Başarı öykülerini hiç sevmedim. Hayatımın büyük bir bölümünde bununla mücadele ettim diyebilirim. Başarı öyküleri ‘başarıya endeksli’ hayatları yani olması gereken hayatları ortaya koyar. Başarı öyküleri aslında bir ritüeli onaylar. Başarılıysan ayakta kalırsın gibi hiç de insani olmayan, bir söylemi destekleyen bir bilinç altını açığa çıkarır. Başarı öyküleri handikapları örtmeye yarayan, kendi hassasiyetlerimizi reytingleyen bir mekanizma. Başarılıysa fark edilirsin!
Geçtiğimiz günlerde bir televizyona “başarı öyküleri” hazırladığını söyleyen bir yönetmene de aynı tepkiyle karşılık verdim. Özürlüleri anlatıyordu. Özürlülerin ‘özürlü olmalarına rağmen’ ne kadar olağanüstü şeyler yaptıklarını anlatan belgeseller çekmişti. Bir tanesinde kör aynı zamanda sağır ve dilsiz bir özürlü insan minyatür mimari eserler yapıyordu. Gerçekten olağanüstü eserler meydana getirmişti. Bu başarı öyküsü herkesin ilgisini çekerdi. Hatta Cüneyt Özdemir’in CNN’deki programında da yayınlanmıştı. Bu öyküleri çekerken şüphesiz iyi niyetlerle hareket etmiştir bu yönetmen. Bundan hiçbir şüphem yok.. Ancak çarpık bir zihniyet anlayışının ürünüdür başarı öyküleri. Özürlülerin illa ki bir şeyleri başarmak zorunda olduklarını salık veren, onlara ancak sizler başarılıysanız varsınız, yoksa bizim gündemimizin dışındasınız diyen bir anlayışın ürünüdür.
Bir de “başarılı özürlüler” örnek insanlardır çoğu defa. Şu cümleyi sık sık duyarsınız, adam çocuğuna “Bak özürlü, ama neler başarmış neler, senin elin ayağın tutuyor, hiçbir işe yaramıyorsun. Bu aslında bizim beklentimizin neler olup olmadığını da anlatıyor. İşe yaramak. İşe yaramazsan yoksun. Faydacı, pragmatik ve acımasız bir anlayış.
Basit, sıradan insan olarak da mutlu olunabilir. Çok önemli projelere imza atmak için uğraşmak, kendini paralamak, çok önemli insan olmak için “önemli olma”yı birinci amaç edinmek ve sürekli bunun peşinden koşmak sağlıklı bir psikoloji değildir.
Başarı öykülerine değil hayat öykülerine bakmak gerekir. Her insan değerlidir başarılı da başarısız da olsa insan olması yeterlidir.
İnsan doğarken hiçbir başarıyla doğmaz. Yeryüzü serüvenini sona erdirirken de ne şekilde öleceği meçhuldür.
Evet başarı öykülerini bu yüzden sevmiyorum.
Başaracaksın, başaracaksın, başarmazsan yoksun! diyen ve güce, güçlüye tapan, hayran olan bir zihniyetin yansımasıdır başarı öyküleri teranesi. Zayıflığın her zaman kötü, olmaması gereken bir şey olduğunu vurgular. İnsanın zayıf ve çaresiz olmaması gerektiği üzerine bir kurgusu vardır. Ama insan zayıfken de fark edilebilmeli. Güçsüzken de merhaba denilebilmeli, onunla diyalog kurulabilmeli. İnsani olan da budur. Hatta asıl “insani olan” budur.
Düşünebiliyor musunuz? Biriyle karşılaşıyorsunuz ve diyorsunuz ki;
“Yok kardeşim, ben seni fark edemem, seninle muhatap olamam”
“Neden?”
“Çünkü senin bir başarı öykün bile yok!”