“ Şems-i Tebrizî, Hüdâvendigâr’ı aşk ve cezbe alemine daldırdı; Selâhaddin Zerkûbî, sakin tabiatıyla coşkunluk aleminden alıp sükûna çekti. Çelebi Hüsâmeddin ise, sükûna kavuşan, kemâle erişen Hüdâvendigâr’ın ilim ve irfanının gelecek yüzyıllara manevi bir güneş olarak ulaşması için ilim, irfan, aşk kâtipliği yaptı. Çelebi Hüsâmeddin olmasaydı, İslam tasavvufunun bu büyük şaheseri, Mesnevi-i Şerif böylesine etkileyici yazılmayacak ve Hüdâvendigar’ın o nadide incileri gelecek nesillere doğru böylesine uzanmayacaktı.”
Melahat Ürkmez
Mesnevî yalnızca kendi döneminde değil, o engin aşkı, vecdiyle, tüm zamanları ve mekânları kuşatacak şekilde kaleme alınmış bir eserdir.
Kimi yemekler vardır ki hazırlanması saatlerinizi alır, epey çaba ve gayret gerektirir; ama öylesine lezzetlidirler ki birkaç dakika içerisinde yenilir, nasıl da hemencecik bitiverdiğini anlayamazsınız.
Aşkın Kâtibi de tam bu kıvamda olmuş sanki… Yazar Melahat Ürkmez bu yola baş koymuş nadide yazarlarımızdan. Yoğun bir çalışma örneği sergileyerek, takdire şayan gayretiyle bu alanda ilk olacak bir romana imza atmış, bu lezzetli lakin ortaya konulması meşakkatli yemeği okuyucusunun önüne koymuş. Kitap öyle lezzetliydi ki ne zaman okuyup bitirdiğimi fark edemedim doğrusu; ve kaçırdığım noktalar kalmış mı diye ikinci bir kez tekrar gözden geçirdim.
“Mesnevi, mana ve şekil olarak bütün senin malındır. Sana takdim ettim, sen de kabul eyledin.” sözlerinin muhattabı Çelebi Hüsâmeddin, Mesnevî’nin yazılması süresinde her daim Hz. Pîr’in yanında olmuş, destek ve gayretini, tüm himmetini bu yolda harcamış kutlu insan, mübarek zat…
Mesnevi’yi hepimiz az çok biliriz de nasıl yazıldığını, hangi koşullarda vücuda geldiğini bilenimiz pek azdır sanırım. Melahat Ürkmez, Hz. Mevlâna ve Çelebi Hüsâmettin’le birlikte adım adım sizi de Mesnevî’nin yazılışına tanık ediyor ve adım adım vuslata erme yolunda ilerletiyor.
Hz. Mevlana’nın aşk coşkusuyla dilinden dökülen o engin dizeler Çelebi Hüsâmeddin tarafından hemen kayda alınmasaydı belki ne Mesnevi ne de Hz. Pir kuşaktan kuşağa, tüm dünyaya yayılamayacak, o engin hoşgörü ve muhabbet kaynağı nakıs kalacaktı.
Eserin tanıtım yazısı Ali Uğur Gündem’e ait. “ Eseri okurken, bir bütün olarak Çelebi Hüsâmeddin görkemini görüyoruz ve yüce Mevlânâ ile birlikte bu bütünlüğün sıcaklığını kuşanıyoruz… Bugüne dek kıyıda köşede kalan; hakkıyla bir romanda anılmayan Çelebi Hüsâmeddin gerçeğini bir üst gerçeklik -sürrealizm- bir sanal gerçeklik olarak değil de hak ve hakikatin ta kendisinde görmek; olağan üstü bir güzellik güldestesi olarak tam da karşımızda duruyor.” Derken eserin önemini ve bu alanda bir ilk olduğunu ifade ediyor.
Aşkın Kâtibi roman tarzında yazılmış olmasına rağmen tarihin derin bilgilerini de içeriyor. Anlatım tarzıyla da yine bir ilki gerçekleştirmiş Melahat Ürkmez. Mesnevî sergüzeştini kesintisiz akan bir su çağlayanı gibi berrak, çağıl çağıl aktarabilmiş okuyucusuna.
