Bakırdan Tenler

yazar-13

Sadece mısra dizilişini değiştirerek şiiri ben şu şekilde okudum:

“Bakır tenli yayla kızları gördüm,

Bakır tenli yağız delikanlılar.

Ogün soyunup da

                        Ufka vardığı anda

Bakır oldu, canlı-cansız ne varsa

………………… kara gözlü çağlar.”

At üstünde koşanlar

Bakır tenli şu toprakta şehitler

Nebilerin nebisi

Bakır tenli sahabenin hepisi…”

(Bakırdan Tenler)

Mısra dizilişi, “yiğidin yoğurt yeyişi”dir yiğidine göre değişir. Ve genellikle şairler kendi okuyuş tarzlarına göre istif ederler mısralarını.

Şair İbrahim Terzioğlu da öyle yapmış. Mısralar en çok iki kelimeden oluşuyor. Çoğu kez tek kelimelik mısralar.

Tek kelimelik mısralar şiir sanatında vurucu ve etkili bir yöntemdir. Ama, doğrusu çok sık da kullanılmamalıdır. Çünkü bu “etki” ve “vurucu” gücünü kaybedebilir.

İbrahim Terzioğlu’nu tanımadan şiirlerini okusaydım, İbrahim Terzioğlu gibi bir kişiyi düşünürdüm, bu şiirlerin şairi olarak. Bir insan bunu bilerek yapamaz, yani kendini bu kadar gerçekçi ve yalın yazamaz.

Son sözü baştan söyleyiveren kişilere, halk arasında şirin bir argo ile “dobra” denilir. Bu aynı zamanda mertliği, açıksözlülüğü ve samimi olmayı da kapsayan bir kelimedir. İşte Terzioğlu böyle bir kişiliktir. Orijinal, özgün, eskilerin deyişiyle “kendine münhasır” bir şahsiyet.

Bir kamu kuruluşunun en tepesinde bulunduğu hâlde, şiir düşünüp, şiir yaşayabilen çok insan yokturk. Bu iddiada olan varsa da pek dikkate alınmaz söyledikleri. Terzioğlu, bir milyon nüfuslu bir beldenin iki numaralı yöneticisidir ve şiir vâdisinde iki kitabı vardır. Kitapları ciddiye alınacak kitaplardır.

*      *      *

Şiir, sanat geçmişimizin en önemli şubesidir. Ve yerlidir. Destan bizde gelenektir. Roman ve hikâye için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Biz hepimiz şairiz. Sıfır istisna ile hepimiz potansiyel şairiz. Kimimiz “medar’ı maişet” kaygısıyla şair tarafını erteler, bir kenara kaldırır. Buna rağmen vazgeçmez ozanlığından. Yeri geldiğinde de tetiğe basar:

“Ay bulutta bulutta

Mendilim kaldı dutta

Geleceksen gel gayri

Göynüm hâlâ umutta..”

Evinin avuç içi kadar bahçesine diktiği kadife çiçeklerinin kadife güzeli renklerine bakıp, dut ağacının dalları arasında kendine yer arayan aydedeyi seyrederken gönlündeki hasreti böyle basit kelimelerle, hiç şairâne olmadan, kolayca, su içer gibi rahat, söyleyiverir ve farkında olmadan iddiasız bir “söz âbidesini” diker, geçer.

İşte biz böyleyiz.

*      *      *

Bizim sembolistlerin pîri Ahmet Hâşim doğru tespitler yapmıştır ki, düşüncemiz aynıdır. Kim ne derse desin, şair bir gerçeğin habercisi değildir. Bir yasa koyucu da değildir. Şair, güzel bir olayın veya bir acının terennümcüsü de değildir. Onun söyledikleri, anlaşılsın, ibret alınsın diye söylenmiş sözler asla değildir. Şair anlaşılmak değil, hissedilmek için söyler. Söylediğini iyi hissettirebilmek için de malzemeleri vardır. Kâfiye, vezin, âhenk, yâni müzik onun yardımcılarıdır. Müzik, şiir okunurken yenilerin modası “fon müziği” asla değil, şiirin kendi musikisidir.

Şiir, söz ile müzik arasında bir güzel hâdisedir. Ki, güzeli “yedi uçmağ eder” yeryüzünü, Hz. Yunus’un dediği gibi.

*      *      *

Terzioğlu’nun kendine göre bir tarzı var. Bu tarzdır, kişiye özeldir, tartışılmaz. Fakat bazı klâsik kurallar vardır ki, bunların da gözardı edilmesi yanlış olur.

Şiirde mutlaka kelime tasarrufuna gidilmelidir. Mesela Dağlar şiiri dört sayfaya uzanan bir uzun şiir. Oysa bu şiir sadece dört mısra, sadece dört vurucu mısra

“…………………

Akşam olur

Gün soyunur sırtından

Tarla kızları geçer

Ki, tenleri bakırdan…”

Yeter bu kadar Bu mısralar müthiş. Daha önce söylenen sözleri, okuyucuyu bu mısralara hazırlamak için söylenmiş sözler olarak kabul etsek bile, bundan sonra söylenenler, yukardaki güzel mısraların etkisini unutturur, zayıflatır.

Bizim Destanımız için aynı şeyi söylemek mümkün. Şu kadarlık bir bölüm, tamamında anlatılan imajı sağlamaktadır.

