Belçikalı bir gazeteci Avrupa’daki Müslümanları daha iyi anlayabilmek için oruç tutmaya karar vermiş Ramazan ayı boyunca ve ilk iki gün tutarak yaşadıklarını yazmış çalıştığı gazeteye…
Her yerde yiyecek gördüğünü, daha evvel fark etmediği halde milletin elindeki su şişelerine dikkat kesildiğini anlatıyor. Hele öğlenleri iş arkadaşlarının gözünün önünde karınlarını doyurmasına takılmış, ama kendisini ‘ben akşam yiyeceğim’ diyerek teselli etmiş…
Akşam açlığına son verdiğinde, yediği yemeğin bir başka güzel olduğunu, çok farklı bir tad aldığını söylüyor ve takvime bakarak iftar vaktinin her gün biraz daha erkene geleceğini görerek mutlu olduğunu vurguluyor…
Güzel değil mi, inanmadığı halde sırf bu duyguyu yaşamak, hissetmek adına aç ve susuz olarak bizimle birlikte akşama kadar beklemek…
Demek ki oruçta kendine çeken bir gizem var. Merak ettiriyor ve kalpleri yumuşatıyor…
Eski Ramazanları anlatırken, içimizde ‘biz gibi’ yaşayan gayri Müslimlerden bahsedilir hani. Müslümanlara saygılarından açıkta yiyip içmezlermiş falan diye…
Yani kaba tabirle gâvurlar bile oruç ayında oruca intibak edip, ona göre yaşamak isterlerken…
Evvelki gün arabasıyla neredeyse beni ezmeye çalışan ‘gidi’ oruçtan hiç nasip almaz mı ki?
Ramazan’ın ilk günü, dakka bir gol bir hesabı, arabayla evden iş yerine gelinceye kadar 2-3 kavga pozisyonu yaşadım. En sonuncusu, ‘niye yavaş gidiyon, sinyal vermiyon …’ türü bir bağrışmaydı…
Sonra akılları başına gelince bu trafik magandalarının, “Abi kusura bakma ya, orucuz ya” türü bahaneler sıralıyorlar. Kimisi suçu sigaraya atıyor. Sıkı tiryaki olduğunu, ama Ramazan’dan dolayı içemediğini gururla anlatıyor…
Oysa dinimizin en kolay yerine getirilebilecek ibadeti oruçtur…
Namazda bir gayret var, zekatta para gidiyor, Hac ise hem para hem zahmet istiyor. Oruçta kişi sadece bekliyor, o kadar. İnsanımız bunu kolay yapar. Bu aynı şuna benzer: Hani kitap okumuyoruz ya, sırf bir gayret gerektirdiği ve biz de o gayret olmadığı için. Ama TV seyrediyoruz saatlerce zahmetsiz, gayretsiz ve beleş olduğu için. Oruç, TV seyretmeye benzer. Kitap okumaz, ama TV seyreder ya kişi. Namaz kılmaz, ama oruç tutar yani!..
Dinimizin bu en kolay ibadetini diğer ibadetlerle süslemeden, aç ve susuz olarak akşama kadar beklemek de bişey, ama “bana mı tutuyon orucu kardeşim?” deyiveriyoruz böylelerine…
Orucunuz makbul, işleriniz bereketli olsun efendim…
----------------------------------------------------------------------------------------
Rapor almak ne kadar kolay!
Biz İHL’de öğrenci iken 20 gün devamsızlık hakkımız vardı. Gıdım gıdım kullanırdık bu hakkımızı da okul kapandığında 19 buçuk gün falan olurdu çoğu sene sonunda. Bazen devamsızlık yetmez, rapor almak gerekirdi. Özellikle lise son sınıfta üniversiteye hazırlanabilmek için, hangi doktor rapor verir ki diye kıvranırdık…
Bir müdür, amir veya yönetici başka bir yere tayini çıkınca hemen aynı gün gidip 20 gün, 40 gün rapor alıp geliyor. Kim veriyor, nasıl veriyor anlamıyorum…
Ergenekon sanığı askerler mesela, biri bitince diğerini gönderiyorlar raporun…
Güya tutuklu Mehmet Haberal’in durumunu örnek olarak bile vermeyeceğim. Hiç hapis yüzü görmeden bir seneyi doldurdu hastanede güya tutuklu olarak. Kapı gibi raporu olduğu için…
Bu rapor müessesesi iyi mi, kötü mü bilemem, ama bir düzen getirilmesi gerekir sanıyorum. İsteyenin istediği zaman alabileceği bir ‘kağıt parçası’ olmaktan çıkarılmalı rapor…