Mevlâna kendisini teşvik eden, bu eserin yazılmasında fedakârca hizmet eden sadık dostunu; Mesnevî’nin her cildinin ön sözünde derin bir samimiyetle över, cildin sonuna yaklaşırken de harcanan yoğun emek ve verilen zahmetten dolayı özür diler, onun şahsiyetindeki olgunluk ve güzelliği dile getirir, hatta altıncı cildin başında eserine Hüsâmî-nâme adını verdiğini söyler…
Gönül diliyle anlaştığı insanlardandır Çelebi Hüsameddin, sözle değil özle konuşan, her an inkişaf eden, aksiyon insanıdır. Alev alev yakan o iç yangınının kayda alınması, tüm dünya insanlarının,binlerin, milyonların da yüreğinde aşk ateşinin canlanması, fokurdaması amacını güder. Güder de duramaz yollar arar, araştırır. Heyecanı, aşkı şevki hiç sönmez, hiç küllenmez, o her daim alev alev yanar yakılır…
Hakkı söyleyen, rızâ-i ilahîden ve istikametten ayrılmayan, mümtaz şahsiyet Çelebi Hüsameddin…Mevlâna’nın himmet, himaye, dua ve rehberliğinde sürdürülen bir ömür…Mütevazı bir yaşam, kanaatkar, aşk ile müzeyyen bir ruh…
Melahat Ürkmez, Aşkın Kâtibi Çelebi Hüsâmeddin’i; “Tevhid ehlinin büyüklerinden olan evliyanın övüncü Çelebi Hüsâmeddin, hem Hz. Mevlâna’ya göre hem de onu yakından tanıyanlara göre ilahi nurun mazharı, zamanın Beyazid’iydi. Zâhir ve bâtında hep mücahede halindeydi, takvada aşırı gider, çok riyazet ederdi. Son derece edepliydi. Güzel ahlakı ile kalplerdeki sırları bilirdi. Öz ve mânâlı konuşur, şeriat meselelerini kolaylıkla çözerdi.” şeklinde tarif ediyor.
2050 yılında bir an-ı seyyale yaşar Çelebi Hüsameddin ve gördüklerine şaşırıp kalır.
“Demek ki Hüdâvendigar bir Mesnevî yazacak. Yazacağı Mesnevî’nin asıl kaynağı Kuran-ı Kerim olacak, belki de tefsirini de yapacak. Mağz-ı Kur’an diye de anılacak ama asıl adı Mesnevî olacak ve insanların bazıları bu Mesnevî’yi sadece okumakla kalmayıp baştan sona ezberleyecekler”…der bu zaman yolculuğundan sonra.
O sırada içi aşk ateşiyle fokurdayan, yüreği şahlanan Hz.Mevlana ise tam da Mesnevî’nin ilk on sekiz beytinin kağıda geçirmenin sancısı içindedir… Ve kaleme kâğıda dökülme zamanı gelmiştir Aşk ateşinin…
“Şu yeryüzünde, ister kadın olsun isterse erkek, kim anlayabilirdi ki bu vecd halini… herkes kendince, kabının genişliğince, aşkınca anlayacaktı bu feryadın içinde gizlenen sırları… Gönlünden, ruhundan fışkıran sözcükler, eşsiz Aden incileri gibi saçıldıkça saçılıyor, her sözcük Dürri Yetim aşkıyla bir katreye sığan ummanın ta kendisi oluveriyordu”
Ne güçlü ifadeler… Melahat Ürkmez… bu satırları yazan kişi, ne de güzel yansıtıyor kendi aynasından… İçselleştirmiş birinin sözcükleriyle okumak belki de bizi böylesine etkileyen…
Okuyucu bu eser ile hem Mesnevî’nin ilk andan itibaren adım adım yazılması sürecine dahil oluyor, Mesnevî’nin ilk on sekiz beytinin Hz. Pir tarafından yazıldıktan sonra niçin Çelebi Hüsamettin’e bu görevin verildiğini, birinci ve ikinci cildin arasında geçen iki yıllık süreci ve bunun hikmetini öğreniyor; hem de Hz. Mevlana’nın anne-babasından, doğumundan ölümüne kadarki tüm yaşantısı hakkında genel bir bilgiye de sahip oluyor. Ailesiyle Karaman’a gelişleri, kaybettiği yakınları, Alaeddin Keykubat’ın daveti üzerine Konya’ya gelip yerleşmeleri, Sultan Alaeddin’in vefatı ve vasiyeti, Hz. Şems ve Selahaddin Zerkubi ile olan yakınlıkları, onun vefatı ile Çelebi Hüsameddin’i, kendisine halife yapmasını, onun hayatını, vefatını, Şeyh Sadreddin Konevi’yi, Emir Arif Çelebi’yi öğreniyor.
O dönemin Selçuklusu, ilim adamları ve olayları ile ilgili de ara ara okuyucusuna aydınlatıcı ve öğretici bilgiler vermeyi ince bir ustalıkla başarıyor Melahat Ürkmez.
Tarih okumak herkesin ilgisini çekmeyebilir; lakin bir romanın içine dercedilmiş doğru tarih bilgisi hem okuyucusuna zevk verir hem de yazar tarih adına güzel bir hizmette bulunmuş olur.
