Batı dünyasının hoşgörüsü Müslümanı kapsamıyor. Bu durum bugün dün olduğundan daha belirgin Müslümanlar için. Batı nezdinde Müslümanların muhkem yeri sanık sandalyesi. Sanık sandalyesi bize reva görülen muhkem yerimiz olunca değerimizi tayin de elbette bir zorlukla karşılaşmayacağız. Değersizin değeri reva görülen muameleyle aşikar kılınıyor.
Batı için; Müslümanlar üstüne basıp geçtikleri bir karınca sürüsünden başka bir şey değil. Biz Müslümanlara bir tavuğun kiliseyi umursadığı kadar aldırıyorlar. İnsan hakları, adalet anlayışları ve kerametleri kendilerinden menkul. Öyle ki; Müslümanı öğütülmeye hazır bir buğday tanesi gibi görüyor.
Batılı halklar Suriye de, Irak ta, Myanmar da bütün bu olup bitenleri bir sinema salonunda film izler gibi izliyor. Sanki bu olanlar bir “kurgu” dan ibaretmiş gibi. Ama bu kurgu yarının dünyasında kendileri için “gerçek” olunca, keser döner sap döner misali, acaba bizler de seyirci olur muyuz? Doğrusu bunu bilemiyorum. Ama kendi kültürlerinden bildiğim bir notu burada hatırlatmalıyım: ” Kılıçla girdiğiniz bir yerden yine kılıçla çıkarılırsınız”
Batı için çatışmanın yokluğu ölümün işaretidir. Telakki bu olunca, çatışma mahalli de elbette İslam coğrafyası olacak. Amacı da tabi İslam coğrafyasının küllerinin üzerine kendi tasarladığı dünyayı kurmak. Güttüğü amaç “değer” den yoksun veya bağımsız olunca, sadece İslam coğrafyası da değil, tabiat da onlar için üzerinde hakimiyet kuracağı onu istediği gibi sömüreceği bir “yer” durumuna dönüşüyor. Sömürüyü meşrulaştırmak için yaptığı tek şey büyük bir düşman icat edip kendisini ehven-i şer kılmaktan ibaret. Bunda da başarılı olduklarını itiraf etmeliyim.
Vaktiyle Çarlık Rusya’sında Yahudi bir annenin oğlunu 1877 Osmanlı-Rus Savaşı için cepheye yollarken yaptığı ilginç nasihat şu: Anne oğluna şu öğütte bulunuyor:” Canım oğlum, sakın kendini fazla yorma. Cephede bir Türk öldür, sonra dinlen…Bir Türk öldür, sonra soluklan…Gücünü toplayınca bir Türk daha öldür, yine dinlen…Oğlu, ama anne ya Türk beni öldürürse”? Karşılığını verince dehşete kapılan anne, “Aman Allahım! Türkün seninle ne alıp veremediği var ki”? Diyor.
Evet tam da burada bir soru sormanın yeri geldi sanırım. Elbette bu soruya verilecek cevap da malumun ilamı kabilinden olacak ama olsun biz yine de soralım. Evet ne istiyorsunuz bizden ve yaşaya kaldığımız bu coğrafyadan? Soru sorma yetkisini hep kendinde gördüğü için Batı alemi alışık değil bu kabil sorulara. Ama artık alışmasının zamanı gelmedi mi sizce?
Evet insanlığın izzeti ayaklar altına alındı. Ateşle vaftiz edilmek neymiş bunu gördük Suriye de ve Irak da. İslam coğrafyasında gözyaşları inerken artık bir engelle karşılaşmıyor. Medeni batı dünyasının doğuda başardıkları bunlarla da sınırlı değil elbet. Ne diyebilirim ki; Allah’ından bulsunlar desem buda olmuyor çünkü Allah’ı dünyaya ve işlerine karıştırmıyorlar artık. Anladıkları dilden konuşmak gerekiyor galiba. Almanya FİB (Federal İçişleri Bakanlığı)’e göre: Müslüman düşmanlığı Müslümanların varlığının bir sonucudur. Onlara göre: ”İslamcılar” olmasaydı, İslam düşmanlığı da olmazdı. Bu anlayış sahipleriyle hangi yol birlikte yürünebilir ki. Bunlarla birlikte yol almanın insanı getirip bıraktığı nokta ateşle vaftiz edilmek değil de nedir? Selam ve dua ile…