Dur Süleyman!...Ben de bir zamanlar senin gibi dünyaya hükmeden bir kraldım..." Ne zaman dünyada tırmanan , zulüm , hırs ve gözünü kan bürümüş savaş kışkırtıcıları dört yandan saldırsa ve bu habarlerin yağmuru altında işkenceye tabi tutulmuş insan algı ve zihnine baksam aklıma kulağıma bu ses geliyor...
Nefes almamıza ve hayat bir dakika sakin bakıp sağlılıklı düşünmemize fırsat vermiyorlar. Onların çıkardığı ses o kadar yüksek ki kimse birbiriniz sesini duymuyor. Sadece bu yüzden aslında özünde hiç farklı olmayan , birbiri ile bir davası bile bulunmayanlar karşısındakini düşman zannediyor. Dahası dostunu düşman , düşmanını dost sanıyor.
Tarihten gelen ve günümüz imkanları ile üzerine katlarca fazlası yığılan , bilgi kirliği dağının altından bir anda çırpınıp çıkmamız mümkün değil biliyorum. Ama bir yol arayışına girmek gerekirse bu dünyaya neden niye geldik. Hayatımızın anlamı , amacı ya da yaratışıl gayemiz ne ? Sorusuna geri dönerek başlamak gerektiğini düşünüyorum. İnananlar sanki Allah "Ben sizi adıma bir devlet kurun ya da içinde bulunduğunuz devleti ne şekilde olursa ele geçirin, sizden başka birşey istemiyorum" demiş gibi bir algıyla davranırken inanmayan ya da dünya ile ilgili kendi kararını vermek isteyenler ise bir ideolojiye hizmetle kalıcı birşey yapabilceklerini sanıyorlar. Ya da inandığı sevdiği dini veya siyasi liderler hizmet ile hayatının anlam bulacağını sananlar...Daha uzatmak mümkün. Ama bu söylediklerimizin hepsi dış dünyaya yönelik anlam bulma çabaları ve insanlığın tarihinde okyanusta bir damla bile sayılmayacak meseleler ölüm kalım savaşına dönüşüyor bu bakışla ...
Oysa bu dünya, ne güzeller gördü ne yiğitler , ne büyük aşklar ne korkunç ihanetler...
Ve ne ahmaklar, ne dahiler gördü ne çok deli zannedilenler...
Ve destanlar, nutuklar, savaşlar, barışlar, mücadeleler...
Tüm bu yaşadıklarımız geçip gidecek...
Rahmetli babam anlatırdı:
Hz.Süleyman emrindekilere ilginç bir emir verdi. Yeryüzü didik didik aranacak ve insan teni karışmamış bir avuç toprak bulunacaktı. Kuşlar dağların doruklarıni cinler denizlerin diplerini taradı. Fakat böyle bir toprak bulmak hiç mümkün değildi. Sanki yeryüzünün her yeri tarihin bir döneminde mezarlık olmuştu. En büyük mağaraların diplerine kadar gidildi. Ama oralar bile ya yolunu yitirmiş ya da hazine peşinde son nefesini vermiş olanların kemikleri ile doluydu.
Aylar sonra iddialı bir dalgıç okyanusun en derin yerinden, bir taşın altından birkaç tutam kum getirdi.Bilginler burada kesinlikle bir yerleşim ya da mezar olmadığında karar kıldılar. Toprak krala sunuldu, ne yapacağı merakla beklendi.
Hz.Süleyman onu avucuna aldı kokladi ve su kupasına döküp, iyice karıştırdi. Sonra içmek üzere başına kaldırdı. Tam ilk yudum dudaklarına akıyordu ki topraktan bir nida yükseldi:
"Dur Süleyman!...Ben de bir zamanlar senin gibi dünyaya hükmeden bir kraldım..."
