Ayşen CİVELEK

Konya’da 1930’lu yılların en köklü ve yerli ailelerinden Öngel ailesinin kızı ve Civelek ailesinin gelini idealist öğretim üyesi...

Konya’nın meşhur ve meçhul yüzleri

Ayşen Civelek 

 

Bu haftaki konuğumuz, Konya’mızın yerli köklü ailelerinden Öngel ailesinin kızlarından ve yine şehrimizin tanınmış ve saygın ailelerinden Civelek ailesinin gelini Ayşen Civelek…

Halen Selçuk Üniversitesi’nde bilim alanında başarılı, kültürel ve sosyal alanda ise örnek çalışma sergileyen Ayşen Civelek’in hayat hikâyesini sizlere sunarken, Konya’nın 1950’li yıllardaki pek çok ayrıntısını okuyucularımızla paylaşmanın mutluluğunu yaşıyoruz.      

 

HACI HAŞİMLER’DEN ALİ ÖNGEL İLE

HACI MAHMUTLAR’DAN MUKADDES’İN

KIZI

Konuğumuz Ayşen Hanım Ali Öngel ve Mukaddes Öngel çiftinin üçüncü çocuğu olarak 15 Nisan 1955 günü dünyaya gelmiş. Baba Ali Öngel’in ailesi Hacı Haşimler diye anılıyormuş. Anne Mukaddes Hanım ise Hacı Mahmutlardan. Baba askerliğini bitirdikten sonra Konya’nın bilinen yerli ve köklü ailelerinden olan, aynı zamanda da yakın akrabalarından Oturançlardan  Rıfat Oturanç ile birlikte çalışma hayatına atılıyor. Baba Ali Öngel, babasını çok küçük yaşta kaybetmiş. Kendisini dayıları Ali Aksoylu, Abdurrahman Aksoylu, Mehmet Aksoylu büyütmüş. Babanın annesi Ayşe Öngel genç yaşta dul kaldığı için de çok zor şartlar altında çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmenin mücadelesini vermiş. Ali Öngel, çok küçük yaşta öksüz kaldığı için babasını dahi hatırlamıyormuş. Askerliğini Kırıkkale’de silah fabrikasında yaptıktan sonra bir müddet annesiyle birlikte Ankara’da kalıyorlar.

Daha sonra Konya’ya dönüp Rıfat Oturanç ile birlikte müteahhitlik işlerine başlıyorlar. Ayrıca baba Ali Öngel yine o yıllarda giyimine çok dikkat eden, şık bir insan olduğu için Konya'da “Şık Ali” lakabı ile anılırmış. Yine baba Ali Öngel, Konya’da düzenlenen ilk düz bisiklet yarışlarına girmiş ve derece yapmış. İlerleyen yıllarda Ali Öngel’i ticaret, inşaat ve sporda özellikle de Yeşil-Beyazlı İdmanyurdu kulübünde faal çalışmaları ile göreceğiz.

 

ANKARA GENÇLİK PARKI HAVUZU VE ALAADDİN CAMİİNİN RESTORASYONU

 

Baba Ali Öngel önce hep Konya dışında çalışmış. Mesela Ankara Gençlik Parkı havuz işini yapan müteahhit imiş. Konya’da ise ilk defa Rüştü Özal’ın Belediye Başkanı olduğu dönemde İstasyondan Mevlana’ya kadar olan yolun ilk defa asfaltlanma işini yapıyor. Oturanç’tan ayrı yine ilk defa kendi yaptığı iş bu yol işi oluyor. Bu yolda eskiden Arnavut kaldırımları varmış, onları dışarıdan sökmüşler… Dolgu işlerini yapmış, işçilerin başında da bizzat kendisi beklemiş. Bu konuyu çocuklarına anlatırken: “Bu ihaleyi çok genç yaşta aldığım için alnımın akı ile işin içinden çıkmak için hiç uyumadım Ben de geceleri işçilerin başlarında sabaha kadar çalışarak yol işini tamamladık” dermiş. Artık bundan sonra eski Konya’yı aileler ile ilgili hatıraları konuğumuz Sayın Ayşen Civelek hanımefendiden dinleyeceğiz:

 

