“Şu an denizin tam ortasında dalgalarla boğuşuyoruz” diyor Aykut Kocaman. “Bu dalgalar bizi yutacak mı, bize direnç mi katacak bunları göreceğiz.” Geçen sezonu 66 puan toplayarak tamamladılar. Sadece saha içinde değil, saha dışında taraftarla yakaladıkları kimyayla da dikkat çektiler, ligin en çok konuşulan takımlarından biri oldular. Ligi üçüncü sırada bitirerek Avrupa Ligi’ne doğrudan katılma hakkı elde ettiler. Oysa “sürekli gelişim”e inanan Aykut Kocaman’ın dünyasında bu, hikayenin sadece bir kısmını oluşturuyor. Ona göre esas başarı; istikrarlı ve tutarlı bir yapı kurabilmek. “Dalgalarla boğuşuyoruz” diyor, çünkü bir yandan Avrupa gibi daha fazla fizik kapasite isteyen bir ligde, güçlü rakiplerle mücadele ediyorlar. Diğer taraftan ligde geçen sezona göre daha az puan toplamalarının düşüşü sembolize etme riski var. Bu nedenle Aykut Kocaman’ın ve ekibinin üzerinde beklenti yönetimi sorumluluğu da var. “Boğuşuyoruz, su üstünde kalmaya çalışarak yön tayin etmeye çalışıyoruz” sözleriyle tarif ediyor durumu.İşte Aykut Kocaman’ın Goal.com’a verdiği röportajın satırbaşları:
Maddi imkanları kısıtlı bir Konyaspor’a geldiniz- nasıl bir çaba ortaya koydunuz?
Fenerbahçe'den sonraki bir buçuk yıllık süreç, 41 maçlık süreç demek lazım buna, hem bir dinlenebilme, hem geçmişle hesaplaşma (neler yapıldı, neler atlandı, ne olabilirdi) yaparak geçti ve buraya geldik. Oradaki olanaklar, her alanda yaygın bir hakimiyet... Buraya geldiğinizde, sizi “yarı finale yükselmiş antrenör” olarak hatırlarlar. İnsan zihni böyle. Oraya kadar gelen süreç önemli değildir, o atlanır; sizi orada son sene 65 maçın 64'ünü oynamayı başarmış, bir tane final maçı eksik kalmış, yarı finale kalmış, Türkiye Kupası'nı kazanmış, ligi de son ana kadar götürmüş ve son üç haftada kaybetmiş biri olarak görürler. Bu size bir yandan büyük bir avantaj sağlıyor, kredi veriyor. Büyük bir kredi verdiği gibi, diğer taraftan da, beklentiler o noktadan başlıyor. Süreci kısaltıyor. Bir an evvel oraya gelme arzusu yaratıyor. Böyle bir sıkıntı vardı. Buraya gelirken, yöneticilerle yaptığımız konuşmada istediğimiz en önemli şey buydu. Kırılmayı anlatırken fizikten bahsetmiştim. Fiziğimizi geliştirmek için de birtakım şeylere ihtiyacımız var. Oyuncuları tanımaya ihtiyacımız var. Bu çok koşuyor, o az koşuyor... Ama ne kadar sprint mesafesi var, 24 km'nin üzerine çıkabiliyor mu, takımlar 120 km'ye çıktığında oyunda ne gibi değişiklikler oluyor... Bunları görmemiz lazım. Bunun için de birtakım ihtiyaçlarımız vardı. Bunlar Anadolu takımlarında "Ne gerek var?" şeklinde düşünülebiliyor. Böyle yerleşmiş zihinlere. Antrenör gelir, transfer ister, tutarsa bir maya tutar. Olmazsa bir daha ister... Hep bunlar yapıldığı için, sadece Konyaspor'a özgü değil, antrenörlük böyle tanımlanıyor. Benim kafamda tespit ettiğim oyuncular olacak, bunları ben söyleyeceğim, yöneticiler de onları alacaklar, başarılı olursa “çok iyi yönetici” olacak. Bu, 50 yıldır böyle yapılıyor ve sonuç ortada. Biz bu anlamda önce kendimizi değiştirmeye başladık. Bizim bu soruların ötesine geçmemizi ve yöneticilerin taleplerimizi yerine getirmesini sağlayan iki faktör vardı. Bir tanesi şuydu: Üst seviyeden geliyorduk. İlk beş maç demeyeyim ama sonraki beş maç üzerinden konuşursak, sonuçlar da bize yardım etti. Bizim ülkemizde böyle. Bir an önce sonuç alman lazım. Sonuç alamazsan, o zaman söylediğin şeylerin altı boş kalıyor.
