Babası Siverekli Annesi Muşlu kendisi Adanalı bir star olan Yılmaz Güney'in doğum günü 1 Mayıs

Türk sinemasının en büyük isimlerinden biri olan ve taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanmayı başaran Yılmaz Güney'in bugün 83'üncü doğum günü. 9 Eylül 1984 yılında yaşamını yitiren Yılmaz Güney'in Konya'da önemli hatıraları da var.

Türk sinemasının en büyük isimlerinden biri olan ve taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanmayı başaran Yılmaz Güney'in bugün 83'üncü doğum günü. 9 Eylül 1984 yılında yaşamını yitiren çirkin kral arkasında birçok ödül ve güzel bir sinema geçmişiyle bu dünyadan ayrıldı.

Türk Sineması'na adını altın harflerle yazdırmayı başaran ve uluslararası birçok ödülü olan sinemanın Çirkin Kralı, özellikle adaletsizliği işlediği ve itiraz eden tarzıyla Türk Sineması'na önemli katkılar yapmış bir oyuncudur.

Babası Siverekli Zaza, annesi ise Vartolu bir Kürt olan Yılmaz Güney, Özellikle Çirkin Kral dönemi sonrasında çektiği Cannes ödüllü Yol, Sürü, Umutsuzlar gibi filmleriyle tanınır.

SİNEMADAN ÖNCE NE YAPIYORDU?

Yılmaz Güney'in gerçek adı Yılmaz Pütün'dür. Kendi ifadesine göre Pütün, kırılması zor sert meyve çekirdeği demektir. 1937 yılında, köylü bir ailenin iki çocuğundan biri olarak dünyaya gelmiştir. Babası Siverek Desman Köyü'nden olup Annesi Muş'un Varto ilçesindendir. Kendisi Adana'da büyümüş ve Adana birçok filmine konu olmuştur.

Adana'da bir süre Kemal ve And Film şirketlerinin bölge temsilcisi olarak çalışmıştır. Üniversite okumak üzere İstanbul'a gitmiş Atıf Yılmaz ile tanışmıştır. Bu süreçte bir yandan da hikâyeler yazmıştır. Daha sonra Atıf Yılmaz'ın da desteğiyle sinemada çalışmalarına başlamıştır.

SİNEMAYA NASIL BAŞLADI?

Yılmaz Güney, 1959 yılında Atıf Yılmaz'ın yönetmenliğini yaptığı Bu Vatanın Çocukları ve Alageyik isimli filmlerin hem senaryosunu yazar hem de filmlerde rol alır ve oynar. Karacaoğlan'ın Karasevdası'nda da yönetmen yardımcılığı yapar. Yeni Ufuklar ve On Üç gibi dergilere de öyküler yazan Yılmaz Güney, bir öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle yargılanır ve 1961 yılında bir buçuk yıl hapis cezasına mahkûm olur.

KALDIĞI YERDEN DEVAM ETTİ

İki yıl sonra tekrar kaldığı yerden devam eden Yılmaz Güney, o dönemde daha çok macera filmleri çeker. Filmlerinde ezilen, hor görülen bir "Anadolu çocuğunun" otoriteye başkaldırısı vardır. Bu dönemde Çirkin Kral lakabını alır.

Bu dönemdeki en önemli Lütfü Akad'ın yönettiği ve kendisinin yazdığı bir film olan Hudutların Kanunu'dur. Bu dönem boyunca oyunculuğunu geliştiren Yılmaz Güney, abartısız ve yalın oyunculuk anlayışı bu dönemde artık oturtmuştur.

FİRARİ YILLAR

Yılmaz Güney, 1971 yılında Efraim Elrom'un öldürülmesinden sorumlu olan başta Mahir Çayan olmak üzere diğer Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi üyelerini sakladığı gerekçesiyle 2 yıl hapse ve sürgüne mahkûm edildi. Yılmaz Güney içeride kaldığı süre boyunca sinema ve sanat ile ilgili fikirlerini; şiir ve öykülerini o dönemde çıkarmaya başladığı Güney dergisinde yayınlamıştır.
1974'te cezaevinden çıktı.

İki yıldan fazla cezaevinde kalan Yılmaz Güney aynı yıl Arkadaş filmini çekti. Yine aynı yıl Endişe adlı filmi çekerken Yumurtalık ilçesindeki bir gazinoda ilçe yargıcı Sefa Mutlu'yu öldürmekten tutuklandı ve 25 Ekim'de Ankara 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nde başlayan yargılamaların sonucu 13 Temmuz 1976'da 19 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

YURTDIŞINA FİRAR ETTİ

Beş yıl hapis yattıktan sonra 9 Ekim 1981 tarihinde izinli olarak çıktığı Isparta Yarı Açık Cezaevinden yurt dışına firar etti. Yılmaz Güney'in hapisten kaçışı da filmlerini anımsatmıştır.
Hapse girmeden önce çekmiş olduğu Şeytanın Oğlu filminde: bir günlük bayram izninde dışarı çıkan ve kayıplara karışan bir adamın hikâyesini anlatmıştır.