Babam daha sonraki yıllarda amcam Abdullah Öngel ile birlikte çalışmaya başlamış… O da askerliğini bitirdikten sonra babamla birlikte çalışmaya başlamış. İsmi çok iyi bilinen, güvenilen, iyi iş yapan müteahhit olarak anılmış. Daha sonraki yıllarda babama çeşitli alanlarda işler gelmeye başlamış. Mesela 1950’li yılların başında Aladdin Camii’nin restorasyonunu yapmış. Stadyumun statiğini rahmetli Mahmut Ateş ile birlikte yapmışlar. Yine Torence’yi babam yapıyor. Daha sonraki yıllarda hapishanenin atölyelerini hücreleri Karatay bölgesindeki eski otobüs garajı ile belediye dükkânlarını ve Konya İdmanyurdu Lokali ile dükkânlarını, bugünkü Tıp Fakültesi’nde A blok olarak kullanılan binayı yani Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ni ve daha sonraki ilaveleri en son olarak da Bayrakçı Sanayi inşaatını yapmış. Babam bu arada da DSİ’de yıllarca ihalelere girip amcamlarla birlikte köprü ve kanal kaplama işlerini yaptı. Mesela bunların arasında Beyşehir, Çumra, Karkın, Seydişehir gibi ilçeler var… Babam yaptığı işler ve çalışmaları ile adı ‘işi zamanında teslim eden sağlam yapan dürüst müteahhit’ olarak bilindi. Bizi de yanında inşaatlara götürdüğü için kız çocuğu halimle ben bile “28 günden önce kalıp sökülmez kum öyle elenmez böyle elenir” diye pek çok şeyi öğrendim. Mesela o yıllarda makineler olmadığı için çimento filan elle karılıyordu.

 

BABAMI OKUMASI İÇİN HİÇ TEŞVİK EDEN OLMAMIŞ

 

Babam babası yüzünden okuyamamış, lisede eğitimi bırakmış. O zamanlar babamı okuması için de teşvik eden olmamış. Akrabası olan Rıfat Oturanç bile ‘Ne yapacaksın okulu bitirip de bak işin de hazır gel beraber çalışalım’ diye destek olmayınca babam iş hayatına atılmış. Ama inanın o bilgisi ve heyecanı ile bugünkü mühendisleri bile dörde katlardı diyebilirim. Korkunç statik bilgisi matematik bilgisi vardı. Eğitimini almadığı halde milimetrik kâğıtta proje çizerdi. Çizdiği projeler okul bitirmiş insan gibi idi. Daha sonraları babamın çizdiği bir projeyi çerçeveletip abim duvara astı. Babamın yazıhanesi Şerafettin Camii’nin arkasındaydı… Kişnişçi pasajı vardı. Daha sonra 1961 yıllarında kireç ocakları kuruldu... Babam amcamla birlikte Akyokuş’ta Tepe Kireç diye bir kireç ocağı açtı. Yıllarca bu ocaklar devam etti. Fabrikasyon sistemine geçilince o işleri bıraktı…  

 

BABAM BİZE DÜRÜST OLMAYI ÖĞRETTİ

 

Babamın bizim yetişmemizde hayatın kuralı olarak öğrettiği şeyler vardı. Bize sürekli olarak ‘Dürüst olun, etrafınızdaki insanları kollayın, onların güvenini sarsarsanız bir daha iş yapamazsınız’ derdi. Kendisi de ilkeli iş yapardı. Bütün işçilerini ev sahibi yaptı. El emeğini bekletmezdi. Çalışan insanın parasını hiç bekletmeden verirdi, helali haramı çok iyi bilen gerçek bir Konyalı idi. Tabii bu arada hayatı da iyi yaşayan bilen o yaşta gerektiğinde eğlenmesini bilen ve bunları da bize yaşatan bir Konyalı idi.

 

1954 YILINDA CHEVROLET MARKA ARABA ALMIŞTI

 

1954 yılında Müslüman Mehmet’ten (Lütfi Tuncel’in babası) chevrolet marka bir araba almak ister. Ama parası biraz pahalı geldiği için ‘Ben bunu ödeyemem’ diyerek arabayı gere vermek ister. Ama Müslüman Mehmet ‘Ben sana güveniyorum ve arabayı al para eline geçince ödersin’ diyerek arabayı verir. Bizim ailenin ilk arabası da bu 54 model chevrolet idi.

Daha sonra İbrahim Ağabeyli’den 1952 model bıyık aldı.

 

AİLECEK TÜRKİYE TURLARI YAPARDIK

 

Biz dört kardeşiz. Bu eski Amerikan arabası ile Türkiye turu yaptık. Bir ay-iki ay yaz oldu mu okul tatillerinde İzmir’den çıkıp Kilis’e, Antakya’ya kadar geziyorduk. Otellerde kalır, tarihi yerleri gezerdik. Ben Aspendos’u filan çocukluğumda gördüm. Benim iki abim bir de benim küçüğüm kız kardeşim var. En büyük abim Ahmet Öngel. Altınçeşme İlkokulu, Ticaret Lisesi orta kısmını bitirir ve Erkek Lisesi’ne gider. Buradan Özel Hastaş Koleji’ne geçer ve burayı bitirdikten sonra Bursa İktisadi İlimler Akademisi’nden mezun olur. İş hayatında önce babamızın kireç ocaklarının işletmesini yaptı, kendisi aynı zamanda iyi bir inşaatçı daha sonra da emekli oldu. Eşi de eczacı, halen eczacılık yapıyor. Diğer abim Adil Öngel. O da Altınçeşme İlkokulu, Karma Ortaokulu, Hastaş Koleji ve İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi İç Mimarlık bölümünü bitirdi. Üniversiteden sonra kısa bir süre Konya’da kaldıktan sonra tekrar İstanbul’a döndü. O yıllardan bu yana İstanbul’da kaldı. Halen İstanbul İç Mimarlar Odası Başkanı. Çeşitli dönemlerde Konyalılar Derneği’nin yönetiminde bulundu. Ayrıca Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi İç Mimarlık Bölümü’nde derslere giriyor…

Benden bir yaş küçük olan Ayten Öngel beş yaşında iken vefat etti… İki yıl sonra dünyaya gelen kız kardeşime yine Ayten ismini verdik. Ayten  de Hastaş koleji, Kız Ortaokulu, Kız Lisesi’ni bitirdi. Konya Mimarlık Mühendislik Akademisi inşaat bölümünden mezun oldu… İnşaat mühendisidir, halen İzmir’de yaşıyor.