Şöyle bir risk var mıydı; Konyaspor kötü gitseydi Fenerbahçe'deki başarı da gölgelenir miydi?
Kesinlikle. Bu işin kaderinde var ve bizde biraz daha bu şekilde ele alınıyor. Biraz önce anlattığım nedenler bunu getiriyor. Ama ben bunu hiç düşünmedim. Tarzım şu: Gidelim neresi olursa olsun yapalım, olması için sabır ve irade gösterelim, olmadığı zaman da oraya takılmanın bir anlamı yok.
Sizdeki gelişim inancını aşağıya aktarmak en zor şeylerden biri. Bir insanı dikte ile geliştirmek çok zordur ki siz de bunun korku ile olmayacağını söylüyorsunuz. Nasıl olur peki? Siz nasıl yapıyorsunuz bunu?
Bunlar benim doğrularım. Kimseye herhangi bir şey dikte etme niyetinde değilim, böyle bir haddim ve çapım da yok. Kendi doğrularım sadece, kendi öğrendiklerimi yapmaya çalışıyorum. Önce kendimi ikna etmem lazım. Sorunlu bir durum varsa ben önce kendimden başlıyorum. "Ben burada neyi değiştirebilirdim?" sorusunu soruyorum. Bir gün şundan dolayı diyorsun, bir gün bundan dolayı diyorsun, bir tane daha ekliyorsun... Bir şeyleri kendi içinde çözmeye çalışıyorsun. Gruba da şu mesajı veriyorsun: Ben sorumluyum. Olmazsa olmaz koşul: Tutarlılık. Oyuncular bunların farkında olan insanlar. Gençlikten orta yaşlılığa geçiş dönemlerinde önce bireysel, daha sonra da çevreye karşı duyarlı, ne oluyor halini kestirmeye çalışan ve bundan nasıl faydalanacağını düşünen bir grup. Biz böyleydik, şimdiki futbolcular da böyle, bundan sonra da böyle olacak. Korkuyla gelişme olmaz. Antrenörden, yöneticilerden, otoriteden korkan insan 'yapıyormuş gibi' yapar. Sen oradayken, bağırdığın için, bir şeyleri yapıyormuş gibi yapar. Sen yokken çekilir. Yaratıcılık kalmaz.
Siz, kendi yönteminizle futbolcuları etkileşime dahil edebiliyor musunuz?
Ben oyuncularıma hep söyledim. Bana bir adım atarsanız ben size iki adım atarım, dedim. Benim oyuncularla aram hep iyi oldu çünkü ben kendimi hâlâ futbolcu gibi hissediyorum. Çünkü oradan geldim. Bu işin aktörü futbolcudur. En önemli yer burası. Bu oyun antrenör olmadan, gazeteci olmadan, yönetici olmadan ve hatta hakem olmadan bile oynanır. Olmazsa olmaz tek gerçek futbolcudur. Bunu kabul edip, diğer taraftan da iş uzmanlık konularında ayrımı yapmak gerekiyor. Futbolcular gibi düşünmek zorundayım. Bu noktayı atlarsam aramızdaki ilişki biter. Böyle olursa da birlikte bir güç olamayız. Bu oyunlarda bir hedef var. Oynatmak ödüldür, oynatmamak cezadır. Onun dışında ne yapacaksın yani?
Siz de takdir edersiniz, kamuoyu gelişimin karşılığını görmek istiyor. Geçen sene Konyaspor'un üçüncülüğüyle bunu başardınız. Ancak her sene bunu başarabilmek, üstüne koymak hiç kolay değil. Peki böyle bir durumla karşılaşırsanız bunu nasıl yöneteceksiniz?
