Her Muharrem ayında Kerbelâ olayını anarız, Aşure çorbalarını içeriz, lakin ne Kerbelâ’yı anlarız ve ne de Aşurenin manasını. Halbu ki Aşure yalnızca anma ve çorba içme ayı değildir.
Bir kere Muharrem ayı, insanlık tarihinde çok özel yeri olan bir ay. Hz. Âdem, Hz. Nuh, Hz. İsmail, Hz. Musa, Hz. Muhammed başta olmak üzere pek çok peygamberin hayatında çok önemli olayların yaşandığı bir aydır Şehr-i Muharrem. Dolayısıyla tüm insanlığı ilgilendiriyor. Yaşanan bu olayların ibretle okunması gerekir her şeyden önce. Aslında Aşure günü çorba içme değil, oruç tutma günüdür. Zira Aşure orucu önceki peygamberlerin hayatında da olan, bizim peygamberimizin de bir gün öncesi yahut bir gün sonrasıyla birlikte oruçlu geçirdiği günlerdir.
Kur’ân, Allah katında haram ayların sayısının dört olduğunu söyler. Bu aylardan biri de Muharrem ayıdır. Bugün müslümanlar ve insanlık, özellikle bu aylarda kan dökmeye devam ederek Muharrem’in ve diğer haram ayların hürmetini ihlal ediyor. Oysa bu aylar (Zülka’de, Zülhıcce, Muharrem ve Receb), insanlığı barışa alıştırmak için Yüce Yaratıcının kan dökmeyi yasaklamış olduğu aylardı. İnsanlık bunu da anlamadı. Anlasaydı şayet, bugün yeryüzü kangölüne dönmezdi! Müslümanlar Kerbela’yı anlasalardı, bugün İslam coğrafyasının hemen her yeri Kerbelaları andırmazdı!
Gelelim Aşûre çorbasının faziletine yani hikmetine. Aşûre, onuncu gün demektir. Nuh tufanının sonunda Hz. Nuh peygamber Muharrem’in onunda, karaya çıkmadan önce son kez gemide bulunan tüm erzakı karıştırarak bir aş yapıp gemidekilere ikram etmiş, işte Aşure çorbası bu uygulamayı yaşatma adına yapılagelmiş bir gelenektir. Ne var ki çorbanın insanlığa söylemek istediği çok önemli mesajlar vardır. Bu vesileyle, midelerimizde halen Aşure çorbasının tadı varken, bunları hatırlamamız lazımdır.
Aşûre çorbası, normal zamanlarda bir araya gelemeyen pek çok malzemenin aynı kazanda birleşip ortak bir tat oluşturdukları bir ayştır. Fasulye, nohut, pirinç, bulgur, incir, kayısı, fıstık, fındık, ceviz, şeker, tuz, su ve benzeri enva-i çeşit yiyeceğin aynı aşta buluştuğu bir yiyecek. Bütün bunlar aslında kesretten vahdete, çokluktan birliğe yürüyüşün simgesidirler.
Öte yandan Aşûre çorbası farklı renk, ırk, inanç, seviye, konumlardaki insanların bir arada yaşayabileceklerinin göstergesidir. Aynı gaye için bu farklılıklar, tek bir aşa ve tek bir tada dönüşebilmektedirler. Aslında Aşure kazanının, tüm yiyecekleri içerisine alabildiği gibi, Allah’ın arzı da tüm insanları bağrına sığdırabilir. Yeter ki karşılıklı anlayış olsun, yeter ki insanlar o koroya katılabilsinler, uyumu bozmadan durabilsinler. Tabi ki bunun için ateşte pişmek, aynı suda kaynamak, yani fedakarlıkta bulunmak gerekmektedir.
Peygamberimiz s.a.v. Mekke’de zorunlu olarak başkalarıyla birlikte yaşadı. Ama O, Medine’de ihtiyarî olarak ötekilerle birlikte yaşamaya devam etti. Müminler vardı Medine’de. Ancak yahudiler, hıristiyanlar, müşrikler ve münafıklar da vardı. Vefat ettiği günlerde O’nun zırhının bir Yahudide rehin olarak bulunması tesadüfi değildir. Demek ki O, Medine’de yaramazlık yapan Yahudileri sürüp çıkarmış, ancak uyum içerisinde yaşayanları da Medine’de bırakmıştı. Nitekim O, Hayber Yahudileriyle sulh yapmıştı.
Tekrar söyleyelim ki Aşûre yalnızca çorba içme günü değildir. Aşûre Kerbelâ şehitlerine ağıt tutarak, dövünerek geçiştirilecek bir gün de değildir. İnsanlık tarihinin çok önemli olaylarını anlama, özellikle Hicreti, Haram Ay mantığını ve Kerbelâ’yı anlama fırsatıdır. Makam mansıp hırsı ile dünyevileşmiş insanların neler yapabileceğini görüp ibret alma fırsaıdır.