Mescidlerden çıkarak Mekke ve Medine caddelerine bir akışı var ki, insan seyretmeye doyamıyor. Allah’ım o ne güzel bir manzara, o ne muhteşem bir görüntü…
Hele hele sabah namazının ardından, sabahın o erken saatinde, alacakaranlıktaki insan selinin o büyük caddeleri dolduruşu gerçekten görülmeye değer. İnsan bu manzaranın Türkiye’mizde de yaşanmasını ne kadar çok arzu ediyor.
Ancak, milyonlarca bedenin bir araya gelmesi ile oluşan bu muhteşem görüntüye rağmen, ben sürekli hayıflandım ve sürekli hüzünlendim. Niye mi?
Dünya Müslümanlarının milyonlarcası bir araya gelerek, birlik ve beraberlik görüntüsü veriyorlar ama bu durum sadece görüntüden ibaret kalıyor. Zira dünyada ezilen, zulüm gören, katliama maruz kalan ve kıyılan hep Müslümanlar…
O zaman bedenlerin bir araya gelmesi yetmiyor. Gönüllerin de bir araya gelmesi gerekiyor. Bedenlerle birlikte gönüller de bir araya gelirse, işte o zaman bir Müslüman dünyanın neresinde olursa olsun diğer Müslümanların acısını yüreğinde hisseder, onunla birlikte güler, onunla birlikte ağlar.
İşte o zaman Efendimizin; “Bir mü’minin diğer mü’min kardeşlerine karşı ilgisi, birbirini bağlayıp destekleyen bir binanın taşları gibidir” ve “Müminler birbirini sevmede, birbirlerine karşı sevgi ve merhamet göstermede tek bir beden gibidir. O bedenin bir organı acı çektiği zaman, bedenin diğer organları da acı çekerler.” Hadis-i Şerifleri tam anlamına ve hedefine ulaşmış olur.
Peki şimdi ne oluyor? Müslümanlar omuz omuza namaz kılıyor, tavaf ediyor, ibadet ediyor ama Mescid’den dağılınca yukarıda arz ettiğim görüntüye rağmen bir süre sonra herkes kendi âlemine dalıp gidiyor. Sadece bedenlerin bir araya gelmesi, zulüm altında inleyen Arakan’daki, Filistin’deki, Suriye’deki, Mısır’daki ve Türkistan’daki feryadın duyulmasına yetmiyor.
Onun için sürekli şu duayı tekrarlayıp durdum: “Ya Rab! Şu Müslümanların vücutlarını bir araya getirdiğin gibi gönüllerini ve ruh dünyalarını da bir araya getir, onlara birlik, beraberlik ver Allah’ım… Dünya üzerindeki diğer Müslümanların acılarını hissettir Allah’ım… Bizleri Efendimizin buyurduğu gibi manen tek bir bedene kavuştur Allah’ım…”
Bu duyguya, bu birlik ve beraberliğe ulaştığımız ve dünyanın neresinde olursa olsun diğer Müslümanların acılarını yüreğimizde hissettiğimiz yani bir anlamda İslâm Birliğini gerçekleştirdiğimiz anda, inanıyorum ki Müslümanların çektiği acılar, gördüğü zulümler son bulacaktır.
İşte o zaman haclarımız gerçek bir hac olacak, o mukaddes topraklarda Müslümanların sıkıntıları ve çözüm yolları dile gelecek ve haccımız dünya Müslümanlarının kongresine dönüşerek, gerçek hüviyetine kavuşacaktır.
Evet Hac, gerçekten Müslümanların yıllık genel kongresi olarak değerlendirilmeli ve o şekilde uygulanmalıdır. “Hani biz Kâbe’yi insanlara toplantı ve güven yeri kılmıştık…” (Bakara /125) ayeti ile dünyanın her tarafından gelen Müslümanlar, yeryüzünde ilk ibadet yeri olan Kâbe’de yıllık genel kongre yapmaya davet edilmektedir.
Hac; İslâm’ın önemli bir nişanesi olup, Müslümanların yaratılış gayesini yeniden hatırlaması, farklı ırktan, farklı renkten, farklı seviyeden Müslümanların birbirlerinin dertlerini, hüzünlerini, problemlerini ve mutluluklarını paylaşmaları, mazlum, aç, fakir, garip Müslümanların ayrıca savaş ve terör mağdurlarının dertlerine, sıkıntılarına çözüm arayıp bulmanın en uygun yeridir.
Ancak ne yazık ki, Müslümanların yaşadığı topraklar kanla, ölümle yangın yerine dönmüş ve binlerce Müslüman her gün ölümü yaşarken bu yangını söndürmek, bu ölümleri durdurmak için hac kongrelerinde hiçbir plan, program yer almamaktadır.
Dünyada her üç beş saniyede bir Müslüman açlıktan ölürken, hac toplantılarında bu insanları açlıktan kurtarmak için bir proje ortaya atılmamaktadır.
İç veya dış savaşlar nedeniyle milyonlarca Müslüman yurdundan ayrılıp muhacir durumuna düşerek başka ülkelere sığınırken, bu insanların sıkıntılarının nasıl çözüleceği konusu hiç gündeme gelmemektedir.
Hac yapıyoruz ama Yüce Allah’ın; “Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki size merhamet edilsin.” (Hucurat /10) buyruğunun ve
Peygamber Efendimizin; “Bir kimse bir müminin dünya sıkıntılarından birini giderirse, Allah da kıyamet gününde onun sıkıntılarından birini giderir. Bir kimse darda kalana kolaylık gösterirse Allah da ona dünya ve ahirette kolaylık gösterir. Mümin kul, din kardeşinin yardımında olduğu sürece Allah da o kulun yardımındadır…” Hadis-i Şerifinin gereğini yapmıyoruz.
Bu önemli meseleler, hac kongrelerinde konuşulmayacak da ne zaman gündeme alınıp konuşulacak?
Maalesef bunlar yapılmadığı için haclarımız gerçek kimliğine kavuşmamakta, gerçek amacına ulaşmamaktadır. (Devam edecek)