Hz. Hamza ömrünün sonlarında düşman saflarına hücum etmek için zırhsız ve kendinden geçmiş bir halde gazaya gelirdi. Göğsü açık ve vücudu açık olduğu halde ileri gider, kendini kılıçlara atardı.Dediler ki: Sen genç ve kuvvetli iken düşman safına zırhsız gitmezdin. İhtiyarlayıp zayıflayınca ve belin bükülünce tedbirsiz olarak dolaşıyorsun. Kılıca ve mızrağa karşı kayıtsızca harb ediyorsun. Kılıç ihtiyara hürmet etmez. Kılıç ve ok insanı ayırt etmez.Hamza (ra) cevaben dedi ki: Ben genç iken ölümü cihana veda etmek olarak görürdüm. Ölüme doğru kim isteyerek gider? Ejderha karşısında kim çıplak durur? Lakin artık Muhammedin (sav) nuru sayesinde ben şimdi bu fani memlekete (dünyaya) zebun ve bağlı değilim. Zahiri hislerin ötesinde, Hakikat Şahının ordugahını, Hak askerleriyle dolu görüyorum. Ölüm kimin nazarında tehlike ise Tehlikeye atılmayın emri de onadır. (Mesnevi Şerhi.11082-11089, Tahir-ül Mevlevi)Neredeyse çoğu korku ve panik bozukluğunun temelinde ölüm korkusu yatar. Ölüm korkusunun farklı tezahürleridir yaşananlar. Kimisi uçaktan, kimisi asansörden, kimisi kalabalık caddelerden, kimileri kapalı yerlerden korktuğunu söylerken aslında ölümdür korkularının kaynağı. Ölümü hatırlamak zor gelir. Korkularının peşine düştüğümüzde görürüz ki; bize getirdikleri korkuların götürdüğü nihai son ölüm. Kapalı bir yere girdiklerinde ölmekten endişe ederler. Ya da uçağa bindiklerinde. Ya da yüksekte. Ölüm aslında net bir gerçekken niye korku duyulur ondan? Niye kaygı duyulur? Bu bir anlamda sınav kaygısına benzer. Ölümün de peşine düştüğümüz de sonrasında yaşanacakların suçluluğu belirginleşir. Peki Hz. Hamza nasıl aştı bu endişeyi?Her kim ölümü Yusuf gördü ise, ona canını feda etti. Her kim ölümü kurt gördü ise hidayetten ayrıldı. Oğul herkesin ölümü, kendi rengindendir. Düşman olanlara düşman, dost olanlara dost. Ayna beyaz yüzlü Türkün karşısında hoş renklidir. Siyah bir zencinin önünde ise siyahtır. Ey can ölümden korkup kaçarsın ya Doğrusunu istersen sen kendinden korkmaktasın. Ölüm aynasında görüp te hoşlanmadığın, ölümün çehresi değil, senin çirkin yüzündür. Senin ruhun bir ağaç , ölüm de onun yaprağı mesabesindedir ki yaprak ağacın cinsine göre olur. O yaprak iyiyse de kötüyse de senden hasıl olmuştur. Nasıl ki hoş ve nahoş gönlüne gelen her şeyin senden senin varlığından geldiği gibi. (Mesnevi Şerhi.11100-11105.Tahir-ül Mevlevi.)Ölümü nasıl Yusuflaştıracağımız da sorunun cevabı ve çözümü.Başta özür beyanı. Suçlar bağışlanır. Başkalarına yapılanlar için onlardan. Sonra da nihai olarak dönüp dolaşıp varacağımız yerin Hakiminden bağışlanma istenir.Ve ardından temiz bir sayfa açılır. Kirlenirse yine aynı işlem uygulanır. Bu hep böyle olagelmiştir. İnsan kah suç işler pişman olur kah yine tekrar eder. Bir öyle bir böyle. Peki bunun çözümü ne?Kılavuzumuz bunun için geceleri gizli gizli dua ve niyazı öneriyor.Ben kendi adıma bunun ilk adımını attım. Tövbe için namaz kıldım ve el açtım. Ve buradan da bugüne dek töhmet altında bıraktıklarımdan özür diliyorum.Bu güne değin bana battığını düşündüğüm dikenlerin sorumluluğunu alıyorum. Onları kendime ben batırdım. Başkasının aynasında gördüğüm siyahlıklar bana ait. Beyazlıklar da. Kılavuzumun uyarısı sert oldu:Sen hiddetlenip de başkalarının kalbini kıracak ve yakacak olursan, cehennem ateşinin mayası olmuş olursun. Hiddet ve gazap ateşin burada insanı yaktığı için, ondan doğan cehennem ateşi de orada gene insanı yani seni yakacaktır. Dünyada yılan ve akrep gibi insan sokan sözlerin, orada yılan ve akrep olup senin kuyruğundan yakalayacak, yahut nefesini kesecektir. (Mesnevi Şerhi.11132-11135.Tahir-ül Mevlevi.)Korku ve endişelerimiz ve onların oluşturduğu ruhsal ve bedensel belirtilerden önce kendi dikenlerimizin sorumluluğunu alarak ardından da onları söküp temizleyerek kurtulacağız. Kolay değil, ancak mümkün. İnsanın bir kılavuzu olması ne bahtiyarlık. Aynamız beyazlaşacak.