Geldiğiniz yer, hep orası olmalı diye bakılıyor. Fenerbahçe örneğini verdim. Bir noktadan sonar hep “en az yarı finallik bir hoca” olmanız gerektiği düşünülüyor. Burada da 66 puan aldık. Ama öyle değil. Bu takımlar için futbolda güç denen şey şudur: 1,5 puan ortalaması. İki maçtan bir tanesini kazanabiliyorsun demektir çünkü. Bunu bir buçuk seneye yayabilmiş bir takım, bir adım daha atma olgunluğuna erer artık. Sonraki düşüşü de 1,5 puanın altına olmaz. Bu sene benden beklenen şuydu: Avrupa Ligi'ne gidiyoruz, gruptan çıkacağız ama bizim takımımız kalitesiz ve 5 tane daha adam alalım. O zaman bu 66 puanı almış futbolcu grubunu ne yapacağız? 40 puan almış ikinci yarıda! Beşiktaş'ı, Fenerbahçe'yi Galatasaray'ı geçmiş. Şunu söylememem gerekiyor ve söyleyemeyeceğim de: “Takımımız bu kadar, kapasitemiz bu...” Böyle bir şey yok. Bu takım 66 puan aldı. Fakat Avrupa Ligi başka bir şey. Çünkü 66 puanlık bir takım değiliz. Oyuncularıma da söylüyorum bunu. 50-55 puan bandına yerleşmesi gereken bir takımız. Bunu yapabildiğimiz zaman, bence başarılıyız. Kamuoyu bunu başarısız görecek, ama yapacak bir şey yok. Benim doğrularım bunu emrediyor bana. Öğrendiklerim çerçevesinde bu konuda gideceğim.
Bahsettiğiniz tutarlılık oyuncularla da alakalı aslında...
Gelişen bir grup var, gelişmek isteyen bir grup var. Kendilerini bir adım öne taşımak istiyorlar. Onlara şans vereyim ben. Ne yapacaksın ki Avrupa Ligi'nde, ne bekliyorsun ki? Senden daha güçlüler. Bizim bu konudaki en büyük avantajımız, Türkiye'deki diğer takımlara göre nispeten daha organize olmamız. Bizim en büyük gücümüz organizasyon yeteneğimiz. Taçlarımız, aut atışlarımız... Ama Avrupa Ligi'ne geldiğimizde, bizden daha organizeler. Ne yapacağız yani? Bu güç farkını görmeyip, "Biz gruptan çıkacağız, Shakhtar'dan sonra en güçlü takım biziz" mi diyelim? Ben insanlara hayal satmaya çalışmıyorum. İnsanları gelişmeye davet ediyorum. Kandırmayalım kendimizi. İşi korkaklık ile cesurluk arasına sıkıştırdığımız zaman olmuyor. Bu bir eğlence oyunu ama bizim yaptığımız iş de ciddi bir iş. Bu oyunu korkaklık ve cesaret arasına yerleştirmek kadar ucuz bir şey olamaz. "Cesur değil..." Ne demek cesur değil ya? Gücüm yetmedi yani! Elbette yanlışlıklar var, insanlara dair hatalar var. Hatalar olur, sonra bunlar düzeltilir.
Avrupa Ligi arenasına çıktınız ve dediğiniz gibi bazı gerçeklerle yüzleştiniz. Bu deneyim Konyaspor oyuncu grubuna ne kattı?
Daha katmadı, katacak. Sezonun ikinci yarısında katacak. Skorlar ne olursa olsun, bu oyunların verimini sezonun ikinci yarısında alırız. Şu an denizin tam ortasında dalgalarla boğuşuyoruz. Bu dalgalar bizi yutacak mı, bize direnç mi katacak bunları göreceğiz. O ana kadar bu süreçle ilgili söyleyeceğimiz her şey biraz afaki ve muğlak olur. Benim tahminim, bu birikim bize ikinci yarıda çok şey katacak. Mesleki ve zihinsel anlamda sağlıklı olursak, ikinci yarıda bir dinginlik olacak. Maç sayısı azalacak, sonra bakacağız. Neler yapmışız, ne sonuçlar almışız. Ben faydasını göreceğimizi düşünüyorum. Şu anda dalgaların içindeyiz, boğuşuyoruz, su üstünde kalmaya çalışarak yön tayin etmeye çalışıyoruz.
Konyaspor taraftarına gelelim. Passolig, cezalar, TFF eleştirileri... Bunlar tartışılırken, Konyaspor tribünlerinde bir kimya yakalanabildiği de görülüyor. Doğru bir yapılanma ile taraftarın stadı doldurduğu görüldü. Bunun nedeni neler?
