Aşure sever misiniz bilmiyorum. Bizim toplumda sevmeyeni bulmak zordur. Gerçi boğazlar meselesi deyince ilk akla gele, sofralardır. Muharrem ayı çıktı. Aşure üzerine bir yazı yazmak için biraz geç kalındığını biliyorum. Olsun bazıları her gün bayram yapmayı sever. Bazıları da her mevsim aşure yemeyi…
Kamerun’da uzak diyarların bekçisi Halit Yasir Kardeşim, her türlü aşure davetini kabul edebileceğini söylemişti. Ben de şimdi ona başka ve tadını bildiği bir aşure daveti yapmış olayım. Ona bir tas çorbayı ikram edebilmek başka bir bahara kalsın…
Anadolu toplumu, çok sevdiği aşure yemeği Hz Nuh’un (AS) gemide kalışının son gününde ellerinde kalan azıklarının karışımı ile yapılmış yemekle ilişkilendirir. Bu konuda açık bir ayet- hadis yoktur. Velev ki gelenek olsun. Ama biz, birbirinden bağımsız ayrı gıdaları aynı tencerenin içinde pişirip yemeği severiz. Çok değişik milletlerle uzun yıllar yaşayabilmenin ve dünyaya hükmeden bir devlet geleneğine sahip olmanın kodları burada sanırım…
Aşure yemeği severiz. Ancak eski kucaklayıcı ve kardeşçe yaşama azmimizi kaybettik. Farklı özellikteki insanlarla insicam içinde yaşamak, aşureye kıvam vermekten daha zor olmamalı… Ne hikmetse bunun sırrını kaybettik…
Oysaki Muharrem ayının aşuresi güzeldir. Bu ay sadece bir tas çorbayı paylaşma ayı değildir. Beraber yaşadığımız bu dünyada sadece çorbada değil, hayatın başka alanlarında da aynı paylaşım ve dayanışmaya ihtiyacımız var.
Bizim gibi siyasal düşüncelere sahip olmayan, politik tercihlerde bulunmayanlar da olacak. Ya da aynı mezhebin fıkhi tercihlerine göre namazını kılmayan insanları da kardeş olarak görmeyi becermeliyiz. Bırakın onlar öyle kalsın ve yaşasın. Ama beraber olalım ve kavga etmeden geçinelim…
Zaman- zaman birileri tarafından alevlendirilen ve kışkırtılan bu toprakların huzurunun baltalamak için bir bahane olarak kullanılan Suriyeli düşmanlığı, bizim aşure anlayışımızın nasıl da tencerenin içinde kaldığının bir göstergesidir. Veya onları bizim gibi olmadıkları, bizim gibi yaşamadıkları için eleştirenler…
İnsanları saçına, sakalına, sarılığına, pantolon şekline- boyuna, kıyafetin rengine veya namaz takkesinin desenine göre ayırmak ve ötekilerden(!) de selamı esirgemek, aşurede sadece boğazımızı düşündüğümüzün açık bir göstergesidir.
Aynı işyerinde çalışan, aynı kurumdan maaş alan, yemekhanede beraberce kaşık sallayan insanların selamı veya küçük bir gülümsemeyi esirgedikleri dünyada siz her gün aşure ikram etseniz de çok şey değişmeyecek. Selamı bile çok gören ama fırsat bulunca da kardeşlik ve dayanışma üzerine nutuklar atmak da başka bir garabet örneği…
Yemen’de birbirini katleden ve bu savaşla Cennete girmeyi bekleyen (!) kardeşlerin hangisi, aşure tadında bir savaşı sürdürüyordur? Suriye'ye ne demeli? Libya’yı nerede değerlendirmeli? Afganistan sulh ve sükûnetin tadına ne zaman bakacak?
Biz başkalarının acılarına bakarken, kendi hatalarımızı unutmayalım…
Allah aşurelerimize sadece tencerenin içinde bıraktırmasın…