 

BABAM İDMANYURDU’NDA YÖNETİCİ İKEN

 

Okul tatil olduğu zaman babam beni ve iki abimi şantiyelerde inşaatların başlarına götürürdü. Orada işçilerle beraber bulgur pilavı yerdik. Babam çok alçak gönüllü bir insandı. İnşaatta dağın kırın başında Beyşehir’de, Çumra’da tarlanın ortasında işçilerle beraber çok yemek yedik. Tatillerde de arabaların, iş makinelerinin olduğu arazilere bizi gönderir ‘hayatı öğrenin’ derdi. O dönemler o yılların şartları düşünüldüğünde babam çok aydın bir insandı. “Kız çocuğu evde annesinin dizinin dibinde otursun” demedi. Okumamız için bize destek verdi. Babam İdmanyurdu’ nda yöneticilik yaptı. Babam transfer döneminde bazı futbolcuları transfer için kireç ocaklarında başka kulüpler onları ikna edip almasın diye saklardı. Annem de onlara evden yemeklerini götürürdü. Annem mükemmel bir aşçıdır. Annem çok kahrımızı çekti. Meram bağlarında tek tük evler vardı. Bizim de Meram’da bağ evimiz vardı… Gelen misafirlere annem kendisi kuzu pişirirdi. Konya yemeklerini çok iyi yapardı. Babam evde sık sık yemekli davetler yapardı. Annecim dört çocuğu ile uğraşmanın yanı sıra bir de babamın misafirlerine yemek yapar onları en iyi şekilde ağırlayacağım diye çalışırdı. Ramazan aylarında özellikle akrabaların haricinde, arkadaşların haricinde, mutlaka bir günde yaşlılar, kimsesizler, dullar bir de akıl hastaları bizim evde toplanır, annem onlara yemek hazırlar, herkes toplu halde iftar açılırdı…

 

AİLECEK ESKİŞEHİR’E İDMANYURDU KONYASPOR MAÇINA GİTMİŞTİK

 

Babam bizi sosyal yönden çok geliştirdi… Bizi İdmanyurdu’nun deplasmanlarına götürdü. İdmanyurdu Konyaspor’un rekabeti çok büyük çekişmelere sahne olurdu. Bu yüzden de bazı maçlar dışarıda oynanırdı. Mesela biz Eskişehir’deki İdmanyurdu-Konyaspor maçına ailecek gittik. O zamanlar stadyumda bayanların olması yoktu. Kasap Mehmet Mığoğlu ile birlikte iki araba deplasmana gitmiştik. Taşlanarak otomobillerin camları kırılarak; Eskişehir’de biz bir gece daha kaldık.  Hafta sonları abimlerle beraber orduevine giderdik, çok güzel kaliteli bir yerdi. Babamlar biz çocukken dede bahçesine götürürdü, orada Kaya akordeon çalardı…

 

ATLARIN NALLARININ ÇIKARDIĞI SESLER MÜTHİŞ GÜZELDİ

 

Evimiz Zafer’de eski Gima’nın sokağında, sağ tarafında Öngel apartmanında idi. İstasyona trenin geldiği duyardık. Bizim pencereden stadyum, Atatürk anıtı görünürdü… Çünkü başka yüksek ev yoktu. Çevrede bir tek apartman bizimki idi. Bizim sokakta sadece bizim araba vardı. Yaz geceleri akordeon sesi huzur verirdi. İstasyon gar aile bahçesinden müzik sesleri gelirdi. Oraya da elit sanatçılar geliyordu. 1950’li yılların sonu 1960’lı yılların başı Ahmet Gazi Ayhan, Bedia Akartürk gelirdi. Babam da bizi oraya götürürdü. O zamanlar Konya’da huzur vardı, sakinlik vardı. O günleri hatırladıkça inanın boğazım düğümleniyor. Konyalıların romantik bir havası vardı. Öyle çirkin binalar olmadan, İstasyona gidiş yolun yanındaki evler. Mesela istasyon caddesinde Mehmet Şan’nın iki katlı bir evi vardı. O evler içten merdivenli cumbalı evler idi. Yolun iki tarafı da ağaçlarla kaplı idi. Ragıp Tok ile de yakın akrabayız Tahir paşa caminin tam karşısında iki eski ev vardı. Bunlar Rum evleri idi limonluk denilen üstü cam kaplı odası vardı Konyalılar inanın o zaman çok elit yaşarlardı.

