Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ndeki güvenlik toplantısında alınan kararla Türkiye, sınırı geçmek isteyen mültecileri artık durdurmayacağını açıkladı. Bu kararın hemen sonrasında ise Edirne'nin Pazarkule Sınır Kapısına doğru çok yoğun bir mülteci akımı başladı ve sınırı geçenlerin sayısı çoktan 100 bini aştı.
Türkiye, 8 yıldır 3,7 milyon mülteciye ev sahipliği yapıyor. Dünyada en fazla mülteci ağırlayan ülke durumunda bulunuyor. Bu zamana kadar mülteciler için eğitim, sağlık, beslenme ve barınma gibi giderlerden ötürü yaklaşık 40 milyar dolara yakın para harcadı. Onlar evlerine geri dönebilsinler diye askeri harekat bile başlattı.
Şimdi İdlib'de dengelerin değişmesiyle birlikte yeni bir mülteci akımı daha ortaya çıkıyor. 4 milyon insan, Türkiye sınırına doğru hareketleniyor. 1,5 milyon insan da geçiş yapabilmek için sınırın ötesinde bekliyor. İran, Afganistan ve Bangladeş'den gelen mülteciler daha bu rakamlara dahil değil. Birleşmiş Milletler bile, Türkiye'deki mülteci sayısının, kapasitenin çok üzerinde olduğunu belirtirken, Türkiye'nin, bundan sonra ülkeye gelebilecek olan yüzbinleri veya milyonları himaye etmesi de pek mümkün değil.
AB tarafından da, Türkiye'nin ilave mülteciyi kaldıramayacağının öngörülmesi ve Ortadoğu'dan kaynaklanan göç dalgalarını ve milyonları absorve edecek bir ülke olmadığının iyi bilinmesi gerekiyor.
Diğer yandan Türkiye'nin, mevcut mültecileri geri gönderme gibi bir şansı da bulunmuyor. Çünkü Suriye'de yaşanan gelişmeler, çözümün yakın zamanda olacağına işaret etmiyor. Aksine şartlar her geçen gün daha da kötüye gidiyor.
Avrupalı müttefiklerimiz ise, en başından bu yana Suriye konusunda ciddi bir vurdumduymazlık içinde bulunuyorlar. Suriye meselesini, neredeyse Türkiye'nin bir iç meselesi gibi değerlendirmeye çalışıyorlar...
Oysa Türkiye, Mart 2016 tarihinde Avrupa Birliğiyle Geri Kabul Anlaşması, Mayıs 2016 tarihinde de Serbest Geçiş Anlaşması yapmıştı. Bu anlaşmaya göre vize serbestisi başta olmak üzere, mali yardımları ihtiva eden bir takım sözler almıştı. Fakat Avrupalılar, çeşitli nedenlerle bu taahhütlerini bir türlü gerçekleştirmediler. Doğrudan Suriyeli mültecilere harcanacak olan paranın bile yarısını, aradan 6 yıl geçmesine rağmen ancak ödediler.
Türkiye için bu konu artık rakamlar boyutundan çoktan çıkmış, siyasi, iktisadi ve toplumsal boyutlarda sorun teşkil etme sürecine doğru evrilmiştir. Meseleye insani açıdan bakan Türkiye'nin bütün uyarılarına rağmen, Avrupalıların bu zamana kadar sadece ek yardımlarının mevzu bahis olması kabul edilebilir gibi bir durum değildir.
Türkiye, yıllardır Avrupa kıtasının güvenliğini sağlıyor ama AB fonlarından hiç istifade ettirilmiyor. AB, Türkiye mevzu bahis olduğunda sorunlara, kör, sağır ve dilsiz olarak bakmayı yeğliyor.
Mültecilerin Türkiye'ye getirdiği yükü de Avrupalılar paylaşmak istemiyor. İşte bu nedenlerden dolayı sınırların açılması, sorunun uluslararası topluma hatırlatılması ve yükün adilane bir şekilde paylaşılması bağlamında mutlaka ses getirecektir.
Sabrı taşan Türkiye, artık Avrupalılardan sadece maddi yardım da istemiyor. Gelinen aşama itibariyle mülteci akımlarını kesecek ve mültecilerin geri dönmesini sağlayacak siyasi desteğin de Ankara'ya verilmesi ve ortaya koyduğu çözüm önerilerinin desteklenmesi bekleniyor.
Kısaca AB, Avrupa'ya göçü önleme politikası geliştirmemeli, Ortadoğu'da göçün önlenmesi yönünde girişimlerde bulunmalıdır..
Yoksa Avrupa Birliği para versin, Türkiye sussun, sorumluluğu tek başına üstlensin durumu gelinen aşamadan sonrası için geçerli değildir.
Şu da iyi bilinmelidir ki Türkiye, mülteci meselesini Avrupalılara karşı koz olarak kullanmıyor. Sınır kapılarını açarak Avrupa'yı kesinlikle tehdit etmiyor, şantaj da yapmıyor. Sadece mülteci sorununun artık tek taraflı olarak sürdürülebilir olmadığını göstermeye çalışıyor.
Zaten açılan kapılardan mülteciler, Bulgaristan veya Yunanistan'a gitmek istemiyorlar. Mültecilerin neredeyse tamamı Almanya merkezli Batı Avrupa ülkelerine gitmek istiyorlar. Oralara varabilen her mülteci, onlar için sosyal, siyasal ve ekonomik açıdan bir sorun demektir. Yabancı düşmanlığı ve yükselen ırkçılık karşısında, Avrupa ülkelerinin iç dengelerinin bozulması demektir.
Şimdi Avrupa medeniyeti kıta girişinde bulunan mültecilerle bir insanlık sınavı veriyor. Sınırlara dikenli tel çekerek, keskin nişancıları yerleştirerek, askeri tedbirler alıyor. Fiziki müdahalelerle mülteci akımını durdurmaya çalışıyor. Unutulmamalıdır ki AB, Ortadoğu meselesine ne kadar duyarsız kalırsa işin sonuçlarına da o derece katlanmak zorunda kalacaktır.
Türkiye, sınır kapılarını açtığı için, ekonomik yönden döviz ve borsa hareketliliği gibi yeni manipülasyonlara, yuları dışarıda olan yapılarla içeride karışıklık ve kaosa, terör örgütleri üzerinden de yeni eylemlere maruz kalabilir.
Fakat aziz milletimiz, devletimizin aldığı kararların arkasında durduğu müddetçe, ülke olarak her türlü zorluk aşılır, her engel kaldırılır. Yeter ki birlik ve beraberlik olması gerektiği şekilde sağlanabilsin.