Bu hikayeyi kaç kez dinlemiş olsam da o toprak dile gelip "Dur Süleyman !" dediğinde sarsılır titrerdim. Bir süre nefes alamaz sonra ise "Neden öyle demiş, ne demek istemiş , Hz. Süleyman kötü kalpli değil ki..." diye birçok çocukça soruyu ardı ardına sıralardım. Babam , "Dünaynın ne kadar geçici olduğunu hatırlatmak istemiş sanırım. Hz. Süleyman gibi büyük bir peygamber de olsa bunu unutuyorsa zaman zaman bizim daha çok hatırlamaya ihtiyacımız var " diye cevap verirdi.
Yeni bir yıla girerken bunları bir daha düşünmemizde yarar var sanıyorum.
İletişim çağında neden birbirimiz,i hiç anlayamıyoruz sorusu var bir de başta değindiğim. Babil Kulesi Lanetine uğramış gibi bir algılama sendromu içindeyiz aynı dili konuştuğumuz halde.
Kısaca hatırlarsak Babil kulesinden Tevrat'ın Yaratılışkısmında bahsedilir. Hz.Nuh'un oğulları Büyük Tufan'dan sonra Sinar (Sümer)'da yerleşmiş, burada bir şehir ve göklere yükselen bir kule yapmak istemişlerdir.
Kuranı Kerim'de ise Karun'un Mısır'a böyle bir kule yapmaya kalkıştığı anlatılır Babil ile ilgili ise başka ayrıntılar vardır. İki bilgiyi birbirne bağlayıp örtüştüren ya da ayıran birçok yorum olsa da benim burada anlatmak istediğim kısmı şöye :
Efsaneye göre yüce yaratıcı , kendisine ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Böylece insalar önce birbirlerini anlama yeteneklerini sonra barış ve huzuru kaybederler , dağılırlar kule de yıkılır harab olur.
Olayın gerçekliği tartışılır elbette . Ama mesajı çok önemli ve hala geçerli, insanlar dil farklığı veya başka bir nedenle birbirbirlerini anlamaktan vazgeçtiği veya bu yeteneklerini yitirdikleri anda dağılma ve yıkılma süreci başlar.
İşte bu yüzden bir çok olumsuz etkisi olsa bile bu karma karışık dünyada bizi birbirimize bağlayan sosyal ağları çok önemsiyorum.
Bu gün , eski bir notumu aramak için facebookdaki zaman tünelimde geriye doğru bir gezinti yaptığımda düşündüm bunları. Sayfa duvarımı çoğu zaman kayda değer bulduğum şeyleri saklamak için bir not tahtası gibi değerlendiriyordum. Aynı zamanda arkadaşlarımla da paylaşma ve yorumlarını alma bakış açımı genilşetmeye yardımcı oluyordu. Sosyal medya deneyimleri için ayrı bir yazı yazılabilir burası yetmez ama şunu söylemek isterim ki ; Bu anlamda, arkadaşlar bakımından şanslı bir insan olarak doğru iletişim bana bir çok şey katıyor ve bakış açımı genişletmeyi sağlıyor. Yeni bilgilere ulaşmanmı , fark etmediğim birşeyi keşfetmeyi ya da hiç aklımda olmayanı düşündürmeyi sağladığı çok olmuş.
Takipçilerim ve arkadaşlarım için de öyle olduğunu umuyorum."Yazmanın tek bir gerekçesi olabilir o da insanların birbirlerini anlamalarına yardım etmek. " Diyor John Steinbeck
Bu yüzden , vaktimizi dışlamaya değil anlamaya ve insanların birbirini anlamasına harcayalım bu platformlarda diye düşünüyorum. Bizim Babil Kulesinden çok daha öte kaybedeceklerimiz var.
Ve unutmayalım, gündelik çıkar ve hırslar o kadar geçici ki sayısısız uygarlığın harabeleri yatan milyonlarca ceset var bizim gibi. Öyle ise ara sıra içimizdeki "ben" e seslenelim :
Dur Süleyman!...Ben de bir zamanlar senin gibi dünyaya hükmeden bir kraldım...