Geçtiğimiz pazar günü stadyumda binlerce Konyalı ve diğer şehirlerden de gelen ziyaretçilerin oluşturduğu muhteşem kalabalık önünde harika bir gösteri izledik. Yaklaşık 150 semazen programın sonunda sema gösterisi yaptılar. Lazer ve havai fişek gösterileri de onlara eşlik etti. Aynı anda Türkiye’nin pek çok yöresinde de semazenler eşzamanlı olarak onlarla birlikte sema ettiler. Anlamı neydi bu gösterinin? Olsa olsa sınırlarımızı denemek. İnsanların içerdekileri kadarı dışarıda kaldı. Atatürk stadyumundan içeri giremediler. Yetkililer bu kadar insanın rağbet göstereceğini hesap edemedik demişler. Mazeretleri bu. Onlar da sanırım ne yaptıklarının, kimin adına bu gösteriyi gerçekleştirdiklerinin farkında değiller. Koskoca Mevlana yılı geçip gidiyor, büyük bir organizasyon yapmış olalım diye yapmışlar anlaşılan. Sorumluluktan kurtulmak belki bakın hiçbir şey yapmadı demeyin.
Aslında hiç birimiz elimizdeki kaynağın farkında değiliz. Unesco bu yılı Mevlana yılı ilan etmese, son yıllarda batıda Mevlana’ya karşı bu aşırı ilgi olmasa, Hz Mevlana’da kısır çekişmelerin arasında kaybolup gidecek. İyi ki Hz Pir Afganistan doğumlu, ya hasbel kader Malezya doğumlu filan olsaydı?
Ramazan ayı geldi geçiyor. Kişisel gelişmemize ne katkısı oldu? Bundan sonrasına ne katacak? Yaşadığımız ömür neyle geçiyor? Gittiğimiz yere götürmek için ne biriktiriyoruz? Öyle ya yoldan gelenin heybesine bakarlarmış. Gidince heybede göstermek, gittiğimiz yerde ikram etmek için alışverişimiz ne? Hz Pir oraya ancak yokluk götürülür demiyor mu? Kavgalarımız, gürültülerimiz hep varlık savaşı değil mi? Mesnevi de anlatır Hz Pir: çocukluk arkadaşı Hz Yusuf Peygamber’i Mısır’a sultan olduktan sonra ziyaret etmek diler. Yolculuğa çıkmadan önce uzun uzun düşünür. Ne hediye götürsem diye. Ve bir yere giderken sende olan ve gittiğin yerde olmayan bir şey götürmek daha iyidir. Peki ben Yusuf’a ne götürüyüm? O bir sultan. Sultan da ne olmaz ki? Düşünür taşınır. Etrafa sorar. Sonunda madem Yusuf’un güzelliği meşhur, o zaman en iyisi bir ayna götürmektir ona der. Ve ayna temin eder. Yola revan olur. Varır uzun seyahatinin sonunda Hz Yusuf’un yanına. Yıllardır görmemişler birbirlerini. İyi karşılanır. İkram edilir. Halleşirler. Sonunda hediyesini çıkarıp heybesinden takdim eder Hz Yusuf’a. Der ki: kardeşim çok düşündüm sen de olmayan ne getiriyim diye bir şey bulamadım. İşte bu aynayı getirdim. Ayna güzelin hakkıdır. Sen de kendi güzelliğini bu aynaya bakıp seyredersin.
Şarihlerin anlattığına göre, Hz Pir bu hikayede bizim yolculuğumuzu anlatır. Yola çıkan bizi, Hz Yusuf Cenab-ı Hakkı, ayna da kalplerimizi temsil eder. Madem Allah’a yolculuğumuz, onda olmayan ne götürebiliriz ki ona? Sadece yokluk, yoklukla sırlanmış bir kalp. Ta ki tecelli etsin onda Hak.
Ben TV’den seyrettim programı. Ve balkondan. Stadyumun üstünden şehre yayılan ışıkları, havai fişekleri. Adeta gökyüzüne yazıldı, işlendi sema. Sema yaparken semazenler, semaya nakşolundu yansımaları. İlk 18 beyit üç dilde okundu. Hele Farsçası çok etkileyiciydi.
Aslında neye ihtiyacımız olduğu çok açık. Program yapmak için değil Hz Pir’e layık olmak için yapılmalı yapılanlar. Dünyaya değil önce kendimize anlatmalı Hz Pir’i. Ne büyük bir hazinenin üstünde uyuyup durduğumuz horultularımızdan belli.
Bu yıl gerçekten de bir kımıldanış oldu. Her türlü eksikliğe rağmen ben yapılanları takdirle karşılıyorum. Yavaş yavaş uyanıyoruz. Bu açık. Ve gelecekten çok umutluyum.
Artık kalpleri cilalama vakti, ki tecelli etsin diye Hak. Ne güzel olacak bu kutlu ay buna vesile olsun. Yokluğumuzla övünür hale gelelim.
Şeyh Galib’in dediği gibi: Ateşe atladım sudan çıktım.
www.pozitifdegisim.com