Bu nedenle tarihi roman yazarlarının diğer yazarlara göre daha titizlik göstermeleri gerekir, çünkü verilen bilgiler okuyucusunu yanıltmamalı, geçmişe ve okuyucusuna vefalı olmak zorundadır yazar. Üzerine aldığı mesuliyetin bilinci içerisinde doğrulara sadık kalmalı, öyküsündeki tarihi de güzel anlatmalıdır. Kurgu ve olay örüntüsü bu doğrultuda ilerlemeli, doğru kaynaklarla desteklenmelidir. Vâkıf olanların kaleminden okumak gerekir tarihi, tarihi romanları…
Bu açıdan da Hz.Mevlâna, Şems, Selâhaddin Zerkûbi, Çelebi Hüsâmeddin, Sultan Veled, Aleaddin gibi şahsiyetlerin yanlış değerlendirilmelerinin de önüne geçecek bir kitap olmuş, Aşkın Kâtibi.
“Ben Kur’an’ın kulu kölesi; Hz.Muhammed’in ayağının tozuyum. Kim bundan farklı bir söz söylerse o sözden de söyleyenden de bizârım”
Ve vuslat…
“Sana batma görünür amma aslında o, doğmadır, parlamadır. Mezar hapis gibi görünür amma o, cânın kurtuluşudur.
Hangi tohum yere ekildi de bitmedi? Ne diye insan tohumunda şüpheye düşüyorsun?
Hangi kova kuyuya salındı da dolu dolu çıkmadı? Can Yusuf’u ne diye kuyuda feryâd etsin?”
Ve hilafet…
“Çelebi Hüsâmeddin o gün Hz. Mevlâna’dan boşalan posta oturdu. Bu post, sadece bir post değil, bir dost, dostluk makamıydı.”
“Çelebi Hüsâmeddin, Sultan veled ve sipehsalar her gün birlikteydiler. Birlikte oldukları zamanlar, Hz. Mevlana’yı hasretle anıyorlar, birbirlerinin yarasına merhem oluyorlardı…”
Tarihine ve mukaddesatına önem veren; Hz. Mevlana ve öğretisini tüm dünya insanlarına doğru tanıtma misyonunu layıkıyla yerine getiren Melahat Ürkmez’i bu aydınlatıcı eserinden dolayı tebrik ediyor, tarihi roman yazan diğer yazarlarımıza da örnek teşkil etmesini ümit ediyorum.
“İçimi her gece gözyaşları içinde,
Sessiz sedasız döküyorum, Âlemlerin Rabbi’ne.
Eğer içimi dökebilseydim lisanı hâl ile
Kıyama kalkardı, bu şehir ey yâr!”…
Selametle, ihsanla kalınız.
Kitap ve Yazar Hakkında Bilgiler
Yayın Tarihi: 2015
Yayınevi: Gençlik Kitabevi Yayınları
Baskı Sayısı: 1.Baskı
Sayfa Sayısı: 262
Temin Adresi: İnci Ofset Matbaa, Konya
Yazar Hakkında:
Melâhat ÜRKMEZ
Hadim doğumlu. Necmettin Erbakan Üniversitesi Ahmet Keleşoğlu Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nden ve Anadolu Üniversitesi Halkla İlişkiler Fakültesi’nden mezun oldu. 2004’ten itibaren yerel gazete ve internet sitelerinde köşe yazarlığı ve Kültür Sanat yönetmenliği yaptı. Halen Selsiad Yönetim Kurulu başkan yardımcılığı ve basın danışmanlığı görevini yürütüyor.
2003 yılında Kültür Bakanlığı ve Türk Edebiyatı Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği Ömer Seyfettin Hikâye Yarışması’nda “Buzkaşi” isimli ilk hikâyesi ödül almış; ilk romanı olan, “Sözcüklerin Nefesinde Ateizmden Allah’a” İstanbul’da Beyan Yayınevi’nin açtığı roman yarışmasında, “Okunabilir En İyi Roman” seçilmiştir.
İkinci romanı olan, “Gönül Bahçesinde Mevlâna Japoncaya çevrildi ve Japonca çevirisi Hollanda UETD tarafından 2008 yılında basılıp yayımlandı. Japonca’ya çevrilen ilk Mevlâna konulu bir roman olduğu için Japonya Büyükelçisi tarafından teşekkür mektubu almıştır. Kasım 2015’te Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “Tarihi Roman” dalında ödül aldı.
Yaptığı televizyon programları, yayımlanan kitapları, sunduğu bildiriler, katıldığı paneller dolayısıyla Konya kültürüne katkılarından dolayı çeşitli resmi kurum, kuruluş ve Sivil Toplum Örgütlerinden ödüller ve plâketler aldı. Türkiye Yazarlar Birliği Konya Şubesi ve SELSİAD Yönetim Kurulu üyesi, YEBAV Mütevelli Heyeti üyesidir.
Diğer Kitapları:
-Sözcüklerin Nefesinde Ateizmden Allah’a
-Gönül Bahçesinde Mevlâna
-Mevlâna’da Aşk Sırrı ve Nihai Bütünleşme
-Şems-i Tebrizî
-Diyâr-ı Aşk/ İlâhi Ulak Şems-i Tebrizî
-Ödlek Musa