Buna başka birinin, başka bir gözün yanıt vermesi lazım. Ben sadece teyit edebilirim. Evet, doğru bir organizasyonda ısrar ederseniz sonunda doğru yola çıkıyorsunuz. Ben organizasyonun şu an için doğru gittiğini ve doğruya yakın sonuçlarla taçlandırıldığını düşünüyorum. Şunu da ıskalamamak lazım. Bir taraftan o “mırıldanma” durumu da var. Stadyumda böyle bir duygu da var. Geçen yıl kupadaki Fenerbahçe maçında çok güçlü başladık ama üç gol yedik. Üçüncü golün ardından stadyum bizi şarkılarla uğurladı. Bu çok güçlü bir adımdı. Ben çok güzel taraftar ve yönetici güzellemesi yapabilen biri değilim. Ama doğru olduğu zaman da bunu söylemek istiyorum. Rakiplere çok fazla küfür etmeden, şenlik havasına çevirmeye çalıştı taraftarımız stadyumunu. Bunun olumlu dönüşü de kendi takımına oluyor. Ama tribündeki o acayip sesler, mırıldanmalar, oyuncularda "Acaba topa gitmesem mi, almasam mı" şüphesi uyandırıyor. Baskı altında oynamak zor. O sesle futbol oynamak çok zor. Olumsuz tezahüratın hiçbir faydası yok. Konyaspor taraftarına geçen sezon için minnettarım. Harika bir atmosferdi. Ama diğer yandan, bu sezon Avrupa Ligi'nin de etkisiyle oluşan bir durum var. Bir yorgunluk da söz konusu elbette. Mırıldanmalar bizi aşağıya çekiyor. Bunu engelleme şansına sahip değilim ama bir mesaj gönderelim en azından. Bu bizi ileriye götürmez.
Alex Ferguson’un "Başarılı bir takımın ömrü dört yıldır" tezi var. Dolayısıyla bir dört yıllık döngü oluşturmanız gerektiğini söylüyor. Siz deneyimlerinizden bunu nasıl görüyorsunuz? Yenilenme nasıl olmalı?
Bunu söyleyebilecek yetkinlikteki ve tecrübedeki bir insan Alex Ferguson. Ben İstanbulspor'da dört sene kaldım, Fenerbahçe'de üç yıl kaldım, burada üç seneye gidiyoruz. Bilmiyorum, henüz dört yılı aşamadık (gülüyor). Ferguson gördü, gözlemledi, test etti ve bunu söyledi. Ben bunu gözlemleyemedim henüz.
Milli maç arasında Gençlerbirliği’yle oynadığınız hazırlık maçından sonra şunu söylediniz: "Geçen sezonki en büyük özelliğimiz olan takım savunmasını iyi yaparak gol yemeden bitirdiğimiz birçok maç vardı. Son haftalarda buraya doğru gidiyoruz.”
Son dönemlerde takım savunmamız oturmaya başladı. Çünkü Avrupa Ligi bizi zihinsel olarak biraz dağıttı. Fiziksel olarak dağıtmıyor, zihinsel olarak dağıtıyor. O baskı... Oyuncular toplum içinde yaşayan insanlar. Arkadaşları, kardeşleri, aileleri onlara artık hep daha iyi olduklarını söylüyorlar. Bütün takım sporlarında en sevilen iş hep öne doğru gitmektir, ofansa gitmektir. Biraz daha aklımız o tarafa gitmeye başladı. Bunu yaparken de bir şeyleri kaybettik. Kaybettiğimiz şey sert, yardımlaşmalı takım savunmasıydı. Şimdi onları yeniden kazanmaya başlıyoruz. İkinci yarıda daha iyi olacağımızı, daha “sert” olacağımızı ve geçen seneden daha iyi olacağımızı düşünüyorum. Ama ligin ilk yarısını sarsıntılarla geçireceğiz gibi gözüküyor, bunun önüne geçme şansımız yok. Kazanmak da bir alışkanlık, kaybetmek de. Yememek de bir alışkanlık, yemek de. Geçen sezon ikinci yarıda 17 maçın sadece 9'unu gol yiyerek bitirdi bu takım. Bunların ikisinde de gol penaltıdan geldi.