 

“Altay’larda at kişnese

Tuna’dan bir ses gelir

Nakış nakış, ilmek ilmek

Gözlerimden yaş gelir

 

Buhara’dan bir kız gelmiş

Al kınalı elleri

(-Elleri al kınalı- değil)

Semerkand’da sultan imiş

Gözleri mor sürmeli

 

Gazne’de Mahmut olsam

Yâr beline dolansam

Hindistan’da Cihan Şah’a

Ulu bir Türk’ü sorsam.”

 

 

“Kırım” bendini şöyle anlar:

“Kırım’ın bahçesinde

Bülbül ötmekte, bülbül

Bâki’deki yârine

Nigâr bir sarışın gül…”

 

Ve şu kıtayı da final olarak düşünmüş, destanın zevkine varırdık:

 

“Fatih çıkmış semâlara

Bize seslenmekte ki

- İnsanlar fânidir,

Hizmetler bâki…”

 

Bunu ancak tarihini, vatanını, insanını seven bir hizmet ehli söyleyebilir.

*      *      *

Zengin şiir, derin ve etkili şiir, herkesin istediği yönde anlayabileceği şiirdir:

 

“Yazdım

Çizdim

Karaladım

Bir kapı araladım.”

                        (Kapı)

 

Uzaklarda yorgun argın

Al, yüreğim senin olsun

Buralarda aygın baygın

Al yüreğim senin olsun

                        (Yüreğim)

 

 “Yüreğimi ödünç verdim

Alan geri vermiyor

Yüreksiz bedenimi

Artık kimse sevmiyor.”

                        (Yüreğim)

 

“Yorulmuş bedenim

            Beynim hardadır

Ellerim ateşte

Gönlüm nardadır

 

Dizlerim tutmuyor

Ayak gitmiyor

Bu çileli ömrüm

Neden bitmiyor

 

Bülbül olan dilim

Güle mi hasret

Çınlıyor kulağım

Ey yâr merhamet

 

Ben ağladım

Kirpiklerim ıslandı

Deli gönlüm

Bir kapıya yaslandı

…………..”

                        (Hâlim)

 

Erzurum, Elazığ hayratlarını andıran bu mısralar, bu söyleyiş, bu tarz ne güzeldir. Keşke bütün kitap sadece bunlarla dolsa.

 

“Buralarda darda kaldım

Oralarda nerde kaldın

                                   Turnam

Avuçlarım tende kaldı

Nefesimse sende kaldı

 

Yükseklerden uçup gittin

Derdime dert katıp gittin

 

Telli turnam sen nerdesin

Yad ellerde kiminlesin

 

Saçlarıma karlar yağdı

Dizlerim bak, fersiz kaldı

 

Herkes gitsin sen gitme, gel

Uzaklardan uzat bir el

                                   Turnam…”

                                   (Turnam)

 

Ne güzel bir söyleyiş. Sâde, basit, etkili. Halkın söylediği gibi

 

“Ben derdimi

            Binbir dertle ölçerim.

Bir dert için

            Binbir dertten geçerim.”

                                           (Ben)

 

“Yüreğime hoş gelmişsiz

Yüreğim ay hoş gelmişsiz

Konağıma hoş gelmişsiz

Konağım ay hoşgelmişsiz

                               (Selâm)

 

Bu söyleyişler fevkalâde ilginç. Erzurum ağzıyla yani yöresel söylendiği halde ne kadar evrensel, ne kadar kuşatıcı, kucaklayıcı…

 

“Ben” adlı şiiri biz şöyle okuduk:

 

“Bir yaprak düşse

Ürperir bedenim

Kibrik olur kirpiklerim

Yanar bedenim.”

                        (Ben)

 

Ve “Gibi”yi şöyle okuyoruz:

 

“Yüreğime batıyorsun

Yüreğimi yakıyorsun

Yüreğimden akıyorsun

                        Coşkun nehirler gibi”

                                               (Gibi)

 

“Ey uzun beyaz bulut

Al başımdan kederi

Ey uzak beyaz umut

Kavuştur sevenleri.”

                        (Umut)

*      *      *

İbrahim Terzioğlu 2001 yılında “Mavi Yıldız” adıyla bir kitap yayınladı. Orada başlayan tarzı “Bakırdan Tenler” ile gelişerek devam ediyor. Bu elbette iyiye işarettir.

İki kitap “Başlangıç” demektir. Terzioğlu iyi bir başlangıç yapmıştır. Halk ağzını bu kadar iyi bilmesi ciddi bir avantajdır. Komplekssiz bir kişiliği olması bir başka artısıdır.

Bilenler derler ki, şiir bir kristal tenceredir. Aşıklara aş kaynatır. Ve bir sacayağı üzerinde, yani üç ayaklı (en az) bir destek üzerinde oturursa kaynar, ateşe cevap verir. Bu üç ayağın biri kabiliyettir. İkinci ayak çevredir. üçüncü ayakise eğitimdir.

Terzioğlu’nda bu üçü de mevcut olduğuna göre, ondan daha da iyi şeyler beklemek hakkımız olmalı.

*      *      *

 (Bakırdan Tenler, İbrahim Terzioğlu, Alp Yayınevi, Ank. 2006).

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.