Aziz, Necip ve Asil Milletime…
Kıble Kayası’nın Yiğit Delikanlısı’na…
“Türkiye, Türkiye; dağlarını duman almış,
Üzümler memleketi, tütünler memleketi…
Türkiye, Türkiye; çok gülmüş, çok ağlamış,
Sabırlı, bağrı yanık insanlar memleketi…
Türkiye, Türkiye; aylı, yıldızlı Türkiye…
Sen, Mehmed’sin omuzların Anadolu yaylası.
Aladağlar, Toroslar; dev gibi gövden…
Sen şehid oğlu, sen şehid babası.
Sana selâm olsun dünyadan, hürriyetten…”
Aziz okuyucularım, bugün ellinci yazımla karşınızdayım. Şu ana kadar kaleme aldığım yazılarımın sadece ikisi siyasi muhtevalı olmuştu; biri Sayın Cumhurbaşkanımızla, diğeri de Sayın Başbakanımızla ilgili idi. Bugünkü yazım ise; 2002’den 2019’a uzanan ve sadece kara sevdamız, varlık sebebimiz Türkiye’mizi değil, bütün gönül coğrafyamızı kuşatan milatla ilgili olacak. Bu arada; oldum olası, “gönül coğrafyamız” tabirine bayılıyorum; bu tabirin mimarına minnet ve şükran borçluyum.
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan Beyefendiyle 2002 kasımında başlayan ve Başbakanımız Sayın Ahmet Davutoğlu Beyefendiyle 2019 kasımına kadar devam edecek olan bir mücadele… Hemşehrim, -dedelerimizden dolayı- akrabam, Torosların ve Kıble Kayası’nın yiğit delikanlısı Ahmet Davutoğlu kardeşimin ifadesiyle “Allah utandırmasın.” niyazıyla vücut bulan bir azim ve gayret… Bir sevgi ki; bütün Türk dünyasını ve İslâm âlemini çepeçevre saran, milyarları sevince gark eden…
01 Kasım 2015… Adeta bir milat… Milyarların duasıyla hâsıl olan bir tablo… Varsın, birileri “Sandığa giderken beyninizi yanınıza almayı unutmayın..” tavsiyesinde bulunsunlar… Dün, oy kullanmaya giderken; aklımız da, fikrimiz de, şuurumuz da ve elbette beynimiz de yanımızdaydı. 2002’de birlikte yola çıktığımız, “Anayasanın Dili” bilgi şöleninde kendileriyle tanışma şerefine nail olduğumuz ve aynı yola baş koyduğumuz Sayın Cumhurbaşkanımız da, azmine ve gayretine hayran olduğum Sayın Başbakanımız da bizimle beraberdi. Ve hedefte de şaşma olmazdı, Allah’ın izniyle.
Attila İlhan üstadım; ecdat yadigârı Türkiye’mizi yukarıdaki dizelerinizle ne güzel anlatmıştınız, yıllar önce. Ebedî istirahatgâhında rahat uyuyunuz. Millî birlik ve beraberliğimizi bozmaya, -Rabb’imin izniyle- hiçbir hainin gücü yetmeyecektir. Aziz, necip ve asil milletimizin bütün fertleri, yüz yıllarca bir arada yaşamayı başarmıştır. Biz, birbirimizi sevmeye, saymaya ve birbirimize tahammül etmeye “mecburuz”. Hani öyle demiştiniz ya bir başka şiirinizde: “Ben sana mecburum, bilemezsin…” Ve biz, asla oyuna gelmeyeceğiz, kimse heveslenmesin.
Üzüldüğüm tek husus şu: Terörle mücadelede gelinen noktaya, yapılan onca hizmete, doğuda ve güneydoğuda huzur ortamının yeniden tesisine rağmen; terör örgütünün maşası olduklarını büyük bir hevesle haykıranlara olağanüstü ilginin hâlâ devam etmesi ve %85’e varan oy oranıyla onların desteklenmesi… Bunu aklım ve havsalam almıyor vesselâm…
Seçim sonuçlarının açıklanmaya başlamasıyla zuhur eden sevinç gözyaşları, Yavuz Bülent Bâkiler Üstadın dizeleriyle daha da hızlanıyor:
“Türkiye’m, hasretim, kınalı türküm…
İç içe güzellik, uç uca kahır…
Yüreğimi bin parçaya bölseler,
Her parçası, yine seni çağrışır…”
Onca haine, onca kadir kıymet bilmeze, onca vefasıza, onca beyinsize ve onca duygusuza inat; Sayın Cumhurbaşkanımı, Sayın Başbakanımı ve yol arkadaşlarını çok seviyorum. Cenab-ı Allah, her zamanki gibi yâr ve yardımcıları olsun.
Yıllar önce; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı oldukları dönemde Sayın Erdoğan için atılan bir gazete başlığı şöyleydi: Allah, Tayyip’i seviyor…
Doğru söze ne denir…