Filmine benzer bir yaşantı tecrübe etmiştir. Bir günlük izin ile hapisten çıkan Güney, Antalya'nın Kaş ilçesinden Yunanistan'a bağlı Meis adasına, oradan da İsviçre'ye kaçmıştır. Daha sonra Fransa'ya geçer ve yaşamının geri kalanını orada geçirir.

GÜNEY DERGİSİ

Cezaevinde sinema ile olan ilgisi devam etti. Bu dönemde yazdığı Zeki Ökten tarafından çekilen Sürü ve yurt dışında ve yurt içinde büyük ilgi gören ve Şerif Gören tarafından Yol çekildi. Cezaevindeyken Güney adlı bir sanat-kültür dergisi çıkardı. Yol'un kurgusunu tekrar yaptı ve Cannes Film Festivali'nde ödül aldı.

DUVAR SON FİLMİ OLDU

Yurt dışına kaçtıktan sonra Fransa'da Duvar filmini çekti. Güney'in, 1976 yılında Ankara Merkez Kapalı Ceza ve Tutukevi'nde tanıklık ettiği, çocuklar koğuşunda çıkan ve tüm cezaevine yayılan bir isyanın sinemaya aktarıldığı Duvar onun son filmi olmuştur.

MİDE KANSERİNE YENİK DÜŞTÜ

Son yıllarını Paris'te geçiren Güney, mide kanseri nedeniyle 9 Eylül 1984'te yaşamını yitirdi. Mezarı Paris'te bulunan Père Lachaise Mezarlığı'nda 62. kısımda bulunmaktadır.
Türk Sineması'nın nam salmasında önemli katkıları olan Yılmaz Güney, birçok ödülün de sahibiydi.

ORHAN KEMAL ROMAN ARMAĞANI
1972 Boynu Bükük Öldüler
ALTIN KOZA
EN İYİ FİLM

1970 Umutsuzlar
1971 Ağıt
EN İYİ YÖNETMEN
1971 Ağıt
EN İYİ SENARYO
1970 Umutsuzlar
1971 Ağıt
EN İYİ ERKEK OYUNCU
1969 Seyyit Han
1970 Umut
1970 Acı

KONYALI MİÇO VE YILMAZ GÜNEY

2010 senesinde Konya'nın derin yazarlarından Zeki Oğuz, Memleket Gazetesi'nde Yılmaz Güney ve Konya'nın o dönem en büyük kabadayılarında Miço'yu kaleme aldığı kitabını okuyucularına tanıtmıştı.

Zeki Oğuz o günkü röportajında şu bilgileri okuyucusuyla paylaşmıştı:

1960'larda Konya'da etkin bir şahıs olan Miço aslen Vanlı'dır. Konya-Cihanbeyli Günyüzü kasabasına sürülmüş, buradaki yerli Kürtlerle çıkan anlaşmazlıklardan dolayı ailesiyle Adana'ya taşınmıştır. Adana'da zor koşullar altında yaşayan Miço, Konya şehir merkezine yerleşir ve kabadayılık yapmaya başlar. Daha sonra da Yılmaz Güney'le tanışır.1960'ların Konyası ve Yılmaz Güney'in hayatını değiştiren Konya sürgününü anlatan kitap, bu güne kadar pek değinilmemiş konuları içermektedir. Kitabı hakkında Zeki Oğuz'a bazı sorular yönelttik;

ÖNCELİKLE BİZE BİRAZ KENDİNİZİ TANITIR MISINIZ?

Konyalı bir yazarım. 1968 yılından bu yana başta yerel gazeteler olmak üzere, edebiyat dergilerinde, gezi dergilerinde yazılarım yayınlandı. Edebiyatın değişik dallarında yayınlanmış 18 kitabım var. 1990 yılında fotoğrafçılığa başladım. Karma sergilere katıldım, 28 kişisel sergi açtım. Konya Çalı Kültür Sanat dergisini 100 sayı yayınladım.

Konya'nın eski kabadayılarından -bilmiyorum kabadayı kelimesini kullanmam doğru mu?- Mustafa Saldi'nin hayatından esinlenerek bir kitap yazdınız. Öncelikle birinin hayatını yazmak, yazarın o kişiyi önemsediği anlamına gelir. Mustafa Saldi kimdi, onda sizi etkileyen ve bu kitabı yazmaya iten sebep neydi?

