Seni, yitirip gittiğin ama bitiremediğin eski aşkının med-cezirlerine bırakıyorum. Kararlar veriyorum kendimce. Ne verilmesi kolay, ne de kendisi kolay olan kararlar... Bu verilen kararlar, gönlümü ne kadar da ak pak ve hafiflemiş hissettiriyor. Durumum şu an için tuhaf, çünkü o uğruna gadasını aldığımı öylece, yüzüstü, yarım kaldığı gibi terk ediyorum. * Bir elimde bıçak, diğerinde ayna. İkisinin de dili olabildiğince acı ve keskin. İkisinin de birbirlerinden farkı yok. Bıçak, iki kez soytarılık yapar, ayna bir kez! Bıçak, bir kez girdiyse çıkmayı da ister; katmerler hakikati, farkında olmadan fark ettirir… * Tüm sözleri, yeminleri, konuşulanları, yazılanları ve dahi çizilenleri -yani bizim olan o aşkı- toparlayıp bir musalla taşına seriyorum. Hiçbiri yerinde durası değil, zapt etmekte güçlük çekiyorum. * Bir efe edasıyla, bıçağımı çalıyorum kuşağımdan. Musalla taşındaki ilk katliam bu... Ne var ne yok bıçaktan geçirmeye hazırlanıyorum. Birinci darbede, ‘ilk sur’ imişcesine bir sayha yükseliyor ayyuka. Bir telaş ki insanlarda; pür! Her biri, boş bir musalla taşı aramakta. Doğurulduklarından beri, ölüme ve ölmeye hiç bu kadar yakın olmayanlar bunlar… Arzu ettikleri her şeyi görmezden geliyorlar, hepsinin bir an önce ölüme ihtiyaçları var, ölmeye değil! Bu, ilk darbenin birinci yüzüydü. İkinci yüzü ise, salt yalınlıktan ibaret... Bir iki yüzlülük, bu derece ince çizgiye sahip olabiliyormuş, bunu öğreniyorum. İşte ‘bıçak sırtı’ dedikleri bu olsa gerek! Bu kez, aynamı çıkarıyorum kuşağımdan. Ayna öyle gümüş saplı, çiçeklerle bezeli değil. Kısacası bu bir ‘süslü’ aynası değil! Ayna, çerçevesiz. Ayna, mahfazasız. Bir kenarından bak ki, göresin camgöbeği nasıl bir renkmiş. Bir de karşısına geç de, yalanlar öbeğini gör! Musalla taşında aynaya bakmak mı niye, hani aşkı ‘güzel’ bitirmek adına… ** Yaşadığımız bu şehir ikimizce de çok büyük… “Gez gez bitmez” sence, bence rasgele binilecek daha çok otobüsler var. İmdiyse ben, öylesine bindiğim otobüslere kızar oldum, sense artık şehrin çekilemeyecek kadar sıkıcı olduğu tezindesin. Anlaşılan, bu şehir ikimize de dar gelir oldu. Seni alsa şehir, beni dışına atacaktı. Ben kalsaydım şehre, şehir sana kalmazdı! * İkimizi ‘bir’leştirmişti bu şehir, bencil kılmıştı aşk ile aşk için! Gel; biz bu şehrin ortasına, bu büyük aşkı gömelim. Ağzına bir bıçak dayayalım da, ayna gösterilince Münker-Nekir tarafından, susup kalmasın; bencileyin! Ben ise şehre kalıp, aşkın türbedarı olayım. Seni de, bu kavruk topraklardan bir sal ile delikanlı sulara bırakayım. Her vardığın kıyıyı, yeni bir kıta san ve son temenni sana; frişkan bol olsun! --- İlgilisine, (14 Şubat Dünya Öykü Günü kutlu olsun.)