 

Şimdi dedikleri gibi ‘Konyalılar etli ekmekten başka bir şey bilinmez’ değil, aksine zengin Selçuklu sofraları olurdu. Çocukluğumuzda akraba oturmaları olurdu akşamları o oturmalarda çok güzel anılar olaylar anlatırdı o anlatılanlar bize masal gibi gelirdi. Akşamüzerleri tepsi ile ortaya eski kış kavunu hevenk üzümü armudu kayısı kurusu iğdesi pestili kaynamış bulguru nohutu gelir, sofra etrafında hep birlikte yenilirdi. Faytonlar vardı onların zevki başkaydı Mevlana ve İstasyon arasında o yol muhteşemdi. Bir tek Saray Çarşısı vardı başka çarşı da yoktu. Biz annemle faytona biner, çarşıya giderdik. At nallarının çıkardığı o sesi hala kulağımda hissederim, hiç unutamıyorum. Sokak aralarında şirin şıngır şıngır yaylı arabalar vardı, ara sokaklar da o zamanlara asfalt değil parke taşlı idi. Gürültü olurdu ama motor gürültüsü gibi kötü bir ses çıkartmazlardı. O nal sesleri müthiş güzel seslerdi.

 

SÜT TOZUNU BİR TÜRLÜ İÇEMEDİM

 

Altınçeşme İlkokuluna gittim. Öğretmenim Muazzez Avcı idi. Okulumuz Fransızlardan kalma ahşap bir bina idi. Ziftlenmiş tahtalarının kokusu hala burnumda. Yani mazot kokusu yoğundu. Kapıları şıp dişli mandallı idi. Öğretmen eğer arkadaşı ile kapıda konuşurken çocuklar içerden çok ses çıkartırlarsa, şık şık diye kapının mandalını oynatır “susun” demek isterdi. Hafif bir sarsıntı olduğu zaman okul beşik gibi sallanırdı. Yürürken merdivenler dahi ses çıkarırdı. O yıllarda Amerikan yardımı vardı, süt tozları girdi hayatımıza. Ama bana göre iğrenç bir tadı olduğu için ben babamdan yazılı bir kâğıt götürdüm. Zaten zayıf bir çocuktum. O sütü içmek için önce içine kakao filan koyduk ama yine içemedim. Babam da öğretmenime “kızımın o sütü içmesini istemiyorum” diye yazı yazdı. Yazıyı öğretmene verdim ve süt tozundan kurtuldum.

 

KIZ ORTAOKULU BEN DE ÇOK KÖTÜ BİR ANI BIRAKTI

 

23 Nisan törenlerinin bizim için ayrı bir anlamı vardı. O zamanlar bayram için İstasyon Caddesi’nde yürünürdü… Bayramlar stadyumda değil orada olurdu. Bir de öğretmenim değişti,  3. sınıftan sonra Bedia öğretmen geldi. İlk öğretmenimizin ayrılması benim için acı oldu. Bu yüzden okulu bile değiştirmeyi istedim. Daha sonra Kız Ortaokulu’na devam ettim. Başarılı bir öğrenci idim, hep takdirnamelerle geçtim. Kız Ortaokulu bende çok kötü bir anı bıraktı, o olayı hala unutamıyorum. Çocuk yaşta o dönemlerde sağ ve solun siyasetin ne anlama bile geldiğini bilmiyordum. Okul gazetesi çıkartılıyordu. Ben de çok başarılı ve sosyal bir öğrenci idim. Kuzenimden -Ereğli’de yaşıyordu- okulda öğretmenlerle ilgili yazdığı bir şiiri aldım. Gazetenin yazı işlerinden de ben sorumlu olduğum için şiiri hocamıza gösterdim. “Çok güzel bir şiir gazeteye koyalım mı” diyerek kendisinden izin aldım. Hocamız yeni mezun ileri görüşlü bir öğretmen idi. Şiiri okudu, beğendi “güzel” dedi ve şiiri gazetede yayınlandıktan sonra ortalık karıştı. Ortaokul ikinci sınıf öğrencisi idim. Benim için disiplin soruşturması açılmış. “Vay efendim sen öğretmenlere komünist mi diyorsun” diye. O gün beni evime göndermediler, “okul çıkışında sorguya alınacaksın” şeklinde odaya aldılar. O zamanlar cep telefonu filan yok ki, mahallede bile sadece bizim evimizde telefon vardı. Ama eve telefon bile açmadılar. Bana “bu şiiri nasıl yazdın seni kim yönlendirdi?” diye sorular soruyorlardı. Korkumdan ağlamama rağmen “illa şu kağıdı imzalamadan bir yere çıkamazsın” diyerek bana o kağıdı uzatıyorlardı. O sırada ailem benim geç kalmamdan dolayı önce arkadaşlarıma sormuşlar daha sonra Ahmet abim ben sorgudayken geldi. Bana bir itirafname imzalatmaya çalışıyorlarmış, ben ne dediklerini bile anlamıyordum, ne demek istediklerini bilmiyordum… Abim müdür odasına geldikten sonra böyle bir durumda niye eve haber vermediklerini söyleyerek beni odadan aldı götürdü. Bana o yaşta üç gün okuldan uzaklaştırma verdiler. “Bunu ben yazmadım başka bir okulun gazetesinden aldım ve bunu da öğretmenime sordum” demememe rağmen etkili olamadım… Aslında öğretmenimiz de yeni olduğu için burada sessiz kaldı. Babam gelen ceza kâğıdını yırttı çöpe attı. Bana da ‘Ne güzel işte evde üç gün dinlenirsin zaten çok fazla ders çalışıyordun hiç korkma’ dedi. Bana öz güveni babam verdi.  Bana da “hiç bir şeyden çekinme, düşüncelerini açıklamaktan çekinme, arkanda ben varım” dedi. Bizim çocuklarımızda da olan aile olarak hepimizde olan birlikte hareket etme ve öz güven konusudur. Konya’da kelaynak gibi gerçek Konyalı olanlar az kaldı. Konya dışarıdan çok göç aldı.

