Türkiye Müslümanlarının ABye girme arzuları maddi olarak sömürülmekten kurtulma arzusu, manevi ve dini olarak da baskıdan kurtulma ümidinden kaynaklanıyor. Ama sömürülmekten kurtulup, sömürenler arasına katılmak; baskıdan kurtulmak, ama İslamın yüce ve kapsamlı hedeflerine veda etmek, güle oynaya gidilecek bir yol, cennet gibi tercih edilecek bir alternatif değildir. Hiç olmazsa mümin korku, endişe ve üzüntü içinde olmalıdır. (*) Eğer Türkiye ABye -ister adı imtiyazlı ortak, isterse tam üye olsun- katılırsa, elbette AB Anayasasına bağlı kalacaktır. AB denilen ülkeler, hayalet ülkeler değildir. Bu ülkelerde bugün 15 milyonun üzerinde Müslüman yaşamaktadır. İnanç özgürlüğü ve sosyo-ekonomik yaşam kalitesi açısından olaya baktığımız zaman, AB, öylesine korkulacak bir öcü de değildir. Bugün bu ülkeler topluluklarının vatandaşları, refah ve özgürlük içerisinde yaşamaktadırlar. Burada bize düşen görev, İslamın ideal ve değerlerini seküler bir toplumda nasıl temsil edebiliriz? sorusuna olumlu cevap bulmak gerekir. Elbette, bütün materyalist zihniyetlerde her şey nefsi kışkırtma üzerine kurulmuştur. İslamda ise nefis terbiyesi vardır. Eğer biz bu bağlamda dünyevileşmenin cezbedici tuzaklarına düşmez de insani ve İslamî değerlerimizi muhafaza edersek, insanlığın saadetine vesile olabiliriz. Zaten Türkiye, kendi vatandaşı için zenginlik ve özgürlük sağlayan bir yönetim biçimine kavuşmuş olsa, illa da ABye girmek gerekmez. Eğer Türkiyede halkın yüzde 80i ABye girmeye evet demişse, ABnin bizi özgür, insan haklarına saygılı, hukukun üstünlüğünü ilke edinmiş bir toplum ve yönetim yapısına dönüştüreceği için demiştir. Bugün biz, yerel kültürümüzle, tekstil, otomotiv, gıda sanayimizle ABye girmişizdir. Milyonlarca göçmen vatandaşımız bu ülkelerde çalışmakta, iş yapmaktadır. En azından mevcut şartlardan daha iyi özgürlük alanlarına sahiptir. Belki bizi bu noktada tedirgin eden temel husus, cinsellik alanında yaşanan ahlaki düşüklüklerin nesillerimizi bozmasından endişe etmemiz gelmektedir. Unutmayalım, Maonun Türkler hakkında bir sözü var. Mao demiş ki, Aman önce Türkleri Maocu yapmayın, Maoculuğu bozarlar. Biz bu bozma eylemini olumsuz anlamda değil de ıslah, düzeltme anlamında yorumlayalım. Batı toplumları da maneviyat aramaktadırlar. Biz tarihte Batı ile üç karşılaşma yaşadık. Haçlı Saldırıları, Batı Felsefesinin Arapçaya tercümesi ve Sömürgecilik. Özellikle İslam dünyası, ilk iki meydan okumayı atlatmış, yine de küllerinden İslam medeniyeti doğmuştur. Ben inanıyorum ki, üçüncüsü de atlatılmak üzeredir. Bana çok önemli bir misyoner şunu söylemiştir: Eğer Batıda yerli halk Müslüman olursa, İslamı dünyada kimse durduramaz. Çünkü mensubu bulunduğum Hıristiyanlığın İslama meydan okuma öğelerini kendi elimizle reform yapa yapa budadık. O halde, bizim Batı ile AB karşılaşmasından kahır ekseriyette bir zarar göreceğimize inanmıyorum. Mutlaka üstün geleceğiz. Keşke biz, medeniyet alanındaki gelişmişliği içeriden dönüştürseydik, ama olmadı, olmuyor. Maalesef, Osmanlıdan bu yana reformlar ve değişim talepleri hep Batıdan, dışımızdan gelmiştir. Bugün de böyle bir durumla karşı karşıyayız. Eğer insanımıza demokratik açılımlar ve kalkınma sağlasaydık, dış baskıların dönüştürücü çabalarına ihtiyaç kalmayacaktı.Son söz, çağımızın bir İslam aliminin dediği gibi; eski hal muhal, ya yeni hal, ya izmihlal!Dipnotlar:(*)Karaman, Hayrettin, Avrupa Birliğinde Müslümanlar 2, Yeni Şafak, 24.03. 2002.