Kabadayı demen elbette doğru, çünkü o insanlar kendilerinden öyle söz edilmesinden hoşlanırlardı. Miço'nun kendisine göre bir hayat anlayışı, doğruları vardı. Bir kabadayı olarak bıçak sırtında bir yaşamı vardı. Dostları kadar düşmanları vardı ama futbolla ilgilenecek kadar da hayatın içinde biriydi. Görüştüğümüz sürece tanık oldum ki insanları seven, yardımcı olmaya çalışan bir yapısı vardı. Ayrıca müthiş bir çocuk sevgisi vardı. Çocukların Miçê emmisiydi o. Ayrıca kitabımda sadece Miço'yu değil ondan yola çıkarak 1960'ların Konyası'nı da anlatmaya çalıştım.

-Mustafa Saldi ya da bilinen ismi ile Miço ile birebir ilişkileriniz oldu, şahsın yaşam tarzı ve kendisini mesleki olarak tanımlaması nasıldı?

Kahvehane işletiyordu, geçimini bundan sağlıyordu. Kumar oynayanlardan mano alıyordu. Bunu da hiç saklamıyordu. Kendisine hakaret edilmesine hiç dayanamaz hemen tepki gösterirdi. Canına kastedenleri bağışlayacak kadar da geniş bir yüreği vardı.

Kabadayılık, tam olarak nedir? Kabadayılık süreç içinde farklılaştı mı?

Miço'nun şahsında gördüğüm kadarıyla düşkün ve fakire karşı bir iyilik damarı vardı. Böyleleri kahvesine kumar oynamaya gelirse engel oluyordu. Kendilerine has bir dürüstlük anlayışları vardı. Günümüzdeki gibi çek-senet işlerine bulaşmıyorlardı. Bu konuyu özellikle sordum ve bir olayını anlattı, kitapta da geçiyor bu. Bir akrabası alacağını alması için yardımcı olmasını istemiş. Miço yardımcı olmuş, adam karşılığında Miço'ya para teklif etmiş ama Miço'nun tavrı onu azarlamak olmuş.

Miço'nun hayatındaki önemli olaylardan biri de Yılmaz Güney'di. Güney'in Konya sürgünü sırasında tanışan bu ikili arasındaki ilişki hakkında neler söyleyeceksiniz?

Yılmaz Güney'in o dönem kabadayılığa yatkın bir yönü var. Niğde hapishanesinde birlikte yattığı arkadaşları öneriyorlar, Konya'ya gidince Miço'yu bulmasını. Her ikisinin de kabadayı ve Kürt oluşları arkadaşlıklarının temelini oluşturuyor. Yılmaz Güney'in siyasi yönü hiç ilgilendirmiyor Miço'yu. Sonraki yıllarda da bu arkadaşlık devam ediyor. Güney, Miço'nun İstanbul'a gitmesi için çok ısrarcı oluyor ama Miço hiç yanaşmıyor buna.

BİR DE GÜNEY SİNEMASI VAR...

Miço İstanbul'a gitmek istemeyince sinema açmasını Yılmaz Güney istiyor. Bunda geçmişteki vefa borcunu ödeme isteği de var bana göre. Çünkü Miço ve çevresi iyi sahip çıkmışlardır Güney'e. Güney sinemasını açarlar ama işletemezler, kapatmak zorunda kalırlar.

Yılmaz Güney'in sürgünden sonra çok değiştiği belirtilir ama bugüne kadar hiç kimse tam olarak sürgün sırasında neler yaşadığına pek değinmemiştir. Konya'da Yılmaz Güney neler yaşamıştır ve yaşadıkları sizce hayatını nasıl değiştirmiştir?

Yılmaz Güney'in yaşamı Konya'da Miço'nun çevresi ile kaldığı otel arasındadır. Başka hiçbir kesimle ilişki kurmamış bu altı aylık sürede. Miço'nun anlatımına göre kaldığı otelde sürekli yeni senaryolar yazmıştır Yılmaz Güney. İkisi de Cesurdu filmini Miço'nun yaşamından yola çıkarak çekmiştir. Yine Dolav isimli, Miço'nun yaşamını anlatan bir film yapmak istemiş ama Yumurtalık olayı buna izin vermemiştir.

Kültür Sanat Haberleri

Necip Fazıl’ın Bir Adam Yaratmak Eseri Film Oldu: 2026’da Vizyona Girecek
Antalya'daki Köy, Dünyanın En İyisi Seçildi
Bin 800 Yıl Sonra Kestros Çeşmesi Yeniden Suya Kavuştu
Somuncu Baba Hazretleri, Vefatının 612. Yılında Aksaray'da Anılıyor
Yerli komedi filmi C Takımı 2'nin afişi yayınlandı