 

BİZ AİLECEK YETENEKLİYİZ

 

Biz ailecek abimlerle birlikte müzik, resim, el becerisi yeteneğimiz yüksek olan bir aileydik. Babamda da annemlerde da bu yetenek vardı. Bütün kardeşlerde aynı yetenekler var. Ben daha çok klavye melodika ile müziğe başladım, akordeon, piyano çalmadım hem de ders filan almadan çaldım. Allah vergisi bir kulağımız vardı o şekilde de bir yetenek vardı. Abimler de çok güzel çalar kız kardeşim de;  kısaca hepimiz çalarız. Müzik sevgisi babamdan gelir, babamın annemin sesi de kulağı da çok iyi idi. Babam özellikle Türk sanat müziğini, klasik eserleri çok severdi… Onları severek dinlerdi ve severek dinletirdi… Bunu bize de sevgiyle aşıladı. ‘Unutmadım seni ben, unutturamaz seni hiçbir şey’ babamın en sevdiği şarkılar idi. Daha önce de söylediğim gibi gerek benim ailem gerekse eşimin sanat konusunda genetik olarak taşıdığımız yeteneklerden dolayı çocuklarımızda bu yolda ilerliyor, yani bizim aileden bilim adamı çıkmaz. Çizimimiz de çok iyi idi çok iyi resim yapardık, kara kalemimiz çok iyi. Ahmet abimin yağlı boya tabloları çok güzeldi. Halen hepimizin evinde de eş dost arkamızın evinde en az bir tane onun tablosu vardır… Ancak tüm ısrarlara rağmen sergi açmadı. Müzik öğretmenimiz Ahmet Özel’in “Kızının çok iyi bir kulağı var mutlaka müzik eğitimi yaptır teyp gibi kulağı var” demesi üzerine babam yeni açılan özel Hastaş Kolejine beni ve abimleri yazdırdı.

 

KONYANIN EN İYİ HOCALARI ÖZEL HASTAŞ KOLEJİNDE İDİ

 

Özel Hastaj Kolejinde Konya’nın en iyi hocaları vardı. Mesela Karaoğlan lakaplı matematik hocası Mehmet Çelik, fizik hocası Mustafa Özlen vardı. Karaoğlan müthiş matematikçi hocası idi. İngilizce ve biyoloji hocalarımız Maarif kolejinden gelirdi. Felsefe hocamız Hami Köse bey Eğitim Enstitüsünden gelirdi. Müdür Fuat Altan beyde Eğitim Enstitüsünden gelirdi. Çok değerli öğretmenlerimiz vardı. Hastaş Suphi Baykan Bedri Baykan’ın babasının kurduğu holdingin idi ne yazık ki battı.

 

HASTAŞ KOLEJİNDE İKEN BOYKOT YAPTIK

 

