Barışı kalıcı hale getirmek
Bugünlerde herkes yeniden “Duhâ Suresi”ni okumalıdır. İslam’ın ilk yılları olan Mekke dönemi, müşriklerin inananları her türlü şiddete maruz bıraktığı yıllar olmuştur. Şiddet ortamının hâkim olduğu Mekke döneminde İslam, hızlı bir yayılma süreci gösteremedi. Çünkü korkunun olduğu yerde ‘güven’ bütün alanlardan uçar gider. Bu psikoloji, birey ve toplum hayatının tüm alanlarını etkiler. Buna bağlı olarak sadece ifade ve inanç hayatını değil, ticari hayatı da dumura uğratır. Taraflar arasında ağır bedeller ödenir. İşte böyle bir vasatta, Hz. Peygambere gelen vahiy de kesilir. Efendimiz kendisine inen ayetleri hem Müslümanlara ve hem de aleni olarak Harem-i Şerifte bütün herkese duyurduğu için vahyin bir anda kesilmesi, putperestlerin elini güçlendirir. Dilleriyle İslam ve Hz. Peygamber aleyhinde psikolojik yıpratma taktiklerine başvururlar. “Muhammed’i Rabbi unuttu, terk etti” şeklinde propaganda yaparlar. Bundan elbette peygamberimiz de etkilenecektir. Aslında vahyin kesilmesinde bir hikmet boyutu da vardır. Vahyin kesintiye uğramasının manası, şöyle yorumlanabilir: Vahiysiz geçen bir hayat, nefes darlığı çeken bir insanın oksijen tüpünden mahrum olmasına benzer. Ey Müslümanlar! Eğer 24 saat vahiyle irtibatınızı keserseniz sizin durumunuz da böyle olacaktır, mesajı verilir, bize..
Tam da böyle bir atmosferde, Duhâ Suresi nazil olur. Mesaj, hem bir teselli ve hem de İslam’ın baharının güçlenerek yeniden doğuşunun habercisidir. Çünkü ‘duhâ’ gündüzün kuşluk vaktidir. Kuşluk vakti, en dinç ve taze zaman dilimidir. Aydınlığın hoş olduğu bir vakittir, o. Sanki Allah’ımız bu vakte yemin ederek, İslam’ın baharı başlamıştır, demek ister. Karanlığın çöküşü, aydınlığın habercisidir. Ey Muhammed! Rabbin seni ne terk etti ve ne de sana darıldı!. İslam’ın bundan sonraki dönemi, önceki döneminden daha güzel olacaktır! Gelecek daha güzeldir, umutlan, umudunu yitirme, şeklinde bir müjde verilmişti, Allah Elçisine… Bu ayetlerin devamı da birçok hakikati içinde barındırır.
Biz bir imparatorluk bakiyesiyiz. Osmanlı, bir milletler topluluğudur. İçinde farklı etnik kökene mensup Müslüman ya da Müslüman olmayan unsurları barındırmıştır. Hiçbir zaman “unsuriyet” önplana çıkarak bir problem olmamıştır. İslam milleti şemsiyesi altında birçok farklı unsura mensup Müslümanlar kardeşçe yaşamışlardır. 1789 Fransız ihtilaliyle birlikte İslam’ın şiddetle menettiği ırkçılık, milliyetçilik kılıfına bürünerek piyasaya çıkarılmıştır. Özellikle 19. yüzyılın başlarında sömürgeleri önünde Osmanlıyı bir bariyer olarak algılayan emperyalist güçler, Osmanlı topraklarına ırkçılık ihraç etmişler ve ulus bilincini uyandırarak Osmanlının parçalanmasının fikri zeminin hazırlamışlardır. Bugün de aynı güçler, kendileri Avrupa Birliği gibi oluşumlarla sınırlarını kaldırmak suretiyle ortak para birimine geçerek adeta ümmetleşme süreçlerini yaşarlarken, dün Osmanlıyı parçalamaları yetmiyormuş gibi, bugün de onun bakiyesini mahvetmek için aynı mikrobu canlı tutma konusunda büyük gayret göstermişlerdir. Maalesef dönemin ulusçu politikaları, egemenliğin paylaşımı ve Kürt kimliğini izole etme çabalarıyla işin vahametini artırmıştır. Yeni anayasa yapılırken bunu herkesin görmesi ve yapılan hataları telafi etmesi gerekir. Yapılan hataların faturası bize PKK terörü olarak dönmüştür. 30 senedir bu topraklarda büyük acılar yaşanmıştır. Ama hamdolsun, Osmanlı ruhuna sahip olan bu aziz ve özverili millet, acıları içine gömerek asla bir Türk-Kürt kavgasına girmemiş, mazlumla zalimi daima birbirinden ayrı tutmuştur. Bugün geldiğimiz nokta sevindiricidir. Tam da ‘Duhâ Suresi’ni yeniden anlamak için bir vesiledir. Bütün bir ülke sathında barış rüzgârlarının esmesiyle birlikte yeniden gönüllerimizi tamir etme süreçleri başlamıştır. Artık terör sorununun bitmesinin hem ardından Türkiye’nin ekonomik çehresi değişecektir. Gelirden tüm toplum kesimleri adil bir şekilde pay alacak ve yaşam standartları yükselecektir. Terörün maliyeti üçyüz milyar doları aşmaktadır. Böyle bir rakamla herhalde 9-10 tane GAP, 15 bin tane hastane yapılabilirdi. Her neyse.. Biz umutla geleceğe bakmalıyız. Yüreklere düşen acıları bir an önce silmenin ve yeniden kardeşliğimizi tahkim etmenin çarelerini aramalıyız. Umarım, âkil adamlarımız bunu yapacaklardır. Bundan sadece âkil adamlar değil, bu topraklarda yaşayan tüm âkil adamlar sorumludur. Herkes üzerine düşeni yapmalı, barışı, kalıcı hale dönüştürmelidirler. Unutmayalım, Medine’nin barış ortamında hem İslam’ın yayılması kolay olmuş ve İslam bütün bir dünyaya açılmıştır.