3 Kasım engeliler günü münasebeti ile ilgili olarak Türkiye çapında birçok programlar yapıldı. Bu vesile ile Seydişehir belediyesi de günün önemine binaen yemekli bir program düzenlendi. Programa Seydişehir de yaşayan çok sayıda engelli kardeşimiz katıldı. Kimi akülü arabası ile, kimi kucaklarda, kimi bir yakınlarının yardımı ile kimisi de kendi imkanı ile programa katıldı.
Gelenlerin gözlerinde hep bir ışıltı vardı. Böyle bir programa katılmaktan dolayı yüzleri gülüyordu. Belli ki hatırlanmak, umursanmak hoşlarına gitmişti. Kendilerine değer verildiği görmekten onları fazlası ile sevindirmişti.
Protokol konuşmalarının ardından mikrofon davetliler arasında dolaştırıldı. Duygu yüklüydü engelli kardeşler. Şiirler okundu salonda bulunanlar hep birlikte duygulandık gözyaşları döküldü. Seydişehir adına sevindim.
Konuşmalar yapılırken etrafımdaki insanlara daldım kesik kesik, ezildim, üzüldüm tefekkür ettim, şükür ettim…
Modern akıl olarak tarif edilen düşünme tarzının engellilere bakış açısını düşündüm.
Dünyayı bir doğa olayı İnsana, endüstriyel bir ürün gibi bakan aklı.
Özür ve özürlüye tasarım hatası veya hatalı imalat gibi bakan aklı.
"Yük" veya "hurda" olarak gören küstahça kibrin eseri olan "üstün insan" tezi bir tür "Süpermen" insana, endüstriyel bir mamul gibi bakan aklı düşündüm ve insan olmaktan utandım..
Hemen kendime gelip insanlara yol gösterici olan kitabımızı Kuran-ı düşündüm. Fiziki özrü, bir özürlülük olarak görmeyen anlayışla kendime gelip rabbime şükrettim.. Şu ayetler aklıma geldi "Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler; artık dönemezler" der. Buradaki "sağır, dilsiz, kör" tabiî ki kulağı, dili ve gözü değil, gönül kulağı, dili ve gözü olduğunu tefekkür ettim.
Tarihi gözümün önünden geçti Mekke'nin ileri gelenlerine İslam'ı tebliğ ederken kendisine gelip soru soran bir âmâ ile ilgili inen abese süresini düşündüm.: "Kendisine âmâ gelince, yüzünü astı ve başını çevirdi: Nereden biliyorsun; belki de o arınacaktı; veya öğüt verilecek ve verilen öğüt kendisine faydalı olacaktı?"
İşbu ayetlerin kendisi sebebiyle indiği "İbn Ümmi Mektum" Hz. Peygamber tarafından bir savaş sırasında Medine'ye vali olarak atanmasını. Bu tür izahları çoğaltabiliriz. Ancak, önce kendimizi önyargılarından kurtarmamız şart.
Mesela; insanın başta sıhhati ve tüm organları olmak üzere, sahip olduğu hiçbir şeyi bir bedel ödeyerek sahip olmadık, aksine bu nimetler bize alemlerin rabbi tarafından bahşedildiğini bilmemiz gerekiyor. Öyle ya, kim ödedi gözünün, kulağının, elinin, ayağının, aklının ve ruhunun bedelini? Hiç kimse.
Herkes sonsuzca açılmış ilahi bir kredi ile doğuyor. İsterse inkâr etsin, gerçek değişmez. İnkâr eden nankörlüğünü tescillemiş olur. İnsan, Allah'tan alacaklı değil, O'na borçludur. Gerçek dindarlık, "Allah'a olan borçluluk bilinci"dir. Allah insana sahip olduğu her şeyi armağan etmiştir. Armağan sahibi isterse armağan etmez, isterse kısmen eder. İnsanın, O'ndan alacağı varmış da tahsil edememiş havasına girmesi, haddini bilmezliktir.
İnanç sistemimize göre ise dünya bir imtihan Salonu”dur. Sınanmak kaderimizdir. Birbirimizle sınanırız, kedimizle sınanırız. Bazen fazlamızla sınanırız, bazen noksanımızla.
Özürlünün kendisi özrüyle sınanır, yakınları onunla sınanır, biz onların tümüyle sınanırız. Asıl noksanlık, özürlülük, sakatlık, bu hakikati anlamaktan aciz olmaktır. Bu duygularla tüm okuyucularımızın Kurban Bayramını kutlar bayramı sağlık ve esenlikler dilerim.