Çok renkli, unutamayacağım anılarla dolu çok güzel bir okul idi. Arkadaşlarımız Konya’nın hep tanınan bilinen ailelerinin çocukları idi. Semih Altıoklar, Kamber Sayar, Cem gibi ismini şu anda hatırlayamayacağım çok arkadaşımız vardı. O dönemlerde okullarda boykotlar çok moda idi. Üniversitelerde 1970’li yılların başında çeşitli olaylar oluyordu. Biz de biraz özenti biraz da özel okulda okumanın vermiş olduğu rahatlık ve özgürlük ile çok rahattık. Ama babam asla bunları tasvip etmezdi, bizi de en iyi hocalardan eğitim alalım diye buraya göndermişti. Biz bir gün İngilizce hocamız Mehtap hanıma boykot düzenledik. Nedeni ise çok komik ama Mehtap hoca İngilizce gecesi düzenlemek istemişti. Bu gecede erkeklere de İskoç kıyafeti giydirerek koro oluşturacak, koro da İngilizce şarkılar söyleyecekti. Erkekler bu etek giyme işine çıktılar. Zaten hoca ile de frekansımız tutmamıştı, boykot da moda idi.  Herkes birbirini gaza getirdi ve biz boykot yaptık. İlkokul hariç hiç kimse derse girmedi. Ahmet abimin sınıf kaybından dolayı Adil abim ile Ahmet abim de Hastaş Koleji’nde aynı sınıfta diler. Ben çok başarılı bir öğrenci idim. Okulun servis şoförü olmadığı zamanlarda ehliyeti olan Ahmet abim okul servisini kullanırdı. Ahmet abim özel yeteneğinden dolayı elinden de her iş gelmesinden dolayı Fuat Atla’nın gözünde ayrı bir yeri vardı. Örneğin okulun tiyatro sahnesinin tablolarının, dekorlarının, oyuncuların makyajlarının, müzik grubunun çalışmasını hep Ahmet abim yapardı. Abim de org çalardı, kısaca bu tür sosyal faaliyetlerde okulun yükünü abim çekerdi. 1 Nisan günü, 1 Nisan şakası yaptık ve okulun servis şoförünü kantinde bağlayıp servisi kaçırdık, o gün Meram’da Tavus Baba’ya çıktık

 

İSTANBUL ÇAPA EĞİTİM ENSTİTÜSÜ MÜZİK BÖLÜMÜNÜ KAZANDIM

 

Okul bittiği dönemde ben başarılı bir öğrenci olduğum için mutlaka üniversite okumak istiyordum. Babam da okumamı destekliyor, ancak dönemin çok karışık olması okullardaki olaylar nedeni ile oldukça tedirgin oluyordu. Konya’da o yıllarda henüz üniversite yoktu. Mezun olduğum yıl sadece Mimarlık Akademisi’nin mühendislik bölümü açılmıştı. Hiç tercih etmediğim, hiç düşünmedim bir bölüm idi… O sene Konyalı birçok arkadaşım sınavsız olarak bu bölüme girmesine rağmen, bölüme kontenjan ayrılmasına rağmen ben orayı tercih etmedim.  Çünkü müzik yeteneğim, müzik hocamın söyledikleri her zaman için daha ağır basıyordu. Onun için Çapa Eğitim Enstitüsü’nün müzik bölümünü birinci sınavına Konya’da girdim. Onu kazandım ön kayıtlı sınavdı. Yetenek olduğu için bugünkü sınavlar gibi değildi daha sonra abimlerle beraber İstanbul’da üniversite sınavına girdik. O dönemde sınavlar Ankara, İstanbul ve İzmir de yapılıyordu. İstanbul’da kalacak yer sıkıntısı korkunçtu. Öğrenciler aynı yerde toplandığı için dolayısıyla yatacak yer bulamadık… Taksim’de bir otele gittik. Meğer o otellerde pek tekin oteller değilmiş, biz mecburen girdik ertesi gün bir arkadaşımızın evine gittik. Babam ‘abimler kazanırsa sen de İstanbul’da okursun’ diye söz verdi aksi takdirde böyle bir şansım yoktu. Çünkü ortalık karışıktı “böyle ortamda seni tek başına İstanbul ’da okutmam” demişti.

 

ÜNİVERSİTE SINAVINDAN SONRA KONYA’NIN BİLİNEN AİLELERİNDEN CİVELEK AİLESİNİN OĞLU ALİ İLE SÖZ KESİLDİ

 

Üniversite sınavından sonra Konya’nın bilinen ailelerinden Civeleklerin Kamil Civelik’in oğlu aynı zamanda aile dostumuz Ali Civelek ile söz kesildi. Ali, Galatasaray İşletme’de öğrenci idi. Fakat beni tanıyor, çocukluğumuzdan biliyordu… Aabimlerin de çok iyi arkadaşı idi. Bu arada söz kesildi. Yalnız söz kesimi yapılırken babam da söz aldı “aksi takdirde kızım okulu bitirmeden bu evlilik olmaz” dedi. ‘Benim kızım okuyacak’ dedi. Onlar da şu sözü verdi: Bizim oğlumuz da İstanbul’da okuyor, biz okuturuz hatta evlerini orada açarız birlikte okurlar. Ben de o şartla evliliği kabul ettim. Ancak o yıllardaki üniversitedeki siyasi olaylar, olumsuz ortamlar öğrenim yapmamızı ikimizin de engelledi. Ali de okulu bırakmak zorunda kaldı. Ve öğretim hayatına daha sonra olaylar durulduğu zaman devam etmeyi düşündük. 1980’e kadar olayların devam edeceğini tahmin edememiştik... Bu arada biz 1973 yılında evlendik… Üniversiteye sonra devam edecektik.  Hatta bana “bir daha sınava gir” dediler. Olayların yatışmasını beklerken 1977 yılında kızımız Rezzan dünyaya geldi, ben okuma hayallerimi bir süreliğine rafa kaldırdım. Zaten okullarda o dönemde hala okumak için hiç müsait değildi, ne sınavlar ne de dersler yapılıyordu. Büyük kızım Rezzan Civelek Okur 1977 doğumlu, şu anda evli.  Ege Üniversitesi Devlet Türk Musikisi Konservatuarı mezunu ve sekiz yıldır Selçuk Üniversitesi Vakfı Esentepe İlköğretim Okulu’nda müzik öğretmenliği yapıyor. Küçük kızım Nazan Civelek 1981 doğumlu, Akdeniz Üniversitesi İç Mimarlık mezunu ve dört yıldır İstanbul'da Adil Öngel iç mimarlık ve tasarım Ltd. Şti’de çalışıyor. Oğlum Furkan Civelek 1983 doğumlu, İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi Reklamcılık bölümü son sınıf öğrencisi. Bu yıl Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan uluslararası bir yarışmaya gönderdiği reklam projesi ile Avrupa dördüncüsü oldu.

