Önce bir yağmur tanesi düştü
Sonra bir kar tanesi düştü
Ardından üç cemre düştü
Akabinde bir yaralı kuş düştü
Ve gözlerimden bir damla düştü
Ki sevgilim
Gönlüme aşkın düştü
Hepsinden coşkun
Hepsinden hüzünlü
Hepsinden güzel
Aşk... İnsanoğluna verilmiş en büyük nimettir bana göre. Hayatın bin bir türlü mihnetine dayanma gücü veren, bambaşka bir enerji kaynağı. O'nun uğruna hayatı göze alma cesareti aşktan gelir. Yoksa şu dünya nedir ki ? Leyla, bir yolculuğun başlangıcı, o yolculuğun yol arkadaşı, kader ortağıdır mecnun yüreklilere. Leyla, ayaklarına cennet serilen, dünya kapısından Kevser Irmağı'na geçmeyi sağlayan, nesil nehrini coşkun, arı, duru aktıran mercidir. Leyla, ev diye adlandırılan, kişinin dünyasının en güzel, en değerli süsüdür.
Günümüzde neredeyse her kelimenin, her kavramın içi boşaltıldığı için, aşk ve sevgi gibi Leyla'nın da vasfını yitirmesi, beşeriyetin yoldan çıkmasına neden oluyor sanki. Peyami Safa, Bir Tereddüdün Romanı'nda : " Alakalarımızın yüz bin şekline isim bulamıyoruz ve "sevmek" deyip çıkıyoruz. Onun için ne kadar suistimale uğruyor bu kelime. " diyor. Bu konu gerçekten üzerinde uzun uzun düşünmek gerektiriyor. Günümüzün pek çok meselesi buradan kaynaklanıyor. Bireysel buhranlar, toplumsal cinnetler, hep bu aşkın mecrasından çıkmasından doğuyor.
Aşkı, bir macera gibi gören modern insan, genelde bu duvara çarparak düşüyor. Aşk,bir macera olmayacak kadar değerli olduğu için, kendine bu gözle bakanları, kendi üslubuyla cezalandırıyor. Aşk, dokunmak değil, hissetmektir aslında. Aşk, tenle değil kalple yaşanır. Aşk, kavuşmaktan daha çok kavuşma ihtimaline razı olmaktır. Bunların tam tersi istikamette yol almak isteyenler hayatta koybolunca, sevgiliyi suçluyor, kaderi suçluyor, hayatı suçluyor. Oysa, ne sevgili ne kader ne de hayat size bunları vaat etmedi, siz kendiniz atfettin onlara, o beklentileri. Ve yolunuz bir meçhule giriverdi.
Kelimeler ve kavramlar hayat kadar önemlidir. Onlarla düşünüp, onlarla karar veriyor ve uyguluyorsak, onları yerli yerinde kullanmalıyız. Aşk, çok büyük bir ummandır. Onun kıyısında duranlar için de, içine dalanlar için de büyük nimetler vardır. Ancak büyük tehlikeler de mümkündür. Zira her coğrafyanın kendi iklimi, kendi şartları mevcuttur. Aşkın anlamını bilmek, dilinden anlamak gerekir. Aşk, her insan için farklı tezahür edebilir, ama kuralları hep aynıdır. Pervanelerin aşkı yakıcıdır, can vermeyi göze almalıdır. Mecnun'ların aşkı baş döndürücüdür, aklından eder adamı. Aşk, nasıl gelişirse gelişsin, hep bir bedel ödetir talibine. Zira cennetin yolu dikenlerle doludur.
Kafka, Milena' ya Mektuplar': "Senden gelecek de katlanılmayacak ne var. " diye soruyor sevgiliye. Evet aşk aslında ondan gelecek olana rıza göstermektir. Aşk bir yaz meyvesi de değil, kış için kurulacak turşu küpü de değil. Aşk, bir meyveyi tuğba dalından koparma ihtimaline yürüme eylemidir. Benim ismini aldığım Hasan Dede'min bir sözü vardı: " Dalaman, yüzmen ne aran deniz kenarında" derdi, bu söz bile insanları doğruya yöneltmeye yeter aslında. Aşk deryasının kenarına gelmek de bu soruyu iyi düşünmekle anlam kazanır.
Konya gibi bir yerde aşktan söz edip de Mevlana' dan bahsetmemek olmaz elbette. Bakın Hazret-i Pir ne diyor aşk konusunda: "Kalbin bir gün seni sevgiliye götürecek. Ruhun bir gün seni sevgiliye taşıyacak. Sakın acında kaybolma." Ve bir başka yerde: " Bil ki çektiğin acı bir gün dermanın olacak. Gerçek aşk’ı bilen kalp bir damla suya bile hürmetle bakar." diyor. Artık daha başka ne söylenebilir ki?
Sevgiyle kalın.
ÖZÜR: Geçen haftaki yazımda bir alıntı yerine diğeri mükerrer girmiştir. O alıntı şöyle olacaktı: "İnsan öldürmedim, bir ilkeyi öldürdüm! Evet, bir ilkeyi öldürdüm, ama üstünden aşıp ötesine geçemedim, bu yanda kaldım. (...) Ben yalnızca, cebimdeki rubleyi sımsıkı tutup, 'genel mutluluk' bekleyecek aç bir annenin önünden geçmek istemedim."