Günümüzde Müslümanlar arasında görülen ve sürekli çözümsüzlüğe doğru derinleşen anlaşmazlıkların temelinde din algısındaki farklılıklar ve yanlışlıklar var diye düşünüyoruz. Şöyle ki:
Din, Yüce Yaratıcının insanlık için belirlediği hayat düsturudur. Dinin çerçevesini asıl belirleyici olan Yüce Allah ve O’nun peygamberidir. Kur’ân, bunun için pek çok ayetinde dinin yalnızca Yüce Allah’a has kılınmasını, dini O’ndan öğrenilmesinin gereğini, Allah’a din öğretmeye kalkılmamasını söyler durur.
Bütün bu uyarılara rağmen, çoğu zaman insanlık, dini Allah’a has kılma noktasında başarılı olamamıştır. Dinin esaslarını belirleme konusunda Allah ve Rasülünün bu yetkisini, kimi zaman başka güçlerle paylaşmaya, kimi zaman da bu yetkiyi tamamen başka güçlere vermeye yeltenmişlerdir.
Yüce Allah’ın dini, itikad, ibadet, ahlak ve muamelatıyla bir bütündür. İlahî sistem, bir bütün olarak kabul edilmeli, bir bütün olarak anlaşılıp hayata geçirilmeli ki dünya ve ahirette sâliklerini mutlu etsin. Dinin bu ana esaslarından birini yahut bir kaçını kabul edip, bir ya da bir kaçını ötelemek dini anlamamak, onu yanlış anlamak demektir. Bu durumda sözgelimi dinin sosyal ve siyasal alanla ilgili hükümlerini öteleyen anlayış, bu alanlara başka anlayışların sızmasına zemin hazırlamış olmaktadırlar.
Şöyle ki İslam’ın itikad, ibadet ve ahlakını önceleyip onun muamelâtla ilgili hükümlerini öteleyenler, düşünce ve eylem hayatlarında oluşan boşluğu Hıristiyanlık, Yahudilik yahut beşerî ideolojilerin sosyal ve siyasal anlayışlarıyla dolduracaklardır. İsteseler de bu böyle olacaktır, istemeseler de. Sözgelimi İslam’ın hakimiyet ve cihad hükümlerini öteleyenler, bunları kendilerine göre yorumlayıp âtıl hale getirenler, uzlaşmacı, tavizkâr, pasif bir Müslüman üretmiş olmaktadırlar. Bunun sonucu da sosyal hayattan el çektirilen ve insan eli/dili karışmış bir İslam (!) anlayışı ortaya çıkacaktır. Bu anlayışta artık muhtemel anlaşmazlıklarda Müslüman olduklarını söyleyenler, sorunlarını Allah ve Rasülüne/Kitap ve Sünnetin İlkelerine götürmek yerine, kendi kutsadıkları güçlere, kendi beğendikleri beyinlere götürecekler ve sorunlar çözümsüzlüğe itilmiş olacaktır. Artık dinin yaptırım güçleri devre dışı kalacak ve beşerî yaptırımlar arası kavga büyüyerek sürecektir. Bu durumda herkes kendisinin haklı olduğunu iddia ederek avunmaya, karşı tarafın kesinlikle hatalı olduğunu söyleyerek saldırıya devam edecektir.
Oysa Yüce Allah tektir, O’nun ölçülerinde hakikat de tektir. Bir anlaşmazlıkta birden fazla hakikat, bütünüyle birden fazla haklı taraf da olmaz. İnsanlar tek olan Allah’ın ölçülerine dönebilseler bunu görebilecekler, hataları anlayabilecekler, hatada ısrar etmeden ondan dönmenin erdem olduğunu bilecekler, kendileri hatalı ise karşı taraftan özür, Yüce Allah’tan af dilemesini bileceklerdir. Ama müminler anlaşmazlıklarını, Kitap ve Sünnet ölçülerine değil de kendi indî görüşlerine, kendi liderlerine, bencelere, kanaatimcelere, rüyalara, ilhamlara götürdükleri sürece problemler küçülmeyecek büyüyecek, çözülmeyecek karmaşık hale gelecektir.
O halde ey Allah’ın kulları, hepiniz topyekün Allah’ın dinine dönün, ona bütünüyle girin. Nefislerinizin ürettiği şeylerin güdümüne girmekten vaz geçin. Hepiniz Rabbinize dönün, O’nun dinine girin ki dünyanız ve ahiretiniz kurtulsun. Merkeze kendi menfaatinizi değil İslam’ı alın. Elbette bu sizin için en hayırlı olandır. Allah’ın dinini Yüce Allah’tan öğrenin ve O’nun dinini bir bütün olarak hayata geçirin.
Ey İnananlar! Hep birden barış dini İslam’a girin, şeytanın adımlarına/adamlarına uymayın, o sizin apaçık düşmanınızdır. Size belgeler geldikten sonra kayarsanız, biliniz ki Allah güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir. (2/208-209)
Ey İnananlar! Allah'a itaat edin, Peygambere ve sizden buyruk sahibi olanlara itaat edin. Eğer bir şeyde çekişirseniz, Allah'a ve ahiret gününe inanmışsanız onun halini Allah'a ve peygambere götürün. Bu, hayırlı ve netice itibariyle en güzeldir. (4/59)