 

EŞİM ÜSTAD SITKI SEZGİNDEN DERS ALMIŞ

 

Eşim İzmir’deki öğrencilik yıllarında üstad Bekir Sıtkı Sezgin'den ders almış ve sesi çok güzeldir. O yıllarda İzmir Radyosu sınavlarına girmek istese de  ailelerin sanata bakışı farklı olduğu için gerekli izni alamamış. Eşim Ali Civelek, Tenis ve Dağcılık Kulübünün ilk yıllarında Konya'nın tanınmış simalarından ve yakın arkadaşlarımız olan merhum Argun Altıoklar, merhum Ender Uluşahin gibi Türk müziğine gönül verenlerle oluşturduğumuz gurupla periyodik olarak düzenlenen fasıl gecelerinde bu özlemini gidermeye çalıştı. Bu

nedenle çocuklarımızın istediği eğitimi alması için kendilerine sonsuz destek verdik.

 

EŞİM ALİ İLE TİCARET HAYATINA ATILDIK

 

Bu arada Ali Bey de okula ara verdiği için ticarete atıldı. Önce Anadolu Ticaret adı altında İstanbul Caddesi’nde beyaz eşya satışı işi ile ilgilendi. Daha sonra Toroslar Un Fabrikası’nın başında ticaret hayatına devam etti. Evimiz Zafer Meydanı’nda Ağabeyli apartmanında idi. 1980’de af çıktı, ben aftan yararlanamadım eşim Ali’nin de kaydı silinmişti. 3. sınıfta yararlanabilirdik ama o zaman da yoğun ticaret hayatı, Ali’nin fabrikanın başında durması gerekliliği okulu bırakmasına neden oldu. Oysa mezun olması için bir senesi kalmıştı. Daha sonra fabrika satıldı, Zafer’de Vivaldi’yi açtık. Küçük abim ile birlikte aydınlatma ve dekorasyon üzerine mobilya aksesuar mağazası açtık. Aydınlatma üzerine çalışıyorduk. Eşim ile birlikte üç yıl çalıştık. Daha sonra Adil abim İstanbul’a giderken ortaklığını bana bıraktı ve kendisi İstanbul a yerleşti. Biz iki yıl daha Vivaldi’ye devam ettik. Burada Avrupa standardında fast food mağazası açarak alakart hizmet verdik. Konya’nın en hijyenik ve en modern ilk mağazasını açmıştık.

 

YAŞADIKLARIMI REKTÖR HALİL CİN’E ANLATTIM

 

Selçuk Üniversitesi’nde Güzel Sanatların Resim bölümü sınavına girdim. Kara kalemimiz çok iyi idi. İki sınavı da kazandım. Sıra mülakata geldi. Mülakat sınavında bana sorulan sorular çok tuhaftı. Duyduğumuza göre belli kesimlere yakın olanlar bu bölümlere alınıyordu. Ben de 34 yaşında idim. Sınavda bana ‘Bu kadar genç varken niye onların hakkını alıyorsunuz ?’ gibi sorular geliyordu, yani sorular bu yönde idi. Bana ‘öğretmen olsanız tayininiz yapılsa Urfa’ya gidebilecek misiniz?’ dediler. Ben de ‘giderim’ dedim. Bu sınav sanatsal yeteneği ölçmek ise ikisini de geçmiştim. O yaştaki bir insanla 18-19 yaşlarındaki bir insanın genel kültürüne bakıldığı zaman benim yetişme tarzım ve tahsilim genel kültürüm aşikardı. Konya’daki Selçuklu eserlerini sordular, tabii hepsini biliyordum.  Rönesans döneminin ressamlarını sordular, benim için onlar da çok basitti… Buna rağmen ninja kaplumbağalarının ismi diye tio veren ilgisi olmayan öğrenciler sınavı kazandı. Mülakatta beni kazanamadı şeklinde ilan ettiler. Yani ben kazanamamış oldum, çok sinirlendim ve fakültenin dekanı ile görüşmek istememe rağmen ulaşamadım. Rektör Halil Cin’in lojmanına gittim, makamdan zor girilirdi ben de lojmana gitmiştim. Rektör beyin eşi ile oturduk, olanları bir bir kendisine anlattım. Bu arada Halil Bey geldi. Dolayısıyla ev ortamında çok daha rahat olanı biteni kendisine anlattım… Halil Bey üzgün olduğunu söyledi kızgın olduğu da belli idi. Dekan beyi aradı dekan bey bana randevu verdi. Dekan bey bana ‘verilmiş haklar ilan edilmiş listeler geri alınamaz. Bu dönem böyle olduğu için üzgünüm bir dahaki sefere yeteneğinizi mutlaka farklı değerlendireceğiz’ dedi. Ancak ben ikinci yıl sınava girdiğim zaman daha ilk aşamada sınavını kaybettin şeklinde ilan edildi.

 

SELÇUK ÜNİVERSİTESİ TURİZM BÖLÜMÜNÜ KAZANDIM

 

Bunun üzerine üçüncü yıl güzel sanatlara karşı olan ilgim ve merakım olmasına rağmen farklı bir alan düşündüm. Bana en yakın olan da restorant işletmeciliği yani turizm idi. Ve sınavı kazandım… Selçuk Üniversitesi turizm otelcilik bölümüne başladım. Aynı yıl da kızım da Ege Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nı kazanmıştı… İki yılı burada başarı ile tamamladım hem okul birincisi hem de sınıf birincisi idim. Amacım yatay geçiş yapıp diğer iki yılı da lisansı tamamlayarak başka yerde okumak idi. O dönem yüksek not ortalamam ile başvurduğum bütün okullardan olumlu cevap aldım. Ancak bana en yakın olması nedeni ile Nevşehir’i tercih ettim. Evli bir insanın belli bir yaşta kapalı bir yerde okumasının çok dezavantajları vardı. Kalacak yer dahi yoktu. Erciyes Üniversitesi Nevşehir Turizm Otel İşletme Yüksek Okulu’nu da derece ile bitirdim. Selçuk Üniversitesi’nde Halil Cin zamanında turizm otelcilik bölümünün bir dönem derslerine hoca olarak katıldım. Daha sonra ertesi yıl kadro açıldı 1999’da Sosyal Bilimler Meslek Yüksek Okulu Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü’ne kadrolu öğretim görevlisi olarak girdim. Doktora çalışmam halen devam ediyor.

 

GENÇ TURİZMCİLER ADI ALTINDA KURDUĞUM ÖĞRENCİ TOPLULUĞUNUN AKADEMİK DANIŞMANIYIM

 

Gelişmiş ülkelerdeki kaliteli üniversitelerde öğrencilere verilen dersler kadar hatta bazı konularda derslerden daha önemli tutulan sosyal ve kültürel faaliyetlerin öğrencilerin CV'lerinde, master ya da iş hayatlarında ne denli önemli olduğunun bilinciyle çeşitli organizasyon ve etkinlikleri gerçekleştirmek amacıyla Genç Turizmciler adı altında kurduğum öğrenci topluluğunun akademik danışmanıyım. Topluluk olarak bu güne kadar kan bağışı, yardıma muhtaç aileler için düzenlediğimiz “çorbada sizin de tuzunuz olsun” kampanyaları, huzurevi ve çocuk esirgeme kurumu ziyaretleri gibi sosyal etkinliklerin yanı sıra, Konya'nın turizm potansiyeli ile ilgili yapılan tanıtım çalışmaları, Turizm Haftası etkinlikleri, çeşitli kültürel geziler gibi birçok faaliyet gerçekleştirdik.

 

İHTİYAÇ SAHİBİ ÖĞRENCİLERİME YARDIMCI OLMAYA ÇALIŞIYORUM

 

Bunlardan başka İstanbul'daki ağabeyim Adil Öngel'in katkıları ve aracılığıyla İstanbul’daki varlıklı Konyalılardan toplanan yardımlarla alınan bot, kaban, kazak, pantolon ve hatta iç çamaşırı gibi giysileri Selçuk Üniversitesi'nde çalışmaya başla

dığım yıldan itibaren,  maddi durumu iyi olmayan, kendi tespit ettiğim üniversite öğrencilerine dağıtıyorum... Bu güne kadar bine yakın öğrenci bu yardımlardan yararlanmıştır. Bursa ihtiyacı olan öğrencilere ise Konya'daki arkadaş çevremin desteği ile burs sağlıyorum. Özellikle bu konuda başta yakın dostlarım Adnan Hekimoğlu ve Mehmet Kara olmak üzere Konyalı Un fabrikatörlerinden büyük destek alıyorum. Eşim ve Adil ağabeyim Tenis ve Dağcılık Kulübü’nün ilk üyelerinden. Artık akademik kariyerimizi ikinci plana attık, “ya benim çocuğum olsaydı?” diye düşününce öğrenciye çok farklı bakıyorsunuz. Ailemizin bizi yetiştirme tarzı ve aldığımız kültür bunları gerektiriyordu, helâlı haramı bilerek yetiştirildik biz çok şükür. Yani bir yerde baba vasiyeti bunlar.